Bu kayıkçı kavgasının bedeli ağır olacak

A -
A +
Saldırıyla birlikte gözler İran’ı çevreleyen ülkelerdeki diğer ABD üslerine çevrildi. Bu üslerin ve askerlerin varlığı ABD açısından avantaj mı yoksa dezavantaj mı henüz belli değil. Bir açık hedef olduğu ortada ama saldırıyla Amerikan topraklarına tecavüz edilmiş sayıldığı için karşı atak da böylece “meşru” kılındı. Lakin herkes ne olup bittiğinin farkında. Donald Trump’ın dün Türkiye saatiyle 19.00 civarında yaptığı açıklama fotoğrafı net biçimde ortaya koydu. Gösterişli, ışık oyunları eşliğinde ve tam kadro Amerikan devletinin yüksek erkânıyla birlikte yapılan basın toplantısındaki konuşma gösterdi ki bu bir kayıkçı kavgası.Trump azil soruşturmasıyla içeride hayli sıkışmış durumda. Başkanlık seçimleri ekim ayında. Bilinen yöntem, Kasım Süleymani suikastı ABD’li demokrat senatörlerin tepkilerinden anlıyoruz ki Amerikan Anglo-Sakson kamuoyunda, Yahudi lobilerinde çok olumlu yankılandı ve nefret duygularını okşadı. İran ise içerideki gösteriler ve yaptırım sonuçlu ekonomik sebeplerden sıkıntılı. Yeniden “millî birlik ve beraberlik ruhu”na ihtiyaç vardı, o da sağlandı. Şimdi ne olacak? Bir kere bu saldırı ve arkasından lafı edilen ABD-İran savaşı savları suya düştü. Basın toplantısında âdeta Amerikan iç kamuoyuna seslenen Trump, Bağdadi’nin öldürüldüğünü hatırlattıktan sonra Kasım Süleymani’nin de yüzbinlerce insanın katili olarak öldürülmeyi çoktan hak ettiğini belirtti. ABD’nin petrol ihtiyacının bulunmadığını, ekonominin iyiye gittiğini söylemeyi de ihmal etmedi. Yani basın toplantısı tam bir ön başkanlık seçimleri konuşmasıydı. Ancak Trump, İran’ın bu tepişmeyi sürdürebilme olasılığına karşı yine de hipersonik füzeleri bulunduğunu söylemeyi ihmal etmedi. Tabii bu tepişmenin taraflarından bir diğeri de İran ve bu ülkedeki Molla Rejimi, eskiden beri takiyyeyi de çok iyi yapar, kayıkçı kavgasına da yabancı değildir. Bu deyimlerini boşuna kullanmıyorum. Hatırlayalım, 1979’da Şah Rıza Pehlevi’yi deviren büyük gösterilerde yalnızca İran’daki Mollaların yönlendirdiği kitleler yoktu. Halkın Mücahitlerinden tutun çok güçlü komünist TUDEH partisine ve liberallere ve sosyal demokratlara kadar milyonlarca insan oradaydı. Ancak Ayetullah Humeyni ve mollaları, ittifak yaptıklarını takiyye ile kandırdı ve bu devrimi çaldı. ABD o vakitler “İslam”ı tehlike olarak değil Sovyetler Birliği’ne karşı açılan cephede avantaj olarak görüyordu. Sovyetleri işgal ettikleri Afganistan topraklarından çıkarmak için mücahidleri Stinger füzeleriyle donatmalarının altında yatan neden buydu. Aynı sebeple Şah Pehlevi’nin yıkılmasına da beklenen tepkiyi göstermediler.  Mollalar ülkeyi “İslam Cumhuriyeti” hâline getirip bunu bir de Tahran’daki ABD elçiliği işgali sonucu “Emperyalist Amerika karşıtlığı” ile taçlandırınca, orada ne olup bittiğinin farkına varamayan dünyadaki sol çevreler bile pek bir heyecanlandı. Sandılar ki İran İslam Cumhuriyeti antiemperyalist ve ABD karşıtıdır. Sonra nasıl olduysa, aradan bir yıl geçmeden, İran ve Irak savaşa (nedenleri çok uzun) tutuştu. Sekiz yıl boyunca anlamsızca savaştılar. Peki, o savaş esnasında Amerikan karşıtı, “Antiemperyalist” İran ne yaptı dersiniz? İsrail üzerinden ABD’den milyonlarca dolar fiyatında silah ve teçhizat satın aldı. Bu olay ABD’de daha sonra İrangate Skandalı diye patladı ve aylarca kongrede soruşturuldu. Irak’ın ABD tarafından işgali ve ülkenin talan edilmesi, yüz binlerce insanın öldürülmesini de İran büyük bir keyifle izledi. Irak’taki Şii nüfusun desteğiyle boşalan alanı dolduracağını ve Irak’ı yönetir hâle gelebileceğini biliyordu çünkü. İran, Barack Obama döneminde de ABD ile anlaştı. Küreselcilerin temsilcisi Obama “Barış” olsun istiyordu çünkü patronlarına para kazandırması gerekmekteydi. Dünya kamuoyunda “İran nükleer silah yapıyor, bu büyük bir tehlike” yaygarasını koparan Yahudi lobisinin emrindeki medyayı ve kamuoyunu mutlu etmek için İran’a bir “nükleer anlaşma”yı imzalattı. Karşılığında da kurdukları DEAŞ ile mücadele adı altında bölgeyi bombalayarak İran’a alan açtı ve boşlukları Kasım Süleymani’nin kurduğu Haşdi Şabi adlı kanlı terör grupları doldurdu. Böylece Irak, kalabalık olan Şii nüfusun da desteğiyle tamamen İran’ın kontrolüne girdi. Hepsi mutluydu. Oysa nükleer silah tartışması çıktığında ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne mesele geldiğinde o dönem orada yedek üye olan Türkiye ve solcu Brezilya hükûmetinin temsilcileri ABD’nin nükleer silah nedeniyle yaptırım uygulanması teklifini veto etmişlerdi. O zaman Türkiye İran’ın yanında yer almış ve hatta Erdoğan “İsrail’in nükleer silahı var da neden İran’ın olmasın, Türkiye’nin olmasın” demişti. Sonrası uzun, bu noktadan itibaren Türkiye’nin başına 15 Temmuz darbe girişimi ve yaptırımlar dâhil gelmeyen kalmadı. İran ise Türkiye’yi yalnız bıraktı. Türkiye bu nedenle yaşanan bu “gerilime” mesafeli ve temkinli yaklaşmalıdır. ABD ile İran arasına ara bulucu olarak bile girmemelidir. Onlar bu “savaş”la bol bol içeriye gaz verirler ama sonunda kavga ederken alttan alta da pazarlık yürütürler. Sen samimi barışçı kaygılarla görüşmeler yürütürken bir bakmışsın anlaşmışlardır.  
Fuat Uğur'un diğer yazısı
BAE Libya’da cami duvarında eşelenirken…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.