Kudüs Müftüsü, Churchill’e neden Ankebût Suresi’nin 46. âyetini okumuştu?

A -
A +
Tarih 1921... Kudüs’te Yüksek Komiserlik binası gergin bir toplantıya ev sahipliği yapacaktı.
Balfour Bildirisi’nin üzerinden 4 yıl geçmişti.
İngiltere Savaş Kabinesi’nin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un, Siyonist hareketin öncüsü Lord Rothschild ile yürüttüğü ortak girişimle Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını amaçlayan bu bildirinin yayınlanmasının ardından, dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler akın akın Filistin’e göç etmeye başlamışlardı.
Ancak Yahudiler devlet kuracakken Araplar için durum belirsizdir. Filistinliler ve Araplar, Osmanlı’ya bağımsız bir devlet kurmak için isyan etmiş ve bu yüzden İngilizlerin yardımlarını geri çevirmemişlerdi ama bu yardımın, onları on yıllar boyunca müstemleke hâline getireceğini idrak edememişlerdi.
Balfour Bildirisi’nin üzerinden geçen dört yıl boyunca Yahudi yerleşimcilerle Filistinliler arasında kısa sürede çatışmalar çıkmaya başlamış ve bu çatışmaların bazıları ölümlerle sonuçlanmıştı. Gerginlik giderek tırmanıyordu. Yahudiler Lord Rothschild başta, diğer Yahudi zenginlerin maddi desteğiyle Filistinlilerin topraklarını baskı ve hile ile satın alıyorlar, yavaş yavaş her yeri ele geçiriyorlardı.
Çatışma ve gerilimin had safhaya çıktığı o yıl, Lloyd George hükûmetinin ta o zamandan yıldızı parlamaya başlayan Savaş ve Hava Devlet Bakanı Winston Churchill Kudüs’e gelmişti. Niyeti, Filistinli Müslümanlar ile Yahudilerin arasındaki gerginliklere bir çözüm bulmak gibi görünse de asıl amacı bir Yahudi devletinin kurulması konusunda, başta Filistinli Müslümanlar olmak üzere kentin diğer “sakinleri”ni ikna etmekti.
Bu sebeple düzenlenen toplantıya tüm dinlerin ve mezheplerin temsilcileriyle birlikte Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni de katılmıştı.
İlk önce Keldani Cemaati Temsilcisi Monsenyör Sayyur söz alarak “Ekselansları bilin ki Yahudilere karşı herhangi bir düşmanlık hissi beslemiyoruz. Filistin’e misafir ya da felaketzede olarak gelmeyi arzu ediyorlarsa onlara kucak açarız. Ama topraklarımızın bir Yahudi vatanına dönüşmesi fikrine tahammülümüz yoktur. Buna müsaade etmeyeceğiz” dedi. Churchill şaşırmıştı, purosunu ağzında çevirdikten sonra başını sallayıp “Filistinli Hıristiyanlar kendilerini Arap gibi mi görüyorlar, bunu mu anlamalıyım?” diye sordu. Monsenyör Sayyur oturduğu yerden cevapladı onu:
“Sayın Bakan, Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında bir çekişme yok. Asırlar boyunca birlikte yaşamaları bunu kanıtlamakta. Yahudiler ve Araplar arasında da bir sorun olmadı. Cordoba ve Granada kentlerinin o kutlu dönemlerini hatırlatmama gerek var mı?”
Churchill rahatsız olmuştu. Konuşmak üzere tam ağzını açtığı sırada Müftü Hacı Emin el-Hüseyni aniden ayağa kalkarak Churchill’e “Sayın Bakan, Monsenyör Sayyur’un sözlerinden şüphe ediyorsanız şayet, size Kur'ân-ı kerimdeki Ankebût Suresi’nin 46. âyetini okuyayım” dedi ve devam etti:
“Biz, hem bize indirilene iman ettik, hem de size indirilene. Ve bizim İlâhımızla sizin İlâhınız bir. Şu kadar ki, biz yalnız O’na teslim olmuşuz.”(*)
Müftü sözlerini “Biz Arapların, memleketinizin, yani İngiltere’nin bir bölümünü yabancılara vermemizi nasıl karşılardınız?” sorusuyla sürdürdü. Churchill cevap vermedi.
Müftü Hacı Emin el-Hüseyni devam etti:
“Cevap vermiyorsunuz. Eğer Siyonistler Filistin’e alelade ziyaretçiler olarak gelselerdi, kimin Yahudi olduğu ya da olmadığı sorun hâline gelmezdi. Biz Filistin’in Yahudiler için bir vatana dönüştürülmesi fikrine karşıyız. Yahudi’nin Yahudi olması Araplarda düşmanlık hissi uyandırmamıştır. Savaştan önce tüm Yahudiler yurttaşlık haklarından ve ayrıcalıklarından diledikleri gibi faydalanıyorlardı. Meselenin dinsel olmadığı ortada.”
Churchill bu etkili konuşmanın ardından yanında bulunan Kudüs Valisi Sir Ronald Storrs’a doğu eğilip “Sözünü ettiği Sûre neydi” diye sordu. Storrs “Ankebût bayım. Örümcek anlamına geliyor sanırım” diye bilgi verdi.
Evet, Ankebût örümcek manasına geliyordu ama bu ismin sebebi, aynı Sûre’nin  41. âyetinde belirtildiği üzere kâfirlerin işleri ve çevirdikleri dolapların örümcek ağına benzetilmesiydi. Storrs bu bilgiyi doğal olarak Churchill’e aktarmamıştı.
Churchill sıkılmıştı besbelli, 120 kiloluk gövdesini kımıldatarak konuştu:
“Sizi dinledim. İki cemaat arasında olabilecek gerginliği biraz abarttığınızı düşünüyorum. Yahudiler ve Araplar, zaten sizler biraz da kuzen sayılırsınız, öyle değil mi? Her ne olursa olsun İngiltere’nin Yahudi göçünü sona erdirmesi ve 2 Kasım 1917 tarihli Balfour Bildirisi’nde öngörülen Yahudi vatanı kurulması kararından vazgeçmesi söz konusu değildir.
Sonra Vali’ye döndü:
“Tea time Storrs, isn’t?”(**)
Bir yazımda Albert Einstein’ın bu sözünü alıntılamıştım. Yine aynını yapıyorum:
“Dünyayı kötüler değil, hiçbir şey yapmadan onları seyredenler felakete sürükleyecek.”
…..
(*) Âyet bu hâliyle, yazım için istifade ettiğim Fransız Yazar Gilbert Sinoué’nin iki ciltlik Yasemin Kokusu adlı kitabındaki gibidir. Ankebût Suresi’nin 46. âyetinin tefsiri Diyanet yayınlarında şöyle: “Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir (aynı ilahtır). Biz sadece O'na teslim olmuş kimseleriz." Kitap ehliyle, -haksızlık edenleri dışında- en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: "Bize indirilene de size indirilene de inandık. Tanrımız ve tanrınız birdir, biz de O'na teslim olanlarız."
Daha detaylı okuma yaptığınızda bu sûrenin iniş sebebinin dönemin hangi şartlarıyla bağlantılı olduğunu görebilmeniz mümkün olacaktır. Dinler arasındaki ilişkilere dair çok önemli tarihî bilgiler var.
(**) Çay saati Storrs, değil mi?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.