Faiz-enflasyon sarmalı ve iktidara tutulacak hakikat aynası

A -
A +

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşmalarında “Enflasyon bir sonuçtur, faizi düşürürsen enflasyon da düşer” diyor.

Döviz spekülatörlerinin, IMF’ci mandacı iktisatçıların tezini biliyorsunuz.

Dövizi düşürmek istiyorsan faizi yükselt.

Ama az çok memleket meselelerini dert edinen bazı ekonomistler ise şunu ifade etmekte:

“Faizi yenmek için önce üretime yöneleceksin ve böylece arz fazlası vereceksin. Arz fazlası olunca zaten fiyatlar ve enflasyon düşer; arkasından faiz ve kurlar düşer.”

Peki, güzel de yüksek faizle arz fazlası nasıl ortaya çıkacak? İş adamı yüksek faiz nedeniyle kredi alamayınca nasıl yatırım yapacak ve üretime yönelecek?

Çiftçi yüksek faizle kredi aldığında nasıl kazanacak ve ne üretecek?

Bu soruların da cevaplarını vermek lâzım o vakit.

“FAİZ VE ENFLASYON BİRBİRİNİN SEBEBİDİR” dense anlarım. Ama devletin enflasyonu düşürmek için faizden başlaması gerektiği de ortada.

Dikkat edin.

ABD de aynı şeyi yapıyor ve ENFLASYONU DÜŞÜRMEK İÇİN FAİZİ YÜKSELTMİYOR.

ABD’de yıllık enflasyon yüzde 1 ya da yüzde 1,5’lardan son yılların en yüksek seviyesine çıktı. Bu ay itibarıyla yıllık yüzde 6,2 seviyesini gördü ki daha da yükseleceğe benziyor. ABD’de politika faizi yüzde 0-0,25 bandında. Yok denecek kadar düşük yani.

FED Başkanı Jerome Powell ne dedi önceki gün:

“Enflasyonda sorun ve dengesizlikler görmediğimiz sürece faizi yükseltmeyeceğiz..."

Powell 2019 yılında da "Faizleri artırmak için enflasyonun artması lazım" demişti. Oysa enflasyon ile faiz arasındaki bant tam 6 puan. Ama FED altı kat artan enflasyonu bir sorun olarak görmüyor.

Türkiye’de de enflasyon ile faiz arasındaki bant, rakamlar farklı olsa da neredeyse aynı. Türkiye neden faizi yükseltsin?

Üstelik Türkiye dünyada GSMH ve borçluluk oranı en düşük (Yüzde 1,7) olan ülkelerin başında geliyor.

Yıllık dış ticaret açığımız şu anda 18 milyar dolar. Hani o 2010’lu yıllarda, Babacan’ların sıcak para döneminde dolar henüz 1,6 lira filanken dış ticaret açığımızın 106 milyar dolar olduğunu hatırlatalım da aradaki farkı anlayın. Dahası iki aydır MİLYARLARCA DOLAR CARİ FAZLA vermeye başlamışken, makro ekonomik göstergeler sürekli pozitif yönde yükselirken FAİZİ YÜKSELT diye tutturmanın tek bir açıklaması var:

“Biz paralarımızı faiz gelirlerine yatırdık, sen düşürdükçe milyarlarca lira ve dolar kaybediyoruz. Bunu senin burnundan fitil fitil getirir ve dolar spekülasyonu ile dövizi artırıp seni halkla karşı karşıya bırakırız...”

Ama majör sebep belli.

Sayayım mı Doğu Akdeniz ve Suriye’den başlayarak?

Ezberlediniz değil mi Küresel Çete’nin asıl sıkıntısını?

TEKRARLAMAMAK İÇİN HATALARI HATIRLAYALIM

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan işte bu yüzden hedef.

Doğru bir yol izliyor şu anda.

Ama geç kalarak. Daha başka hataları da var şüphesiz.

2018 seçimlerinin hemen ardından şimdiki ekonomi politikayı uygulamaya başlasaydı bugün çoktan emperyalist spekülatörlerin bize dayattığı döviz-faiz sarmalından çıkmış olacaktık.

Nitekim dövizi belli bir seviyede tutmak için Merkez Bankası’nın müdahaleyle rezervlerden döviz kullanmaması gerekirdi. Tıpkı bugünkü gibi direnmeliydi.

Çok güzel fikir ve uygulamalıydı. Kredi Garanti Fonu’nda (KGF) toplanan on milyarlarca liradan üretimi ve istihdamı artırarak enflasyonu düşürmek için büyük küçük iş adamlarına, KOBİ’lere bol bol kredi verildi. Ama Doğrudan Borçlandırma Sistemi (DBS) yöntemiyle verilmediği için bir sürü iş adamı kılıklı çakal, aldıkları kredilerle yatırım yapıp istihdam oluşturmak yerine altın ve döviz almayı tercih ettiler. Böylece devletin KGF eliyle verdiği kredinin devlete döviz artışı ve enflasyon olarak geri dönmesine katkı sağladı bu ahlaksızlık! DBS olsaydı hiçbir kaçak olmaz, yalnızca üretenler bu krediyi almış olurdu.

Halkta Türk Lirası’na karşı söylenen sözler ve uygulamalar yüzünden bir güvensizlik oluştu.

Naci Ağbal gibi fikriyatı belli bir ismi Merkez Bankası’nın başına getirip, faizi yükseltip, sonra onu ansızın görevden alıp, dövizin 07.20’den 08,75’e yükselmesinin nasıl bir izahı olabilirdi ki?

Verilen sözlere güvenip dövizini bozdurarak Türk Lirası’na yatıran insanlarda güvensizlik olmadı mı bu yüzden?

Şu an döviz tevdiat hesabı DTH) 250 milyar dolara yaklaştı. Neden sizce? 

ŞİMDİ NE OLACAK VE NE YAPILMALI?

Şunu bilelim:

1-Enerji faturamız kabaracak. Bu enerji maliyeti üretime kesinlikle yansıtılmamalı. Katar, Azerbaycan ya da İran’dan ithal ettiğimiz sıvı enerji kaynağını TÜRK LİRASI KARŞILIĞI almak için görüşmeler yapmalıyız.

2-Üretime dayalı ARA MAL İTHALATI pahalanacak. Bu yüzden şimdiden ara malların Türkiye’de üretimi için teşvik kredileri verilmeli.

3-Kurlar böyle yükselince başta zincir marketler ve tedarik zincirleri olmak üzere tüm firmalar fırsat bu fırsat deyip, DAHA ÖNCEDEN STOKLADIKLARI MALLARA zam üstüne zam yapacaklar. Buna engel olunmalı. Rekabet Kurulu’na güveniyorum bu konuda.

4-Fakirleşme artacak. Halkı bu mücadelede ezdirmemek gerek. Diğer yazımda ifade ettiğim gibi, sokağa dökülenler iki büyük şehrin yoksul semtlerinde oturanlar değil, zengin semtlerinde olanlar. Bunun kıymeti bilinmeli ve halk korunmalı.

5-Bu yol haritasındaki en önemli sorun faiz-enflasyon sarmalı. Çözüm için pek çok ekonomistin söylediği şu öneri son derece önemli:

Türkiye’nin sorunu talep enflasyonu değil artık maliyet enflasyonu.

Üreticilere düşük faiz verip tüketim harcamalarının kredi faizleri yüksek tutulabilir.

 

ABD, Türkiye’ye “demokrasi” getirmeye TÜRK parasına saldırarak başladı

Dünyanın “Ali kıran baş kesen”i ABD, Türkiye’deki muhalefete, FETÖ ve YPG’ye verdiği sözü tutmak, Türkiye’ye “demokrasi” getirmek için kararlı adımlar atmaya başladı!

Tıpkı Vietnam’a, Şili’ye, İran’a, Arjantin’e, Nikaragua’ya, Bolivya’ya, Afganistan’a, Suriye’ye, Irak’a ve Mısır’a getirdiği gibi.

Söylemişti zaten adam, “Türkiye’ye demokrasinin gelmesi için bu kez darbe değil, demokratik yolları deneyeceğiz” demişti.

İşte Türkiye’ye yapılacak “demokrasi” müdahalesinin ilk adımı döviz spekülasyonlarıyla başladı. Diğer “konvansiyonel” yöntemleri kullanmayacaklarının da garantisi yok. Yunanistan’da kurdukları üslere getirdikleri silah ve teçhizatlara bakılırsa bu tehdidi hiç de küçümsememeliyiz. Baktılar başka türlü olmuyor, halkı da cezalandırarak artık bu iktidarı yıkacaklarına kesin kanaat getirdiler.

Bir muhalif televizyonda konuşan CHP milletvekilinin şu sözlerini hiç unutmayalım:

“Eğer demokratik girişimlerle bu iktidarı düşüremezsek, Türk halkını da cezalandırabilecek uluslararası girişimler yapılacak.”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yürütülen ekonomik politikanın bir “Ekonomik kurtuluş savaşı” olduğunu söylüyor. Muhalefet ise bu sözle alay etmeye çalışıyor. Oysa küresel finans çeteleri ve faiz çakalları paramıza saldırıyor. Paramızın adında TÜRK geçen Türk lirası değil mi? MİLLΠPARA değil mi bu? TÜRK PARASI’na saldıranlarla mücadele neden millî ekonomik kurtuluş mücadelesi olamıyor?

Ve iki büyük ilimizin; İstanbul ve Ankara’nın en varlıklı ve zengin semtleri olan Çankaya, Kalamış, Kadıköy, Caddebostan gibi bölgelerinin sakinleri açlık ve yokluktan dolayı tencerelerle sokaklara çıktı önceki akşam. Doların 13.00 TL’yi geçmesi nedeniyle “AKP istifa” diye bağırıyorlardı sokaklarda. Türkiye’deki 236 milyar dolarlık döviz tevdiat hesabının önemli bölümü önceki akşam sokağa çıkıp bağıranların hesaplarındaydı ama olsun. Vatan sevgisi böyle bir şeydi...

Kolonize edilmiş zihniyet bu. Batı’nın Türkiye’deki en önemli başarısı. Zihinleri esir aldı, kendisiyle aynılaştırdı. Muhalefet eksenine bakın. Millet İttifakı’nın bir kanadı zaten alenen FETÖ partisi, diğeri “Yeni Başkan olacak Biden’den Türkiye’ye demokrasi getirmesini isterim” diyecek kadar kendinden vazgeçmiş biri.

Hakikaten ülkemizin işi çok zor.

Nutuk’ta bir ülke için “ÜÇ CEPHE”nin çok önemli olduğuna dikkat çekiliyor:

DIŞ CEPHE, ASKERΠCEPHE VE İÇ CEPHE...

İlk ikisinin ihmal edilmemesi gerektiği ama asıl önemli olanın İÇ CEPHE olduğu vurgulanıyor. Millî Mücadele esnasında yaptığı da buydu. 1924 anayasası ile bozulan 1921 Anayasası’nda İÇ CEPHE’nin ne denli önemli olduğu, ittifakların bileşiminden anlaşılıyordu. İttihatçısından inkılapçısına, komünist ve sosyalistinden Kürt, Çerkes ve Laz’ına, liberalinden 'İslamcı'sına ve dindarına kadar herkes o İÇ CEPHE’nin bileşeni oldu ve öyle kazanıldı İstiklâl Harbi...

Mustafa Kemal’in en büyük hatası, Batılılaşma derken hayatımıza Batı’nın teknoloji, sanayii ve bilimini sokmayı kastettiğini, bunu bağımsızlığımızı kaybetmeden yapacağımızı yeterince anlatamamasıydı belki de. Ya da o anlattığı hâlde kendisinden sonra gelen “Atatürkçüler”in bunu tamamen unutturup bizi emperyalizmin kucağına atmasıydı sorun. Örneğin İsmet İnönü’nün onun adını paralardan ve kamu binalarından kaldırıp ABD’yle eğitim anlaşmaları  (Fullbright prangası) ve Marshall “yardımı” anlaşması adı altında ekonomik kölelik anlaşmaları yapmasıydı bizi bu noktaya getiren.

Gezi’de sokağa dökülenler, CHP’deki PKK ve FETÖ seviciliği ve nihayet Türk Lirası’na yönelik bu saldırılar sonucunda sokağa dökülenler İÇ CEPHE’mizin ne denli kırılgan olduğunun göstergesi. Üstelik İÇ CEPHE’nin önemine işaret eden Atatürk’ün kurduğu partiyi; CHP’yi ele geçirerek yapmaya başladı bunu küresel çete ve aparatları.

Kavga büyük.

Yapılması gereken belli.

İÇ CEPHE’yi büyütmek ve konsolide etmek.

Kime karşı olduğunu artık söylemeye gerek var mı bilmiyorum...

 

Fuat Uğur'un diğer yazısı
ABD, Türkiye’ye “demokrasi” getirmeye TÜRK parasına saldırarak başladı

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.