Bir bayram hikâyesi

A -
A +
Bayram ziyaretleri, kapı kapı dolaşmalar, aman konu-komşuyu, akrabayı unutmayalım, hepsine de birkaç dakikalığına olsun uğrayalım demeler çoktan geride kaldı büyük kentlerde yaşayanlar için.
Ya telefon ediliyor ya da bir telefon sesinin yolu gözleniyor.
Yalnızlığın derecesine göre değişiyor telefonlarla bakışmaların süresi.
Bu yazının kahramanı olan karı-koca şanslı olanlardan nispeten.
Evlatlarıyla birlikte tatildeler.
Bayramın ikinci günü, yani dün yaşandı aşağıda okuyacaklarınız.
Sevinç, eşinin yan odadan sesini işitti, heyecanlı heyecanlı biriyle konuşuyordu. Kulak kabarttı acaba kim diye. Konuşmalardan, geçen sözcüklerden ve kurulan cümlelerden çıkaramadı. Eşi nihayet elinde telefonla geldi ve “Çocukların gözlerinden öperim” diye son selâmlarını da ileterek telefonu uzattı; “Gülümser” dedi gülümseyerek.
Ondan telefon geleceği aklının köşesinden geçmezdi.
Yıllardır görüşmüyorlardı. Çünkü her karşılaşmalarında ortak anılar sağanak gibi üzerlerine geliyor, gözyaşlarına dönüşüyorlardı. Sonra karşılıklı olarak “Kabuk bağlasın bu kanayan yara, birazcık soğusun yüreğimiz. Yoksa birbirimizi hasta edeceğiz” diye karar aldılar.
Aradan 8 yıl geçmişti.
Sesi titreyerek “Gülümser, canım” derken hatıralar film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti.
İkisinin eşi de polisti. Fahrettin ve Adnan Polis Akademisi’nden can ciğer arkadaştılar. Aynı Doğu Anadolu şehrinde sürgündüler ve ortak bir kaderi yaşıyorlardı. Ekmeklerini, sofralarını paylaşıyorlar, birbirlerine omuz veriyorlardı ayakta kalabilmek için. 12 Eylül sonrasının o baskıcı dönemlerinde işleri hem ağır, hem de çok zordu.
Sonra ayrılık vakti gelip çatmış, sürgün bitip Batı’da bir şehre gidince Gülümser ile Adnan’ı orada bırakmak zorunda kalmışlardı. Ayrılık çok güçtü. Bu dostluğu, kardeşliği hep yan yana sürdürmek isterlerdi şüphesiz ama hayat işte...
Gittikleri yerden neredeyse her gün telefonlaşıyorlardı. Mektuplar yazılıyor karşılıklı, anılar hep taze, sıcacık kalıyordu. Ortak yaşanmışlıklarla ilgili yeni gelişmeler mektuplarda ve telefon konuşmalarında kahkahalarla tekrarlanıyordu.
Bir gün, o kötü haber geldi. Adnan yasa dışı bir talebini yerine getirmediği için tartıştığı bölge sıkıyönetim komutanının hışmına uğramış ve açığa alınmıştı. Gülümser ve Adnan iki çocuklarıyla birlikte babaevine; Antalya’ya göç ettiler. Adnan aileden aldıkları birkaç kuruş ve birikimleriyle taksi şoförlüğüne başladı. Dava açmıştı göreve yeniden dönmek için ama yıllar geçiyor nedense sonuç alınamıyordu.
Bir yaz tatilini bahane ederek yanlarına gittiler. Buruktu her ikisi de. Şehirde gezerlerken Adnan bir güvenlik kulübesinin önündeki bekçiyi göstererek “Fahrettin, bırak komiserliği, şu kahverengi üniformaya razıyım, o kadar özledim mesleğimi” demişti gözündeki iki damla gözyaşını saklamaya çalışarak. Daha 32 yaşındaydı, çocuklarının mürüvvetini görecekti. Hep soruyordu kendini kendine; neyin nesiydi bu haksızlık ve yaşadıkları acının sebebi.
O tatil zehir oldu Sevinç ve Fahrettin’e. Daha acı günler de yaşayacaklarını nereden bilsinler.
Gerisini Gülümser yazdığı son mektubunda anlatıyordu:
“Adnan taksi durağında şoför arkadaşlarından biriyle tavla oynuyormuş. Oynarken bir yandan da sık sık elini sol göğsüne bastırınca arkadaşı, neyin var diye sormuş. Adnan kendini dinleyen biri değildir ama göğsüne bıçak saplanır gibi olduğunu söyleyince arkadaşı kolundan tutup hemen yakındaki hastaneye götürmüş. Kalp krizi geçiriyormuş meğerse. Bana haber verdiklerine hemen hastane için birkaç parça eşyasını aldım, sevdiği yiyeceklerden de koyup götürdüm. Odaya girip çekili perdenin dibinde terliklerini gördüğümde anladım. Adnan artık yoktu.”
Gülümser, eşini defnettikten sonraki gün yasa gelenlerle birlikteydi. Kapının zili çalındı. Kapıyı açan misafirlerden biri salona gelip “Gülümser abla postacı geldi, size imzalatması gereken bir kâğıt varmış” dedi. Başsağlığı telgrafı olmalıydı. Postacı bir zarf uzattı. Açtı, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden geliyordu.
Göreve iade edilmişti.
Sevinç, bu yüzden Fahrettin’in elinden telefonu alıp “Gülümser” derken gözyaşlarına hâkim olamadı. Telefondan gelen ses ise tersine neşeliydi.
“Artık üzülme Sevinç, iyiyim ben. Sen de iyi ol. Hem bayram kutlaması yapayım hem de güzel haberi vereyim diye aradım sizi. Bak artık oğlan büyüdü, evlendiriyoruz. Sizi de düğüne bekliyoruz. Adnan görmek istiyordu oğlunun evlendiğini, torunlarını ama kader. Sizi bekliyoruz tamam mı?”
Hıçkırarak “Tamam” dedi Sevinç. Sonra ortak komik anılarından birine daldılar kahkahalarla.
Artık Adnan’ın adı geçince ağlamıyorlardı.
Bayramlar sadece dargınları barıştırmıyor, mutlulukları da çağırıyordu geriye.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.