Ev işçilerinin sigortalılığını Avrupalı nasıl çözdü?

A -
A +
Türkiye'de gayriresmî rakamlara göre kaçak 1 milyon ev hizmetlisi ya da başka bir deyişle ev işçisi çalışıyor. Bu sayının 300 bini yabancı. 140 bin de kayıtlı ev hizmetlisi var.
Geçen haftalarda ev hizmetlisi çalıştıranların evlerine baskınlar yapıldığına dair bir haber çıktı. Öncelikle bir yanlışı düzeltmek gerek. Mesken masuniyeti olduğu sürece SGK görevlileri hiçbir evi denetleyemez. Bu habere konu olan denetimler yalnızca çalışanların şikâyeti üzerine gerçekleşiyor.
Kaç tanıdığım var, korkuyla yanlarında çalıştırdıkları ev hizmetlilerini işten çıkardı. Düşünsenize bir şikâyet olsa 240 bin liraya varan cezalar ödemek zorundasınız. Servet yani. Çok az bir kısmı da SGK'ya başvurdu. Ben onları, yani kümese giren tavukları yazacağım. Çünkü SGK'ya başvuran ve ev hizmetlisi çalıştıranların karşısına çıkacak bürokratik işlem, 2000 işçi çalıştıran bir fabrika sahibinin yapacağı bürokratik işlemle aynı. Uzun uzun anlatmayayım, akıl alır gibi değil. Üstelik her yanlış işlemde, misal primlerin ezkaza geç yatırılmasında, prim bordrosunun geç gönderilmesinde onbinlerce lira ceza ödemek zorunda kalıyorlar.
Bürokrasi dediğimiz şey işte bu. Oysa Avrupalılar bu işi nasıl çözmüş bakmak yeterli. Onlar hem pratik ve işi kolaylaştırıcı yöntemler kullanıyorlar hem de bu yolla istihdamı artırıyorlar.
Ünlü uzman Ali Tezel ile Nagehan Alçı'nın Bırakın Konuşalım programında konuştuk. Tezel, bu bilgiyi bizle paylaştı. Avrupa'da, ev hizmetlisi çalıştıran ev sahibi kadın ve erkek, her ay ilgili kuruma ya da bankaya giderek içinde 30 kuponu bulunan prim koçanı alıyor. Örneğin ev sahibi bir ev hizmetlisini çalıştırdığı gün, önce anlaştığı ücretini, sonra da koçandaki kuponlardan birini sigorta primi olarak veriyor. Ev hizmetlisi diğer evler de dâhil aldığı tüm kuponları sosyal güvenlik kurumuna her ay götürüp "Bu kuponlar benim sigorta primlerim" diyor. Böylece emeklilik hakkı için gerekli olan prim borçlarını da yavaş yavaş ödüyor.
Görüldüğü gibi, çözüm çok basit. Ama Türkiye'de bürokrasi hâlâ kendine iş çıkarmayı, yorgunu yokuşa sürmeyi çok seviyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Faruk Çelik'e bir mektup olsun aynı zamanda bu yazı...
 
Hekimlere inancım bazen çok azalıyor
Millet son vuran grip salgınıyla yatak döşek. Ben de dâhil. Cumartesi ve pazar günleri televizyon programlarım var ve sesim bir ergeninki gibi. Hatta fısıltıyla konuşabiliyorum. Gittiğim hastanenin doktoru "Larenjit olmuşsunuz, ses telleriniz kıpkırmızı" dedi gülümseyerek ve çeşitli ilaçların beraberinde bir de antibiyotik verdi. Her tarafım dökülüyor zaten, sormadım bile yan etkilerini. Akşam alıp yattım, "Uyurum yarın da zımba gibi kalkarım" diyordum. Ama sabahı sabah ettim. Uyumak ne kelime, âdeta tüm gece dayak yemiş gibi oldum. Prospektüsünü açıp bakmayı akıl ettiğimde yan etki olarak uykusuzluk ve kaslarda ağrılar yaptığını okudum.
İlaç şirketleriyle yapılan anlaşmalar neticesinde kobay gibi kullanıldığımızı her geçen gün daha sık düşünmeye başladım açıkçası...


 
Neden musluk suyu?
Prof. Dr. Ahmet Aydın ile Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'yı dinlemeye bayılıyorum. Gıda ve beslenme tarzımızdaki tüm ezberleri bozuyorlar. Dahası mizahi üslupları onları izlenebilir kılıyor. Şu laflarını çok sevdim mesela:
"Sütün ve yoğurdun ömrünün uzaması sizin ömrünüzün kısalması demektir."
Evet, her ikisi de mandıra sütü içmemizi ve bu sütten kendi mayaladığımız, ekşiyebilen yoğurtlar yememizi öneriyorlar. Biz de öyle yapıyoruz. Hakikaten, artık markette satılan yoğurdu yiyemez olduk, plastik gibi geliyor.
Ahmet Aydın'ın iddialı bir sözü daha var. Özellikle İstanbul için söylüyor bunu: Musluk suyu için.
Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi sudaki değerleri, 30-35 madde üzerinden her ay ciddi bir şekilde ölçüyor. Oysa damacana sularının tek ölçümü üretim başlarken yapılıyor, onu da firma gönderiyor.
Musluk suyu klorlu mu geliyor. Çaresi var. Bildiğimiz eski sırlı küplerden edinin, boşaltın, en az iki saat sonra da için.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.