KKTC’nin tanınmasında Türk Cumhuriyetleri ve Abhazya örneği

A -
A +
Dün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümüydü. Tarihi hatırlayalım yeniden; 15 Kasım 1983. İlk Cumhurbaşkanı da Rauf Denktaş’tı. Rauf Bey'le herkesin bir anısı vardır. Kendisinin pek çok basın toplantısına katılmış bir gazeteci olmama rağmen unutamadığım olay, onunla 1992 yılında KKTC’ye yaptığımız seyahat esnasında karşılaşmamızdı.
Küçük bir grup gazeteci ve televizyoncu olarak Rum asıllı şarkıcı Fedon’la Kıbrıs’a “barış” gezisi yapmıştık. Asıl amacımız Fedon’un konserini izlemek değildi kuşkusuz. Önce stratejik öneme sahip Dipkarpaz burnuna, daha sonra da güvenliği Birleşmiş Milletler askerleri tarafından sağlanan, Türklerle Rumların bir arada yaşadığı Yeşil Hat içindeki Pile köyüne gitmekti.
Dipkarpaz’ı gördükten sonra yol üzerindeki bir lokantada mola verdik. Pile işi biraz zor görünüyordu. Aldığımız bilgiye göre BM askerleri köyün sakinleri dışında giriş çıkışa izin vermiyordu. Neredeyse vazgeçmek üzereydik. Sonra birden lokantaya Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ailesiyle birlikte geldi ve bir masaya geçtiler. Şu işe bak dedik. Fırsat ayağımıza gelmişti. Hemen aramızdan biri gidip kendisine Türkiye’den gelen gazeteci grubu olduğumuzu, Pile’yi görmek istediğimizi, bu konuda yardım istediğimizi iletti. Yemekler bitti, Rauf Bey kalktı, ailesini diğer araca bindirip gönderdikten sonra bize dönüp “Beni takip edin” dedi... Hızlı bir yolculuktan sonra Pile’ye vardık. Denktaş rahatlıkla girdi tabii ve bizi de içeriye aldı.
Pile, Larnaka’nın 12 kilometre kuzeydoğusunda, sakin, hatta ıssız, insanların pek sokakta görünmediği bir köy. Türkleri aradık, bazılarıyla sokak kapısından konuştuk. Tedirgindiler. Sonra da Rauf Bey bizi köyün kahvesine götürdü. Bildiğiniz bir kıraathane işte. Köylüler masalara oturmuş dört kol kâğıt oynuyor. Ama içeriye girmemizle birlikte garip bir hava esti. Meğer Rumların müdavimi olduğu bir kahveymiş. Rauf Bey kahvehane sahibini tanıyor olmalı ki, onunla Rumca konuştu... Bir masaya oturduk. Kahveler geldi. Duvarlara baktım, Kıbrıs’ı Rum devleti olarak gösteren haritalar asılı. İnsanları izledim. O düşmanca bakışları unutmam mümkün değil.
Oysa Pile, bana Kıbrıs’ta Türklerle Rumların barış içinde bir arada yaşayabileceklerine dair umudu besleyen bir örnek gibi gelmişti. Öyle ya Türk insanı geçmişte yaşanan acı olaylara rağmen Rum yemeklerini sever, onların Türk kahvesine “Yunan kahvesi” demesiyle alay eder ama üzerinde durmaz, Rumca şarkılarla coşar, adalarda tabak kırar, Yunanistan gezilerinde rastladıkları mübadil Rumlarla sohbetlerini ballandırarak anlatıp empati yapar ama sonuçta hiçbir şey değişmez. O düşmanca, kin ve nefret dolu bakış, o gözlerde durmaktadır. Siz istediğiniz kadar Annan Plânı’nı kabul edin, referandumda EVET oyu verin, onlar reddederler çünkü Ada’nın tamamını istemektedirler. Rum faşistleri katliam yaparken “Halkların eşitliği, dostluğu” sloganını dilinden düşürmeyen Rum tarafının en güçlü partisi Komünist AKEL kılını kıpırdatmaz, kendi faşistlerinin katliamına sessiz kalır. İstisnaları azınlıktadır. Sağcısı solcusu, faşisti, komünisti; hepsi aynıdır.
Kısacası artık İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM’den başkası için umut kalmadı Kıbrıs adasında. Bu yüzden KKTC’nin en azından DOST DEVLETLERDEN başlayarak tanınması için Türk Dışişleri ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan adım atmalıdır.
Bu bakımdan Türk Devletleri Konseyi (TDK) zirvesinde açıklanan sonuç bildirgesinde KKTC için diplomatik bir dille “Kalıcı ve adil bir çözüm için görüşmelerin sürdürülmesi” mealinde yazılmış ifadeler yer alması bir hayal kırıklığı oldu.
Türkiye’nin dostlarının elini tutan mı var peki?
Öyle görünüyor ki var.
O hâlde Türkiye bu konuda adım atmalı. Türk devletleri KKTC’yi tanımalı ama vermeden alamayacağımızı da bilmeliyiz. Bu arada bazı “dostlarımız” tarafından da sırtımızdan hançerlenmemeliyiz. Örneğin biz hâlâ Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada Rumlara “İşgalin ne olduğunu çok iyi biliriz, bu yüzden sizi çok iyi anlıyoruz” diyerek jest yapan, Doğu Akdeniz’de “Türk kışkırtıcılığı” konusundaki ortak bildiriye destek veren FİLİSTİN ELÇİSİ varken bu ülkeye yardım yağdırıyor ve destek veriyoruz. Ne pahasına üstelik. Filistin devleti Türkiye’den bu skandal ve düşmanca konuşma nedeniyle özür diledi mi?
Peki, dünyada Rusya başta 10’a yakın ülkenin tanıdığı Abhazya, KKTC ile resmî ilişki kurmak isterken bizim Dışişleri neden engel koyuyor? Üstelik Abhazya’nın durumu uluslararası hukuka göre çok net. 1994’te Abhazya Parlamentosu’nun Abhaz, Rus, Ermeni ve Rum milletvekilleriyle aldıkları bir bağımsızlık kararı bu. Bunun üzerine kifayetsiz emperyalist Gürcistan Abhazya’ya saldırdı, boyunun ölçüsünü aldı. Çünkü Sovyetler Birliği’nin 1921’deki kuruluş Anayasa’sında “Abhazya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” adıyla bağımsız bir Sovyet Cumhuriyeti oldu. Kendisi de bir Gürcü olan Stalin, 1931 yılında Abhazya’nın bu statüsünü elinden alıp Gürcistan’a bağlı bir otonom özerk cumhuriyet hâline dönüştürdü. Eğer Stalin bu statüyü gasbetmeseydi, Sovyetler Birliği dağıldığında Abhazya da tıpkı Gürcistan, Özbekistan, Azerbaycan gibi bağımsız bir devlet olacaktı. 1994’te işte bu hakkını geri aldı.
Türkiye’nin KKTC ile Abhazya arasındaki ilişkiye izin vermesi Türkiye-Rusya ilişkilerinde Türkiye’yi çok daha güçlendirecek yeni bir sürecin başlangıcı olabilir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.