Bir "bıçaklama hadisesi"nin içyüzü ve medya linci

A -
A +

Gazetedeki haberin başlığı korkunç.


"2002'de eşini bıçakladı, 2015'de Özgecan'ın kentinden milletvekili oldu"

Adı geçen milletvekili Ak Parti Mersin Milletvekili Muhsin Kızılkaya. Kürt kimliğiyle öne çıkmış ve bu konuda uzun yıllar mücadele vermiş, bunun bedelini ödemiş bir isim Muhsin Kızılkaya.

Haberi yazan gazete ise Muhsin Kızılkaya'nın tam dört yıl boyunca yazarlığını yaptığı Birgün gazetesi. Genellikle mimar ve mühendis odaları gibi odaların, binlercesini satın alarak finanse ettiği, geçmişteki Devrimci-Yol fraksiyonundan arta kalanların çıkardığı bir gazete Birgün. Son zamanlarda onların da Cemaat elinden "belge" yayınlama kuyruğuna girdiğini işitiyorduk.

Gazetedeki habere göre olay şöyle:

Kızılkaya bir tartışma sırasında eşini bıçakladı ve 18 Mart 2002 tarihinde mahkeme tarafından TCK'nin 456/4 maddesi gereğince ağır para cezasına çarptırıldı. Ceza artırımına da gidilerek o dönemin parası ile 290 milyon 104 bin 465 Lira para cezası verildi. Ancak daha sonra Gülistan Kızılkaya ve Muhsin Kızılkaya mahkemeye başvurarak karara itiraz etti. Gülistan Kızılkaya şikayetçi olmadığını, "kendi kendisini karnından yaraladığını" belirten bir ifade vererek, cezanın kaldırılmasını sağladı. Böylece Kızılkaya cezadan kurtulmuş oldu. 2005'ten önceki yasa nedeniyle kamu davası da açılmadı.

Deniz Coşan adlı muhabir haberciliğin en temel ilkesi olan "taraflardan görüş alma ilkesi"ni aklına bile getirmeyip, bir telefon ötedeki Muhsin Kızılkaya'dan ve eşinden bu durumla ilgili görüş almaya tenezzül etmemiş. Belli ki eline tutuşturulan "belge"den haber yapması istenmiş kendisinden. Amaç daha önce Birgün'de yazan, solcu bir Kürdün Ak Parti'den vekil seçildiği için cezalandırılması olunca gazetecilik çok da önemli olmuyor haliyle.

Belge olarak yayınladıkları kağıt, 18 Mart 2002 tarihli Ceza Kararnamesi ise hâkimin verdiği ilk karara ilişkin. Zaten haberin kendisinden hâkimin ikinci bir karar verdiği anlaşılıyor.

Aslında haberi yazan da yaptıran da biraz gazetecilik nosyonuna sahip olabilseydi ceza kararnamelerinin şikâyete bağlı olarak verilmesi gerektiğini herhangi bir avukattan öğrenebilirdi.

Anlatalım:

1-Ceza kararnameleri şikâyete bağlı olarak verildiğine göre bu yayınlanan ilk Ceza Kararnamesi belgesinde "mağdur" Gülistan Kızılkaya'nın şikâyeti var mı? Cevabı biz söyleyelim çünkü gazetede yazmıyor: Yok! Polis ifadesi var mı? Yok! Savcılık ifadesi? Yok! Hâkim Gülistan Kızılkaya'yı duruşmaya çağırıp dinlemiş mi? Hayır! Muhsin Kızılkaya'yı dinlemiş mi? Hayır! Peki bıçaklama hadisesine ait bir delil, parmak izi ya da polis soruşturması var mı? O da yok!

2-Yine haberden anlaşıldığına göre hâkimin verdiği ikinci kararın belgesi kendilerinde olmalı ve onu yayınlamamışlar. O ikinci duruşma nasıl yapılmış? Gülistan Kızılkaya ile Muhsin Kızılkaya'nın başvurusu ve itirazı üzerine. Ama gazetenin yazdığına göre Gülistan Kızılkaya şikâyetini geri çekmiş ve Muhsin Kızılkaya da para cezasından kurtulmuş. Yani Gülistan Kızılkaya OLMAYAN ŞİKÂYETİNİ geri çekmiş. Muhsin Kızılkaya da "tedbirsiz" davrandığı belirtilerek para cezasından kurtulmuş.

Soralım:

Hâkim daha önce bir karar vermiş sonra nasıl olmuş da İKİNCİ BİR DURUŞMA daha yapıp bu kararını düşürmüş.

Hukuka uygun mu bu? Konuştuğum hukukçular şöyle diyor:

"Hâkimin aldığı her iki karar da baştan sona hukuksuz. Şikâyet olmadan, mağdur diye sıfatlandırdığı, savcının üzerinden hikâye uydurduğu Gülistan Kızılkaya'yı ve suçlanan Muhsin Kızılkaya'yı ifadeye çağırmadan ve dinlemeden gıyaplarında karar vermiş, sonra da bunu düzeltmeye çalışırken olmayan şikâyetin geri çekildiği yolunda tutanaklara uydurma bir beyan geçirerek ikinci bir kararla hatasını telafi etmeye çalışmış. Her iki karar da baştan sona hukuksuz ve yok hükmünde"

MUHSİN KIZILKAYA'NIN ANLATTIKLARI

Yukarıdaki okuduklarınız karışık gelmiş olabilir. Bu durumu biraz daha netleştirmek için Muhsin Kızılkaya'yı aradım. "Gazeteci" akıl edip Muhsin Kızılkaya'ya da sormadığına göre bu görev bize düştü. Muhsin Kızılkaya ile aynı zamanda ta 1990 yılından bu yana Güneş gazetesinden başlayan bir arkadaşlığım var. Hayatımda tanıdığım en munis insanlardandır. Haberi işitince inanmak istemedim doğal olarak ama insanız, hepimizin içine kurt düşüyor.

Yekten sordum Muhsin'e:

Nedir bu bıçaklanma hadisesi, baştan anlat bana...

Eşim mutfakta iş yaparken bıçakla kendini yaraladı. Bildiğin bir mutfak kazası. Evliliğimizin ilk yılları. Çocuğumuz yok o sırada. 2002 yılının Ocak ya da Şubat ayı.  Çok önemli değil, bir sıyrık ama yine de korktuk, tetanoz filan olur diye kalkıp Alman hastanesi aciline gittik. Doktor pansuman yaparken soruyor "nasıl oldu" diye. Eşim mutfakta iş yaparken kendisini yaraladığını söylüyor. İşimiz bitti eve gittik. İki ay sonra tarafımıza bir mahkeme celbi geldi. "Şu gün duruşmaya gelin" diyor. Ben hemen bir arkadaşım var avukat, Mahmut, onu aradım git bir bak diye. O da dosyaya bakıyor ki Alman hastanesindeki doktor eşimin yaralanmasıyla ilgili bir rapor yazmış. Nasıl bir rapor olduğunu bilmiyorum... Acildeki doktorlar meğer bu türden kazalarla ilgili raporları yazıp savcılıklara gönderirmiş. Hâkim de savcının bu rapora dayalı olarak uydurduğu hikâyeye dayalı iddianame ile hakkımızda ve gıyabımızda hüküm vermiş. Avukatımız hemen itiraz etti tabii. Çünkü Ceza kararnameleri şikâyete dayalı verilir.  Oysa ortada ne bir şikâyet, ne bir polis ifadesi ne de savcılık ifadesi var. Hâkim itirazımız üzerine yaptığı hatayı anladı ve bize yeni bir duruşma yaparak eşime şikâyeti olup olmadığını sordu. Şimdi geçmiş gün, eşim de herhalde "şikâyetçi değilim" filan dediyse hâkim olmayan şikâyetini geri aldığını yazıp, beni de tedbirsizlikle nitelendirerek para cezasını kaldırdı.

Sonra ne oldu?

Ne olacak, mesele bizim için kapandı diyerek evimize ve hayatımıza geri döndük. Oysa şimdi rahmetli olan avukatımızın hatası, meğer bizim için beraat kararı aldırılması gerekirmiş. Saçma sapan bir davaydı zaten. Bir mutfak kazasından başımıza ne işler açılmıştı. Bu kadarıyla kurtulduğumuza şükrettik ve takip de etmedik doğrusu.

Peki bu dosya nasıl bu zamana dek kaldı ve saklandı o vakit?

Hukukçu arkadaşlarıma sordum, normalde 5 yıl geçtikten sonra karara bağlanan dosyalar imha edilirmiş ama demek ki birileri bizim adımızı bildiği için bir gün, Birgün gazetesine lazım olur diye düşünmüş olmalı ki arşivleyip saklamış bu kararı.

Eşinin açıklaması çok netti ve ama bu açıklama bile kimi kadın yazar ve politikacılara yetmedi. Neye bağlıyorsun bunu?

En başta kadınların kadınlara hakareti bu. Benim eşim dört dil bilen İsveç'te öğrenim görüp okul bitirmiş bir kadın. Kendi açıklamasında da belirttiği gibi değil 17 yıl, 17 dakika kendisine, şiddeti bırak, kötü davranan biriyle yaşamaz. "Eşi korktuğu için böyle açıklama yaptı" demek onu aşağılamaktır. Neden onun beyanını esas almıyorlar nedeni belli. Ben Ak Parti'den değil de HDP ya da CHP'den vekil olsaydım bunlar başıma gelmezdi. O arşivciler de bu "belge"leri ortaya çıkarmazdı.

Aile olarak nasıl etkiledi bu yayın sizi?

Bizim Gülistan ile o tatsız ve tuhaf mahkeme sürecinden sonra iki çocuğumuz oldu. Çok mutlu bir aileyiz. Ben bırakın bir fiske vurmayı eşime bağırmadım bile. Ama şimdi kızım bana soruyor "Baba sen annemi mi bıçakladın" diye. Bu paçavra bana gazeteciliğin en temel ilkesini yerine getirip sormadı bile "bu nedir" diye. Sormadı çünkü kurguladıkları bütün hikâye değişecekti. Çamur atıp iz bırakmalıydılar.

Sen o gazetede çalıştın bir de değil mi?

Benim sarı basın kartıma ihtiyaç duydular ve ben de verdim. Üstelik dört yıl tek kuruş telif almadan yazdım. "Eşini bıçaklayan bir yazarla" çalışmak onlara çok iyi geldi demek ki o vakitler. Ama şimdi onlara belge ulaştıracak bir paralel yapı var. Düşünüyorum da Tayyip Erdoğan'ın elindeki istihbarat gücü bunlarda olsa demek ki hiçbirimizin bu ülkede yaşaması mümkün olmaz.

Şimdi ne yapacaksın peki? Dava açacağını duyduk.

Dava açacağız ve bunlardan alacağımız tazminatı şiddet gören kadınlara bağışlayacağız. Bunun yanı sıra eğer dosya duruyorsa beraat kararı aldırmamız lazım ama dosya nerede bir bilgimiz yok. Bu belgeleri Birgün'e servis edenler biliyor olmalı.

KUTU

GÜLİSTAN KIZILKAYA'NIN AÇIKLAMASI

AK Parti Mersin Milletvekili Eşim Muhsin Kızılkaya'nın 2002 yılında beni bıçakla yaraladığına dair bir haber, 27 Haziran 2015 tarihli Birgün gazetesinde manşet olarak yayımlanmıştır. Haberin başlığında, yakın geçmişte Mersin'de vahşice katledilmiş genç kızımız Özgecan'a atıf yapılarak, aynı şehirden milletvekili seçilen eşimle "kadına şiddet" konusunda bir bağ kurulmaya çalışılmış ve bahsi geçen iftira sosyo-politik olarak banalleştirilmeye çalışılmıştır.
Ben, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımın yanı sıra İsveç vatandaşı olan bir bireyim. İsveç'te okumuş ve büyümüş bir kadınım. Benim büyüdüğüm ülkede kadına karşı şiddet en büyük insanlık suçudur. Dolayısıyla bana şiddet uygulayan bir insanla değil 17 yıl evli kalmak, 17 dakikayı bile birlikte geçirmem. Evde yaşanmış bir mutfak kazasından kaynaklanan hadiseyi, yıllar sonra "kadına karşı şiddetin bir örneği" gibi göstermek, önce bana, sonra çocuklarıma ve eşime atılmış bir iftiradır. Haberi yapan gazetenin aynı siyasi görüş ve kimliği paylaşmadıkları bir partiden eşimin milletvekili seçilmiş olmasına tahammül edemeyerek, benim üzerimden ona saldırmak hiçbir ahlaka sığmaz. Eşimle istediğiniz siyasi mücadeleye varsa siyasi fikirleriniz üzerinden girebilirsiniz. Ancak bunu yaparken lütfen haber kisvesi altında kirli operasyonlarınıza beni ve çocuklarımı alet etmeyin. Ahlaksızca hazırlanan bu iftiranın asılsızlığını ortaya çıkarmak için bu konunun takipçisi olacağımı kamuoyunun bilgisine sunarım."
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.