Türkiye aydını bu coğrafyanın kaderi mi?

A -
A +

Türkiye son 10 yıldır artan bir ivmeyle büyük badireler atlatıyor.
Pelikülün üzerindeki görüntüler hızla akıp gidiyor. Hatırlayalım.
Darbe plânları, cumhuriyet mitingleriyle darbeye zemin hazırlamalar, siyasal cinayetler (Santoro, Hrant Dink, Zirve katilamları), iktidar partisini kapatma davaları, Anayasa Mahkemesi'nin 367 tarzı skandal kararları, askerî muhtıralar, MİT başkanı ve Başbakan'ı derdest etmeye yönelik paralel çete entrikası, ağaçtan başlayıp vandalizme sürüklenen Gezi kalkışması ve yine aynı çetenin 17-25 Aralık darbe girişimi...
Daha epey var.
İnsan şu üç beş satırı okuduğunda bile Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ve AK Parti iktidarının nelerle uğraşıp bugünlere geldiğini anlıyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetimini toplumun elinden alıp kendi mülkiyetine geçiren ve son yıllarda yeni ortaklar da edinen ahlaki temelleri çürümüş yapı, çökmemek için dış destekler alarak direniyor. Kavgaya ilginçtir ki hiçbir dönemde olmadığı kadar diğer ülkeler de karışmakta. Çatışmalarda toplum yanında durarak pozisyon almak ve cevap vermek ise, iktidarsızlaşan Batıcı aydınları delirtiyor. Toplumun yanında durmak arzu edilen bir seçim değil çünkü. Getirisi yok. Boğaziçi aşireti ve medyası "günün sonunda galip gelen biz olacağız" mesajını iletişim araçları sayesinde öylesine güçlü biçimde verdi ki kimileri de kolaylıkla savruldu.
Aslında bu tür savrulmalar hayli konforlu da. Hakikatin dilinden uzaklaşsanız da mühim değil; size bir "tarafsızlık" unvanı ihsan edilebiliyor.
Ödüllendiriliyorsunuz. Haklarını koruduğunuz cemaatlerin sağladığı imkânlarla o kıta benim, bu kıta senin konferanslar verip ününüze ün katabiliyorsunuz.
İki cihanda dostum olarak kalmasını istediğim Ahmet Altan mesela. Ona göre de Türkiye demokratik bir ülke değil. Basın özgürlüğüne yönelik tehditleri sıralamış geçen gün; ağırlıklı olarak kendi hayatından kesitler anlatıyor. Ahmet Kekeç güzel tespit etmiş. Verdiği örneklerin bir teki bile günümüze ait değil. Zamanında kendisi için bir gazetede "Fransız Ahmet" başlığının atılarak intihal suçlamasıyla karşı karşıya kaldığını söylüyor örneğin. Ne kadar naif. Şimdiki gazetelerde Başbakan'a "Senin mezarına tüküreceğim" diye yazılar yayınlanıyor.
Biliyorum, sorsanız hep aynı cevabı alacaksınız:
"Bizim tek istediğimiz demokrasi."
Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan karanlık ve tekinsiz örgütlerin desteğiyle getirilmek istenen "demokrasi"nin, aslında Sisi için ambalajlanmış bir hediye paketi olduğunu merak etmeyen ya da bildiği halde içten içe gücün yanında konumlanıp geleceğini garantiye almak isteyen bir "aydın" türüyle karşı karşıyayız. Her Batılı liderin söylediğinde hikmetli sözler bulmak da bunun bir parçası olsa gerek.
Yaşadıklarımız ve aydınların melali İbn-i Haldun'un dediğini doğrulayan bir özellik mi yoksa:
"Coğrafya kaderdir."
Siz karı beyaz olarak tarif edersiniz, Eskimolar karda 40'a yakın beyaz renk nüansını fark eder. Demem o ki her yiğidin yoğurt yemesi farklı.
Yapabiliyorsak eğer;
Kendi toplumunun demokrasiden ırak hoyrat yanını pansuman ederken, Batı'nın kendi çıkarlarını önceleyen dayatmalarını ulvî-hamiyetperver refleksler olarak görmemeyi becerebilmek.
Zira kurgusal modeller artık realiteyi çarpıtmaktan öte bir işe yaramıyor.
Etyen Mahçupyan'ın telaşsız ve bilgece söylediği gibi:
"Nasıl yönetileceğiz sorusuna gelemedik. Demokrasinin eksikliklerini konuşamıyoruz, çünkü kim yönetecek sorusunun sert kavgasını veriyoruz."
Aslında toplumların kendi coğrafyasında yerini ve iktidarını koruma çabası demokrasiyi dışlamıyor. Ancak Batı ittifakının ve Türkiye'deki ortaklarının bize "demokrasi ve güzellikler" getireceğini hayal etmek, hele ki bu zaman için naiflik ötesi bir saflık.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.