Bir deli gömleği olarak Türkiye solu(*)

A -
A +
“Oğlum burası Müslüman evi, ayakkabılarını çıkar” Bu sözlerin sahibi, evini ziyarete gelen Dev-Genç'lilerin postallarıyla paldır küldür içeriye girmeye kalkıştıklarını gören Türkiye sosyalist hareketinin sembol isimlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ydı.
Batılı yaşam biçimleriyle formatlanan, dinden, gelenekten, bize ait olan tüm değerlerden uzaklaştırılmış ve İslam’a düşmanlaştırılmış “Solcu” gençliğin, bir sosyalist liderden çıkan bu sözlerle ne kadar şaşırdığını düşünelim.
Kıvılcımlı Türkiye’deki sosyalist düşünce hayatının en özgün birkaç isminden biriydi. Kurduğu Vatan Partisi ile etkilediği geniş sayılabilecek bir kitlesi de vardı.
Sosyalizme gönülden bağlı olmasına rağmen İslamiyet’e ve yerliliğe önem vermesi, bu konuda kapsamlı araştırmalar yapması onu farklı bir yere koymamıza yetiyor da artıyor. Diktatörlükler döneminde tam 22 yılı cezaevinde geçti. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi sonucu çıkarılan afla özgürlüğüne kavuştu.
Sonraki yıllarda kurucusu olduğu Vatan Partisi’nin Eyüp mitingindeki konuşmasına “Bugün Müslüman İstanbul’umuzun, İstanbul’dan önce Müslüman olan Eyüp semtine Vatan Partisi’nin sesini duyurmaya geldik” diye başlayınca İRTİCAİ SÖYLEMDE bulunmaktan dolayı yargılanmıştı.
Şaka gibiydi…
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı hatırlatmamın sebebi aylık Lacivert dergisinde Beytullah Çakır tarafından hazırlanmış bir yazı. Tabii bir de artık ihanet çizgisinde konumlanan Türkiye “sol”u açısından ibretlik bir portre olduğu için.
Kıvılcımlı, bugün CHP’nin İstanbul İl Başkanı seçilen Canan Kaftancıoğlu adlı figürün, 15 Temmuz gecesi Boğaziçi Köprüsü’nde FETÖ’cü darbeci askerlerin silahlarına ve tanklarına karşı çıplak elleri ve Türk bayraklarıyla çıkan Müslümanlara “İnandığınız Allahınız belanızı versin” dediğini, FETÖ’cü darbecilere direnen bu insanların inançlarıyla alay ederek “Dinin bir afyon olduğunu yeniden anladık” dediğini işitseydi, acaba ne düşünürdü?
O bir sosyalist lider olarak yerliydi, bu topraklara aitti. Aslında Kemalist olan TKP’den, Sovyet Komünist Partisi’nin güdümünde olması sebebiyle fikir ayrılığına düşmüş ve dışlanmıştı.
1971 yılında hayatını kaybetti. Dediğim gibi uzun yıllarını cezaevinde geçirdi.
Gazeteci-Yazar Ahmet Tezcan, Kâfirûn adlı romanında, gerçek bir hayat hikâyesini; babası Hikmet Bey’le, Kırşehir cezaevindeki Dr. Hikmet Bey arasındaki dostluğu anlatır. Bu dostluğa Kıvılcımlı’nın annesi Münire Hanım vesile olur. Ahmet şöyle anlatıyor bu dramatik karşılaşmayı:
Babam Nurcu. Said-i Nursi öldüğünde höyküre höyküre ağlamıştı. Neyse, kamyon şoförü babam şehre ayda bir geliyor. Geldiğinde bir kadını perişan bir hâlde çöpleri karıştırırken görüyor. Soruyor, Doktor Hikmet Kıvılcımlı'nın annesi Münire Hanım olduğunu öğreniyor. Kırşehir Cezaevinde yatan oğlu için gelmiş İstanbul'dan. Kahvehanedekilerle ‘Bu kadına niye kimse yardım etmiyor?' diye kavga etmiş. "Evimize alırsak komünist damgası vururlar" cevabını alınca "Size komünist damgası vuracaklar diye bu kadın ölecek mi?" diye çıkışıp kadıncağızı evine davet ediyor. Münire Hanım çok fakirdi. Mevsimlik işçi ama farklı cezaevlerine gönderilen oğlunun yakınında olmak için onun peşi sıra Anadolu'da sürüklenen bir kadıncağız. Evimiz hapishaneye çok yakındı. Yürüme mesafesinde olduğu için o bakımdan da Münire Hanım için çok iyi olmuş. Misafirlik teklifini hemen kabul etmiş.
Hikmet Kıvılcımlı mevsimlik işçi olarak hayatını idame ettirmeye çalışan bir annenin evladıydı. Boğaziçi aşiretinden çıkmış “beyaz komünist”lerden değildi. İnsanın kıymetini biliyor ve anlıyordu.
İşte bu nedenle, Canan Kaftancıoğlu gibi bir trolü İstanbul teşkilatının başına getiren Kemal Kılıçdaroğlu’nun, çalıştığı şirketten alacağını tahsil edemediği için kendini meclisin kapısında yakmaya kalkışan bir işçiye “Git kendini Külliye’nin önünde yak, hiç olmazsa işe yarar” diye acımasızca ve merhametsizce seslenmesini duysa kulaklarına inanamazdı kuşkusuz. Köprü’de tanklara direnen insanlara “AK Parti militanı” bile diyen bir patolojik vaka için bu ne ki?
Kısaca CHP de ve Türkiye’de kendini “sosyalist” olarak konumlandıranlar artık daha net biliyoruz ki bu topraklara ait değil. Bu yüzden de meşru bir siyasal muhatap olarak kabul edilmeleri gerekmiyor.
Kısaca, sol PKK’nın kitleselliğini, PKK da solun Batı’ya giriş anahtarı olan laikliği ve yasal meşruiyetini seviyor. Aralarındaki karanlık bir geçmişi olan uzatmalı nişanlılık(**) bitmediği sürece, belirttiğim gibi Türkiye’de bir siyasal muhatap değil işgalci güçlerin iş birlikçisi olarak ele alınacaklar.
 
 (*) Cem Sancar’ın Lacivert dergisinde çıkan yazısının başlığı. Mustafa Akar’ın yayın yönetmeni olduğu Lacivert dergisi son sayısını TÜRK SOLU başlığı altında kaleme alınan dosyalara ayırmış. İçinde müthiş yazılar var. Fuat Keyman’dan Halil Berktay’a Nagihan Haliloğlu’ndan Can Kakışım’a dek.
(**) Bu cümle de yine Lacivert dergisinde Cengiz Alğan’ın “Bitmeyen Nişanlılık: PKK ve Türk Solu” başlıklı yazısından esinlenerek.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.