Geri Kabul Anlaşması ve iyi niyetli tembellik

A -
A +

Geri Kabul Anlaşması’nın mimarı olan Almanya’nın Federal Parlamentosu’nda “Ermeni soykırımı” ile ilgili bir yasanın kabul edilmesiyle kendimizi sırtımızdan hançerlenmiş hissettik.

Kabak tadı veren bir his oldu artık bu.
Önce “Avrupalı liderleri ne biçim ayağımıza getirip yalvartıyoruz” diye şişinmeye başlıyoruz, ardından yediğimiz kazıkların sayısını unutuyoruz.
İkili ilişkilerde ya da dostluklarda iyi niyetli olmak, riski önceden hesaplanarak karşılığı hazırlanmış bir avans olarak kabul görebilir belki ama siyasi ilişkilerde iyi niyet geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir. Hele de öngörülebilir değilse.
Sanırım İngilizler kullanıyor bu sözü;
“İyi niyet tembellerin işidir.”
Özellikle dış siyasette ülkemizin başına gelenleri görünce ister istemez bu söz hatırıma geliyor.
Kısa, orta ve uzun vadeli plân ve programlar yapmak, karşı tarafın hesaplarını öngörmek yerine “iyi niyetli adımlarla” meseleyi şipşak bitirmek. Adamların oryantalizmine çanak tutan aslında biraz da biziz bu davranışımızla.
Avrupa Birliği ile “Haziran’da vize muafiyeti zokası” karşılığında yangından mal kaçırırcasına imzalanan Geri Kabul Anlaşması işte Soykırım yasasıyla yediğimiz bu son kazığın yollarını döşedi.
Anlaşma 16 Aralık 2013’te imzalanmış ve üç yıllık bir geçiş dönemini öngörmüştü. Yani, Ekim 2016 tarihinde geri kabuller başlayacak ve aynı anda da Türkiye’ye vize serbestisi uygulanacaktı.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ve ekibi nasıl bir cin fikirlilikle “ön almak” istedi bilemiyorum ama AB ülkelerinin “Aslansın kaplansın, biz seni tanıyoruz, Erdoğan’ı değil” salvolarına gizli bir memnuniyetle sessiz kalarak 72 kriterlik çılgın maratonu üstlendi. Anlaşılan o ki Başbakanlığı’nı haziran ayında başlayacağını umduğu vize muafiyeti ile taçlandırmanın hayaline kapıldı.
Davutoğlu, iyi niyetinin, hele Avrupa Birliği’nin ikiyüzlülük ve sahtekârlıkta bizi yıllardır sulu götürüp susuz getiren majör ülkeleri karşısında hiçbir hükmünün olmadığını anlaması için fazla beklemedi.
O vakit “Hükümet ‘mülteci pazarlığı’nda bize güvenmesin” diye uyarmıştık:
Avrupalı liderler çok iyi biliyor ki Batı'ya akın edecek 1 milyon mültecinin maliyeti en az 40 milyar Euro olacak. Beraberinde gelecek kültürel, sosyal travmaları, istihdam sorunlarını, dinsel kökenli çatışmaları, güvenlik sorunlarını ve ek mali külfeti de cabası. Bu yüzden Türkiye Avrupa'dan isteyeceği yardım miktarının kapısını en az 20 milyar Euro'dan açmalı. Rusya'nın saldırısı sonucu kapımıza dayanacak milyonları da düşünerek bunu yapmalı. (17 Ekim 2015 Türkiye).
Kaldı ki Ekim 2016 beklenseydi zaten 72 kriter filan olmadan vize muafiyeti başlayacaktı.
Böyle dedik de ne oldu?
Razı edildiğimiz 3 milyar Euro’nun aylardır 100 milyonu bile gelmedi. Avrupa “Bize proje gönderin” diyor alay eder gibi.
Avrupa Birliği’nin yüzlerce yıllık deneyimlerinin imbiğinden süzülen diğer ülkeleri kazıklama üzerine kurulu dış politikalarına karşı “iyi niyetle” değil, onların iki, beş, belki on adım sonrasını hesaplayarak yaptıkları planlarını öngörerek, tahmin ederek tutum almak gerekirdi ama şarkiyat enstitüsü ağır bastı tabii...
Sayın Davutoğlu Avrupa Parlamentosu’nda el üstünde tutulur ve saatlerce o kürsüden konuşturulup dinlenirken belki liderlik geleceğine dair çok parıltılı hayaller kurmuştu ama gerçek bambaşka bir yerdeydi.
15-16 Kasım 2015 tarihlerinde Antalya’da düzenlenen G20 zirvesinin sonunda, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker arasındaki görüşmenin tutanakları Erdoğan’ın liderliği ve vizyonu karşısında hepimize bir kez daha şapka çıkarttırmıştı. İsteyen internetten bu konuşmanın tam metnini bulabilir.
Avrupalıların Tayyip Erdoğan’dan neden hoşlanmadıklarını, soytarılarına neden televizyonlarında hakaret ettirdiklerini, dergilerinin ve gazetelerinin neden Erdoğan’ı kapaklarından, manşetlerinden düşürmediklerini anlamamız için bu konuşma yeter de artar bile.
Kısacası kimileri “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” dese de ben ilkinde ısrar ediyorum:
İyi niyet tembellerin işidir.
 
MERAK EDENLER İÇİN
ERDOĞAN-TUSK-JUNCKER GÖRÜŞMESİNİN TUTANAKLARI
Juncker: 28 üye ülke Eylem Planı konusunda hemfikir. Bu koşullu imzayı en kısa sürede bir anlaşmaya çevirmek gerekiyor. Bu hafta 28 ülke ve Türkiye için bir zirve deklarasyonu hazırlamalıyız. Birkaç üye ülkenin ikna edilmesi gerekebilir. Müzakere başlıkları hakkında, Avrupa Komisyonu bazılarını açmayı en kısa sürede önerecek. 17. Başlık olacak. Geri kalanı için, Kıbrıs’a bazı jestler yapacağız.
Tusk: Bunun için de çok net olunmalı. Örneğin, 3 milyar Avro’nun iki yıllık dönem için olduğunu konuşmuştuk, şimdi öğreniyorum ki Davutoğlu 3 milyarı bir yıl için istiyor.
Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu araya girdi ve Juncker’e senelik 3 milyar olduğunu belirten bir Komisyon belgesini gösterdi.
Juncker: Komisyon’un elinde 500 milyon Avro hazır. Gerisi için üye ülkelere sorulacak.
Erdoğan: Teklif 3 milyar mı yoksa 6 milyar mı?
Juncker: 3 milyar Euro.
Erdoğan: Türkiye’nin AB’nin bu parasına ihtiyacı yok. Dilediğimiz zaman Yunanistan ve Bulgaristan sınır kapılarını açabiliriz ve mültecileri otobüslere koyabiliriz. Eğer iki yıl için 3 milyar diyorsanız, daha fazla tartışmaya gerek yok. Yunanistan Avro Krizi döneminde 400 milyardan fazla aldı. O paranın bir kısmını Suriye’de bir güvenli bölge oluşturmaya harcamalıydık, bu mültecilerle ilgili sorunların hepsini çözerdi.
Juncker: Komisyon’a Türkiye’den para konusunda hiçbir resmî talep gelmedi. Dahası, eğer mültecileri konusunda 8 milyar Avro harcadığınızı söylüyorsunuz, bu dört yıllık bir süre boyuncaydı, fakat biz…
Erdoğan: (Juncker’in sözünü kesti): Bu para sadece kamplar için harcandı. Bizim insani bir yaklaşımımız var. Guterres [BM Mülteciler Yüksek Komiseri] Türkiye’deki kadar iyi kampları hiç görmediğini söyledi.
Tusk: Ben de bir kampı ziyaret ettim, gerçekten etkileyici. Fakat Yunanistan’a verilen parasal destek sadece Yunanistan’la ilgili değildi, Avro ile ilgiliydi, tüm Avro kullanan ülkelerle ilgiliydi. Bu iki meblağı karşılaştırmak pek kolay değil.
Erdoğan:(Tusk’un sözünü keserek): Bu Schengen ile ilgili. Yani yine bir Avrupa projesi.
Tusk: AB zor şartlar altında. Bazı üye ülkeler Schengen’i askıya aldı, özellikle de Paris’ten sonra. Eğer bir anlaşma sağlayabileceğimizi gösteremezsek, işler oldukça kötüleşebilir. Biz gerçekten sizinle bir anlaşma yapmak istiyoruz.
Erdoğan: Anlaşma yapamazsanız ne yapacaksınız? Mültecileri öldürecek misiniz?
Tusk: AB kendini mülteciler için daha az cazibeli bir yer hâline getirebilir. (Tusk burada sanırım Avrupa’da ırkçılık hortlayabilir ve artabilir imasında bulunuyor) Fakat bu bizim istediğimiz bir çözüm değil.
Erdoğan: AB daha çok kıyıya vurmuş ölü çocuklarla yüzleşecek. 10 bin ya da 15 bin daha olacak. Bununla nasıl baş edeceksiniz? Paris saldırıları tamamen yoksulluk ve dışlanma ile ilgili. Bu insanlar eğitimsiz, ama Avrupa’da terörist olmaya devam edecekler. Biz DAEŞ, PYD ve herkesle savaşıyoruz.
Juncker: Schengen ortadan kalkarsa, Türkiye, AB ile vizesiz seyahat anlaşması yapamaz. Türkiye bunun ilacı olabilir, ancak 5 Ekim’deki anlaşmanın şartlarına uyulmazsa başka çözümler aramak zorunda kalırız. Lütfen hatırlayın, Türkiye’nin ilerleme raporunu seçimlerin sonrasına bıraktık. Ve bunun için çok eleştirildik. Para meselesinde Donald Tusk ve ben rakamları değiştirmeye devam edemeyiz; bu konuda bir netliğe ihtiyaç var. İki hafta içinde. Yeni başlıkları açmayı da kabul ettik.
Erdoğan: İlerleme raporunun ertelenmesi Ak Parti için lütuf değil. Ak Parti’nin seçim kazanmasında hiçbir etkisi yok. Her neyse, rapor sonuç olarak bir hakaret. Kim hazırladı bu raporu? Böyle sonuçlara nasıl varabilirsiniz? Bu gerçek Türkiye değil. Gerçekleri duymak için hiç bana gelmediniz. Pek çok Türk böyle raporlar yüzünden AB üyesi olmak istemiyor. Ayrıca, iyi ilerleme kaydetmemize rağmen hiçbir başlık açılmadı. AB Zirveleri’nde hep bulunurduk, fakat 11 yıldır siz bizimle birlikte görülmek istemiyorsunuz. Ve son beş yıldır hiçbir başlık da açılmadı.
Juncker: İlerleme raporu sizin isteğiniz üzerine ertelendi. Yoksa neden bunun için eleştirilmeyi göze alalım? Sizin AB ile uzlaşmak istediğinizi düşünüyordum. Şimdi ise kandırılmış hissediyorum, çünkü biz bu zorluğun üstesinden geldik. Avrupa Konferansları 2004’ten sonra durduruldu, ama bence buna geri dönmenin vakti geldi.
Erdoğan: Şimdiye dek verdiğiniz tek bir şeyi söyleyin.
Juncker: Katılım sürecine hazırlık yapılıyor. Vize serbestliği hızlandırılacak; bunlar AB için kolay kararlar değil.
Erdoğan: AB Türkiye için hiçbir şey yapmadı. Para mülteciler için, Türkiye için değil. Dahası, katılım-öncesi paramızı kullanıyorsunuz. Bu gerçekten hiçbir şey değil. Hiçbir başlık yok. 53 yıl bekledik. Bizimle dalga geçiyorsunuz.
Juncker: Bu 53 yılda Türkiye her zaman bir demokrasi değildi mesela.
Erdoğan: Almanya ve Birleşik Krallık da değildi. Böylece büyük bir savaş çıktı. Yunanistan da değildi. Portekiz, İspanya vd.
Juncker: Bu anlaşmanın 15 gün içinde tamamlanması gerekiyor. Gerçekten çalışıyoruz ve sizi Brüksel’de bir prens gibi ağırladık.
Erdoğan: Prens gibi mi? Elbette ağırlayacaksınız. Ben sonuçta bir üçüncü dünya ülkesini temsil etmiyorum.
Juncker: AB hiç 28+1 şeklinde Zirve düzenlemedi, ancak Türkiye için bir istisna yapmaya hazırız.
Erdoğan: Elbette, ben de aynısını yapardım… Ama bunu hatırlatıp durmayın. (Donald Tusk’a dönerek) “Ben 80 milyon insanı temsil ediyorum. Juncker’in böyle konuşması saygısızca.” Başlıkları konuşuyoruz, ama hiç. Bence AB Türkiye’yi AB içinde istemiyor. Ama öyleyse söyleyin bunu. Rahatlama olur. Siz sadece bizim bütün mültecileri tutmamızı istiyorsunuz.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.