Geçen Pazar. Miting günü.
Metroya erken bindiğim için oturuyorum. Yanımda kendilerini Beyaz Türk
diye tanımlayan Batı türevi türün nefret edeceği insanlar var. Kirli
sakallı, kıyafeti ceket ve içinde de gömlek. Dindar olduklarını
sanıyorum. Büyük ihtimalle AK Parti mitingine giden "göbeğini kaşıyan" adamlar.
Yanımda
oturan, sağındakiyle üzerinden geçtiğimiz yeni Haliç köprüsü hakkında
tartışıyor. Koruma Kurulu'nun verdiği kararı, proje tartışmalarını,
UNESCO'nun kandırıldığını ileri sürenlerin köprüye karşı nasıl kampanya
başlattığını, sonuçta UNESCO'nun diğerlerinin arasında en uygun projenin
bu olduğuna karar verdiğini detaylı şekilde anlatıyor. Öteki de
köprünün selâtin camilerle şehir silüetine zarar verdiği kanısında.
Hayretler içinde dinliyorum. Sonra kendime kızıyorum, bu hayretim bile
bir ön yargıyı ele verdiği için.
Bugün kendi blogunda AK Parti mitingi izlenimlerini aktaran bir Gezi gencinin ırkçı söylemlerle, sınıfsal aşağılamalarla ve çarpıtılmış bilgilerle dolu "objektif" gözlemlerini okuduğumda tanık olduğum bu olay aklıma geldi.
Evet, bir sınıfsal fark olduğu doğru.
Bu bir sınıf mücadelesi zaten. Çünkü AK Parti tabanı, yaşam tarzı, zihinsel farkındalık, sosyo ekonomik farklılıklar açısından tam da bir sınıf mücadelesi veriyor. Yani, Türkiye insanının yüzde 60-70'inin crème de la crème yüzde 5 ve onun etrafındaki ayrıcalıklı sınıfa karşı mücadelesi bu.
Beyaz Türklerin devşirdiği "sol" odaklı Gezi vandalları ise 1980 öncesi sürdürdükleri sınıfsal mücadeleyi çoktan terk etmiş, İstanbul sermayesinin karikatür şöhretlerinin kendilerine sunduğu otel, divan ve yatak imkânlarına tav olmuş görünüyorlar.
Bu nedenle AK Parti sosyal demokrat politikalar uyguluyor, bir anlamda Türkiye'de yokluğu bariz biçimde belli olan "sol parti" boşluğunu da dolduruyor.
Ekonomik durumla ilgili fikri sorulan, altında iyi bir spor otomobil olan Koç Üniversitesinden genç kızın "Ay ben şahsen ekonominin iyiye gittiğine inanmıyorum. Zaten laiklik de kötü durumda yanıı! Her şey çok kötü" diye
eblehçe konuşmasını işiten o kitle, çok iyi anlıyor ki bu zevzek kız,
babası eskisinden üç kat daha çok değil, ama "ancak iki kat fazla"
kazandığı için böyle diyor.
Oysa mitingdeki 70 yaşındaki Mehmet Amca "Ben eskisinden daha iyi yaşıyorum, benim oğlum benden daha iyi yaşıyor"
diye durumu özetliyor. Mehmet Amca gibi milyonlarca insan çok iyi
biliyor ki bu yüzde 5, kendi cebine son 10 yılda girene de göz dikmiş
durumda.
Ah o eski günlerin dili olsa
Hatırlarsınız
1990'lı yılların sonlarında Gülen hakkında onun konuşmalarından
kasetler dönüyordu Star ve Dinç Bilgin'in sahibi olduğu ATV'de. Gülen de
kendi gazetesinde, yani Zaman'da savunmasını şöyle yapmıştı:
"Çirkin
iftiralar somut gerekçeye değil, devletteki bölücü ve yasa dışı
yapılanma içindekilerin tezgâhına dayanıyor. Bu konuşma gizli ve illegal
olsaydı açıkça banda alınmazdı. Kasetlerin tamamı gösterilmemiş, belli
bölümleri bir araya getirilmiştir."
Bir başka yıl. Gülen, bir Yunan'ın Atatürk'e yaptığı hakarete karşılık veriyor:
"Devletin
başına gelmiş bir insana karşı hakaret ettirmem. Bunu kim yaparsa
yapsın, Türk de yapsa, Müslüman da yapsa yakışıksız şeyler bunlar. Dinde
herhangi bir insanı yerin dibine batırma gibi bir vazife ve sorumluluk
yoktur. Sövmenin sevap olduğuna dair hiçbir kitapta bir şey yoktur."
Eski günlerin tadı yok ama dili var; Arşivler. İşte böyle, vicdan gibi dikiliveriyor insanın karşısına.
Yasa dışı dinleme ve kamu yararı
Kimi köşe yazarları çıkıp konuştukları televizyonlarda AİHM ve Bochum gibi mahkeme kararlarını referans göstererek yasa dışı dinlemelerin eğer kamu yararı varsa yasa dışı olmaktan çıkacağını buyuruyor.
Âlâ!
O
halde, mesela siz hanımefendi... Sürekli istihbarat ve bilgi aldığınız
biriyle özel ya da genel konuşmalarınız ortaya çıkarsa, bunda bir kamu
yararı bulunursa şimdiden uyaralım:
Ağlamayınız lütfen!
Hani
dün akşam bir gazetecinin, ailenizin geçmiş yolsuzluk dosyasını açar
gibi olmasıyla bile betiniz benziniz attı da, ondan söylüyorum.