Gizem dozu yüksek bir yazı

A -
A +
Sözcü gazetesinin yazarı Soner Yalçın’ın hakkımdaki yazısının ardından dostlarımdan gelen pek çok soruyla karşılaştım.
Yalçın, benim Haydar Kutlu ile Nihat Sargın’ın 1989’da Türkiye’ye gelip TBKP’yi (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) legal olarak kurmasıyla birlikte “sol”dan koptuğumu ve daha sonra Hürriyet gazetesine girdiğimi yazdığı için bu sorular geliyordu.
Mercimek beyinli solcuların bu “bilgiyi” edindikten sonra 30 yıl evvelki bir ayrılığı “döneklik” diye nitelemesini kenara bırakarak yazıyorum.
Bu kopuşun tarihi çok daha eskiye dayalı.
Anlatayım.
Yıl 1985.
ABD ile Sovyetler arasındaki Soğuk Savaş’ın temposunun hayli yüksek olduğu bir dönem malum.
Bir gün anladık ki “Halkların kardeşliği”, eşitlik, özgürlük, emeğin adil paylaşımı gibi sloganları dillerinden düşürmeyen Bulgar sosyalistleri meğer ülkede nüfusu 900 bini bulan Türk azınlıktan rahatsızmış.
Bulgaristan Komünist Partisi(BKP) politbürosu, Türk azınlığa yönelik “Yeniden Doğuş-Uyanış Süreci” adı altında sistematik bir asimilasyon politikası başlatmıştı. Alınan kararda şunlar vardı:
1-Türk isimlerinin Bulgar adlarıyla değiştirilmesi
2-Türkçe konuşmanın yasaklanması
3-Türklerin, yoğun yaşadıkları yerlerden koparılarak Bulgarların yoğun yaşadığı bölgelere yerleştirilmesi
4-Türkçe eğitim kurumlarının kapatılması
5-Bulgar ve Türkler arasında karma evliliklerin parasal destekle teşvik edilmesi
6-Okullarda Türkçenin yasaklanması
7-Kararlara uymayanlara para ve hapis cezası verilmesi.
Bu faaliyet “Tek devlet-Tek ulus” kampanyasıyla yürütüldü. Todor Jivkov, kampanyayı “başarıyla yürüten” subaylara devlet nişanı verdi.
Jivkov despotizminin “sosyalizm” adı altındaki faşist uygulaması Türkiye’deki Kemalistlere yabancı gelmedi kuşkusuz. Geçmişte aynını kendileri de Kürtlere, Çerkeslere, Lazlara ve diğer etnik azınlıklara yapmışlardı. Zaten 12 Eylül darbecisi Kenan Evren solcuları işkenceyle katlederken Jivkov tarafından törenlerle ağırlanıyordu. O yıllarda bile “Kürt’üm” demek yasak olduğundan CHP kökenli kesim utangaçtı Bulgaristan’ı kınarken. İktidarda Turgut Özal vardı ve 
Bulgaristan’a çok şiddetli tepki gösteriyordu.
Bu zulüm Türkiye’deki sosyalistleri de tartışmaya sürüklemişti...
Soner Yalçın’ın sözünü ettiği Sovyet yanlısı TKP-TİPeksenindeki yönetici elit kesim ise Bulgaristan’daki sosyalistlerin Türk azınlığa yönelik baskılarıyla ilgili çıkan haberleri “Burjuva basınının propagandası” olarak nitelemekte, soruları “İşin gerçeği öyle değil, halkların kaynaşmasını önlemek için yayılan milliyetçilik dalgası ve Batı kaynaklı kışkırtmalar var. Onlara karşı tedbir alınıyor” argümanı ile karşılamaktaydı.
Çevremdeki insanlara bakıyordum, bu söylenenleri gayet inandırıcı buluyor ve sorgulamıyorlardı bile. Kimse Sovyet bloku rejimleriyle ilgili en ufak bir fikre sahip değildi zaten. Sadece kataloglarda, propaganda dergilerinde gördüğümüz neşeli insanlarla dolu bir ülkeydi Sovyet ülkeleri. Macaristan katliamı, kanla bastırılan Prag baharı da aslında Amerikan emperyalizminin kışkırtması değil miydi? Bugün Cumhuriyet’te demokrasi dersi verenAydın Engin abimiz her Sovyetler gezisinin ardından güllük gülistanlık röportajlarla dönüyor, ballandıra ballandıra anlatıyor, Afganistan’a gidip Sovyet işgalinin ne kadar gerekli olduğunu, Afgan halkının nasıl memnuniyetle karşıladığını yazıyordu misal.
Ama benim için bu martavalların miadı çoktan dolmuştu. Sorgulamaya başlamıştım. Rahatsız ediyordum hepsini biliyorum. Soğuk soğuk bakıyorlar, bana, bugün hepsinin kucağına oturduğu Batı basınına çok fazla kulak vermemem gerektiğini söylüyorlardı. Ben ise ısrarla “Madem yalan, açsın gazetecilere kapılarını, gidip serbestçe görelim, konuşalım ve röportajlar yapalım. İzin versinler” diyordum.
Tartışmalar sürüp gitti. Geniş çevrede benim ne kadar “arıza” olduğum konuşuluyordu.
Ama bu kadar çıkıntılık onlar açısından işin tadını kaçırttı. Konuşmamaya ya da soğuk davranmaya başladılar. Sovyet rejiminde benim gibiler “halk düşmanı” olarak yargılanıp idam ediliyordu; ama burası Türkiye’ydi sonuçta.
İşime geldi. Daha fazla kalamazdım zaten. Zihnim çoktan ayrılmıştı. Fiziken de koptum.
Hürriyet gazetesine geçtikten bir yıl sonra Turgut Özal ile Kırklereli’de Dereköy sınır kapısındaydım. Todor Jivkov’un “sosyalist” rejiminden kaçan on binlerce insanın yığıldığı o sınır kapısında dinlediğim acı hikâyeler ne kadar haklı olduğumu kanıtladı.
O vakitler bana “sosyalizm dersi” verenler ne tuhaftır ki şimdi yine “solcu” olarak “demokrasi dersi” vermeye kalkışıyorlar.
Tabii ki hiç utanmadan.
Son bir söz Soner Yalçın’a:
Size benimle ilgili yalap şalap bilgi aktaran yanınızdaki o parazit mıymıntıyı çok fazla dikkate almayın. Varsa aklınızda bir soru, buradayım. Benim kadar şeffaf biri için gizem dozu yüksek yazı yazmak gerekmiyor, bilesiniz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.