Senin kızın ya da oğlun olsaydı ne yapardın?

A -
A +
Biliyorum, pek çok insanın sıkıştığı yegâne nokta bu. İdam cezasının kaldırılmasıyla ilgili tartışmalarda da sık sık işittik bu sorunun benzerini:
"Ya senin çocuğuna çok ağır işkenceler edip öldürselerdi? Yine de idam edilmesin der miydin?"
Başkalarını bilemem ama ben Türkiye ortalaması gibi davranırdım.
Amerikalıların ordinary people (filmi de var) dedikleri sıradan insanlar gibi.
Kızımın vazgeçmesi için elimden geleni yapar, aile büyüklerini devreye sokar, gerekirse çevresiyle, hatta evde kaldığı arkadaşıyla görüşüp caydırmaya çalışır, tartışır, küser, eğer benden para alıyorsa parasını keserdim.
Ama asla şiddet uygulamazdım. Rest mi çekti bana? Her şeye rağmen "kalacağım arkadaşımla birlikte" mi dedi?
Bitti. Artık sağ salim ve mutlu olmasını dilemekten başka elimden bir şey gelmez. Ondan sonra ben karışamam. Komşusu karışamaz. Devlet hiç karışamaz. Aksi halde özel hayata müdahale, yani hukukun ihlali olur.
Nokta.
Ammaaa! Eğer kızımın veya oğlumun birlikte kaldığı kişi, onunla evli bile olsa... Eğer belalıysa, şiddet uyguluyorsa, yasa dışı işlere bulaşmışsa...
O zaman devlete "Evladım tehlikede, gel bana yardım et" derdim. Çünkü devlet bu gibi durumlarda var.
Olmak zorunda.

 
İlker Başbuğ o soruma cevap vermedi
Lav silahını eline alıp, gözlerini yerinden oynatarak o malum açıklamalarını yaptığı gündü. Öylesine öfkeliydi ki bir gün önce Dağlıca baskını yapılmış ve 17 şehit verilmiş olmasına rağmen, oraya gitmek yerine, askerî alanlarda yapılan kazılarda ortaya çıkan silah ve mühimmatla ilgili basın toplantısı yapmayı tercih etmişti.
Salona, bir askerin "Genelkurmay Başkanımız Orgeneral İlker Başbuğ" anonsuyla birlikte girdi.
Önündeki masada güvendiği gazeteciler bulunuyordu. Türkiye'nin en çok izlenen 4 ana haber bülteninden birini (ATV ana haber) yöneten ben dâhil, pek çok "güvenilmez" kişi de tribünlere yerleştirilmiştik.
Korkutucu bir atmosfer vardı. Başbuğ, soru ve cevap bölümünün dakikasında rahmetli Mehmet Ali Birand'ı bir güzel haşladı "topraktan lav fışkırıyor" dediği için. Adam gibi soru yöneltmeyi düşünenler de sindirilmiş oldu böylece. Buna rağmen söz aldım. İlker Başbuğ'un bakışlarındaki nefreti görebiliyordum. Ergenekon davası ve darbe girişimleriyle ilgili en çok haber yapan haber bülteninin yöneticisiydim ve her gün darbeciler tarafından şikâyet ediliyordum. Bilgileri bana geliyordu. Hadi, ortamı yumuşatayım, dedim. O gün doğum günü olduğunu öğrenmiştim, kutladım. Ama kendisi muhtemelen "Dağlıca'da 17 şehit var, oraya gitmedin, doğum gününü mü kutlayacaksın?" mesajı veriyorum diye düşünmüş olmalı ki suratı daha da asıldı. İtiraf etmeliyim, epey korkarak kimsenin soramadığını sordum kendisine.
"Sayın Başbuğ, silah ve mühimmatlar bulundukça seyircilerimizin de tepkilerini alıyoruz çok sık. Ciddi bir endişe ortaya çıkıyor. Tabii 'bu silahlarla darbe mi yapılır canım?' diyenler de var. Ama öte yandan şöyle de bir sav var... Bu silahlarla Türkiye'de ciddi bir kaos ortamı oluşturulur. Ve endişe duyanların büyük bir çoğunluğu da bunu söylüyor. Bu silahlar çok ürkütücü geliyor habercilere de... Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani bu silahlar gerçekten Türkiye'yi bir kaos ortamına sürükleyecek kadar ciddi niteliğe sahip değil mi?.."
Başbuğ bana baktı baktı ve başını çevirdi. Cevap vermedi.
Dediğim gibi, soruyu yöneltirken hayli endişeliydim. Sık sık "eee" demişim. Darbe yandaşı bazı gazeteler ve medya siteleri benimle alay ettiler "Başbuğ Fuat Uğur'u nasıl da korkuttu" diyerek. Başbuğ'un cevap vermemesini de benim "başarısızlığım" olarak nitelendirdiler. Kimi zavallılar da "neden doğum gününü kutladığımı" sorguladılar sorumu görmezden gelip.
Olay dün gibi aklımda, üstelik sık sık çeşitli röportaj ve televizyon programlarında karşıma çıkıyor.
İki gün evvel Milliyet'te yayınlanan Aytaç Yalman'ın mektubunu, dün onu destekleyen Hilmi Özkök'ün açıklamalarını okurken o dönemi ve İlker Başbuğ'u yeniden hatırladım...

GÜNÜN MOTTOSU
Hasta olup daha çok yaşamak
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Yavuz Dizdar karşısına gıda ve ilaç endüstrisini almaktan çekinmeyen bir doktor. Tıpkı Canan Karatay, Ahmet Aydın ve Ahmet Rasim Küçükusta gibi Türkiye'de ezberleri bozan diğer önemli tıp doktorları gibi.
Geçen günkü sohbetimiz sırasında söylediği söz ,bugünün mottosu olsun dedim:
İlaç endüstrisi ve günümüz tıbbı ölmemizi kesinlikle istemiyor. Amaçları, hasta olup daha çok yaşamamız.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.