Akşener ve Kılıçdaroğlu neden su kaynattı?

A -
A +
İki muhalefet partisi genel başkanının parti grup toplantılarındaki konuşmalarını dinleyince İstanbul seçimlerindeki alavere dalavereye bir hayli umut bağladıklarını, bu yüzden yaşadıkları çöküntüyü biraz daha net hissettim.
Çok başarılı bir planla “banka işi” yaptıktan sonra sığındıkları izbede tam paraları sayıp çantalarına istiflerken, polislerin aniden kapıyı kırıp girmesi ve “Kımıldamayın polis” diye bağırması üzerine soyguncuların yaşadıkları korku, şaşkınlık, kızgınlık ve öfke karışımı bir duyguya benziyordu bu. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çok güzel ifade ettiği gibi, sanki saklandıkları deliklerine çomak sokulmuş, can havliyle dışarı fırlamışlardı.
Hakaretler etmeye, 2014 Yerel Seçimleri öncesindeki FETÖ’cülerin kullandığı “Her şey çok güzel olacak” sloganıyla kampanyalar açmaya başlamalarının sebebi işte buydu. İş üstünde ve fenersiz yakalanmışlardı.
Grup toplantısında konuşurken gördüğüm Meral Akşener büyük bir çöküntü yaşamakta gibiydi. Yapılan hırsızlık ve yolsuzluğun üzerine yatan Akşener nezdinde YSK’nın kararı utanmazlık ve sivil darbe. Darbelerle aşina olanların dili bu. 15 Temmuz darbe girişimi öncesi meydanlarda “Yurtta sulh, cihanda sulh” diye gezinen bir siyasetçi portresi.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise 7 YSK üyesinin adlarını vererek onlara “Satılık adamlar, çete mensupları” gibi ağır hakaret içeren sözcüklerle saldırması, sadece terbiye ve edep sınırlarının delik deşik edilmesi değil, “iş”i bitiremeden enselenmelerine duyulan öfkenin dışavurumu gibiydi.
Zembereğinden boşalan saatler gibi biteviye çan çan ötmelerinin alt okuması şuydu:
“Kahretsin, yapılan tüm hazırlıklar boşa gitti!”
Dillerine yansıyan nefret ve zehrin sebebini anlıyorsunuz. Büyük bir hazırlık süreci geçirmişlerdi. Tezgâh iyi kurulmuş, tüm garantiler alınmıştı ama işte bir yerlerde hata yapmışlardı. Seçim sistemine duydukları güven nedeniyle ilk başta işi gevşek tutan, ama sonuçların açıklandığı gece birleştirme tutanaklarında ve ilçe seçim kurullarındaki bilgisayar girişlerinde ilk sahtekârlıkları fark eden AK Parti yetkililerinin aniden ayılıp olayın üzerine gideceğini tahmin etmemişlerdi.
Bir diğer hataları da 2018 yılının Mart ayında çıkarılan “Sandıklarda kamuda çalışanların görev alabileceği” yolundaki yasayı unutmaları ya da unutulacağını sanıp 19 bin kişiyi dışarıdan görevlendirmeleriydi.
 
DIŞARIDAN GÖREVLENDİRİLENLERİN LİSTESİNİ KİM HAZIRLADI?
Emeklilik sınırına gelmiş ve network’leri sınırlı ilçe seçim kurulu başkanı hâkimlerin kısacık bir zaman diliminde kamu görevlisi olmayan binlerce kişiyi bulup görevlendirmesi imkânsız. Belli ki bu adamları “birileri” bulmuş ve onların önüne koymuştu. O birileri bazı ilçe seçim kurulu başkanlarıyla telefonla görüşmeler yaptığı tespit edilen Canan Kaftancıoğlu muydu yoksa FETÖ müydü bilemiyoruz.
 
İKİ PUSULAYA VERİLEN OYLAR ARASINDAKİ FARK HIRSIZLIĞI İŞARET EDİYOR
AK Partili kazanan ya da kazanmayan ilçe belediye başkan adaylarına verilen oy ile Binali Yıldırım’a verilen oylar arasında 600 bine yakın bir fark olmasının akılla izah edilir gibi olmadığını biliyoruz zaten. Bu farkı normalize etmek isteyenler “Benim çevremde falanca filanca var, İl genel meclisinde AK Parti’ye, büyükşehirde İmamoğlu’na verdi” sözleriyle bir algı operasyonu yapmakta. Bu türden tekil örnekler olsa olsa ve en iyimser tahminle 50 bini bulabilir ama bunun 600 bin seçmen sayısına tekabül ettiğini söylemek insan aklıyla alay etmek anlamını taşır.
 
TABLO ÇOK NET ORTADA: CUMHUR İTTİFAKININ OYU YÜZDE 60,42
Dün MHP lideri Devlet Bahçeli de hatırlattı. İl genel meclislerine verilen oylar siyasi partilerin asıl karnesini oluşturur.
MHP’nin il genel meclisinde aldığı oy yüzde 18,81, AK Parti’nin ise yüzde 41,61. Toplam yüzde 60,42. Yani halk BEKA Sorunu ile ne demek istendiğini anlamış ve Cumhur İttifakı’na yüzde 60,42 oranında oy vermiş. Muhalefet bu tabloyu görmezden gelip karartarak ya da küçümseyerek İstanbul’da hileyle, hırsızlıkla elde ettikleri başa baş durumdan bir başarı hikâyesi çıkarmaya çalışıp zafer nidaları atıyor. Hırsızlık ortaya çıkarılıp seçimlerin yenilenmesine karar verilince de “mağdur” edebiyatı yapılma yoluna gidiliyor.
Arkasında bir takım karanlık odakların olup olmadığına bakılmaksızın söylemeliyiz ki muhalefet bu türden algı oluşturma çabalarında hakikaten çok başarılı. “Ver yalanı seveyim inanmayanı” sloganıyla hareket ediyor.
Unuttukları şu:
Yalanın da bir istiap haddi var.
 
FUAT UĞUR'UN DİĞER YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ
NAZLI ILICAK'IN İLGİNÇ MEKTUBU
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.