Kara bulutlar Rusya semalarında

A -
A +

Dr. TELMAN NUSRETOĞLU
t.nusretoglu@mail.ru
Türk İslam Araştırmaları Merkezi Başkanı

Rusya semalarında kara bulutlar dolaşıyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, küresel çatışmanın eşiğinden dönülen kritik soğuk savaş dönemi istisna olmakla hiçbir zaman hava bu kadar puslu ve barut kokulu olmamıştı. ABD Başkanı D. Trump “savaş kabinesine” son atamaları yaparken kuytu dehlizlerde istihbarat savaşları da şiddetlenerek devam ediyor. Putin’in başkanlık seçiminden bir gün önce Rusya Savunma Bakanlığı, Akdeniz ve Fars körfezindeki ABD gemilerinin saldırıya hazırlandığı yönünde bir açıklama yapmıştı. Esad rejiminin Doğu Guta’da kimyasal silah kullanabileceğiyle ilgili tartışmalar alevlenirken ve ABD bu meseleyi BM Güvenlik Konseyi’nin olağanüstü toplantısının gündemine çıkarırken, Rusya da bu adı konmamış savaşta Doğu Guta etrafında gelişen süreci dikkate alarak askerî-siyasi mevzilerine yapılacak yeni saldırıyı da buradan beklemekteydi. Rusya medyasına yansıyan haberlere bakarsak, Rus istihbarat birimleri ve özel kuvvet ekiplerinin hızlı bir askerî operasyon gerçekleştirerek Doğu Guta’daki kimyasal silah deposu ve üretim laboratuvarını ele geçirmesi, soğuk savaşın yeni hamlesinin Londra’dan yapılmasına neden olmuştur. MI6 ve KGB’ye aynı zamanda ajanlık yapabilmiş maharetli Rus ajanı Sergey Skripal ve kızı Yuliya’nın yine kimyevi bir maddeyle İngiltere’de zehirlenmesi olayından bahsediyorum. Rus istihbaratının da dışarıdaki ve içerideki etkili şahıslara, özellikle muhaliflere karşı suikast ve zehirlenme olaylarında sicilinin oldukça bozuk olduğunu dikkate aldığımızda Skripal etrafında gelişen sürecin hakikatini çözmek kolay gözükmüyor. Üstelik Rusya yönetici elitinde Putin hâkimiyetinde ve sonrasında daha güçlü pozisyon uğrunda derin bir mücadelenin olduğunu, Batı’yla iş birliğine can atan grupların da etkinliğini düşünürsek içerideki farklı görüşleri korkutmak, merkezi yapıyı güçlü tutmak için iş birlikçilere yönelik bu tür adımların atılabileceği de ihtimal dâhilindedir.
Skripal olayının artık bütün cephelere yayılan Rusya-Çin ittifakıyla ABD’nin başını çektiği Batı bloku arasındaki derin savaşın daha da alevlenmesi için bahane rolü oynadığı açıktır. Hızlı bir şekilde dünyanın 20’ye yakın ülkesinin 100’ün üzerinde Rus diplomatını sınır dışı etmesi, Rusya’nın ABD’deki konsolosluklarından ikisinin tamamen kapatılması, BM çalışanları da dâhil 60 Rus diplomatının ülkelerine geri gönderilmesi, soğuk savaş yıllarında bile yaşanmamış bir olaydı. NATO üyesi 29 ülkenin verdiği demeçte ilk defa NATO sınırları içinde olan bir ülkede Rusya’nın tehlikeli kimyasal maddeyle saldırması gibi ifadelerin yer alması da durumun kritik safhada olduğunu ortaya koyuyor. Bazı araştırmacıların Azerbaycan gibi ülkelere de dayatılmak istenen Avrasya Birliği projesinin aktüalitesini de dikkate alarak Kırım işgali, Ukrayna ve Suriye müdahalesinin ardından sıranın daha katı bir biçimde eski Sovyet Cumhuriyetlerine geldiğini, artık Rusya’nın yayılmacı politikalarının durdurulmasının elzem olduğunu ifade etmesi de dikkate alınmalıdır. İşte böyle bir ortamda, içeride ambargonun getirdiği ekonomik çöküşle boğuşan Rusya, dışarıdan da güçlü bir şekilde kuşatılıyor. Rusya’nın nükleer güç olmasına, modern silahlar üretmesine mütemadiyen vurgu yapması da işe yaramıyor. ABD, Rusya’nın kendi sınırlarına çekilmesini ve Suriye’de, İran meselesinde taviz vermesini istiyor. İşte Orta Doğu’da gelişen böyle bir jeopolitik ortamda Rus muhabir, Putin’e bu zor şartlar altında “müttefiklerimiz” olan Türkiye ve İran’a ne kadar güvenebiliriz sorusunu yöneltiyor. Putin’in cevabı yeni ittifak üçgenindeki manzarayı da ortaya seriyor: “Bu devletlerden her birinin de kendi millî çıkarları vardır...”
Şimdilik Suriye’nin toprak bütünlüğü ve bölgeye yönelik sömürgeci projelerin bertaraf edilmesi konusunda her üç ülkenin de çıkarları örtüşüyor. Ancak bu ittifakın ve dünyada gelişen yeni dengenin de kilit ülkesinin Türkiye olduğu açık bir gerçek. Ankara küresel kutuplar arasındaki savaşın geleceği açısından da stratejik konuma sahiptir. Şüphesiz Rusya ve İran’la iş birliğini geliştirerek Suriye’den Karabağ’a, Gürcistan’a kadar geniş coğrafyalarda var olan sorunların uzlaşmayla çözülmesi, dış müdahalelerin önlenerek bölgeye barış ve istikrarın getirilmesi, başta Türkiye’nin arzusu. Çünkü bu barış ortamı ve sorunların adaletle çözülmesinden en kârlı çıkacak yine Avrasya’nın Türk gücüdür. Fakat Rusya ve İran’ın sadece Ermeni meselesini ele alırsak bile nasıl o sorunu aktif bir şekilde Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı kullanmaya devam ettiğini, Rus devletinin asırlardır Türk coğrafyalarına yönelik yayılmacı politikalarından vazgeçmediğini, İran’ın Orta Doğu’daki mezhepçi faaliyetlerini hâlâ düzeltmeye yanaşmadığını da göz önünde bulundurursak Suriye’de gelişen ittifakın stratejik karakter alması zor gözüküyor. Türkiye ilkeli duruşu ve komşuluk ilişkilerine verdiği önem dolayısıyla en zor zamanlarında İran da istikrardan yana tavır aldı. Bölgenin ve İslam dünyasının çıkarları için Amerika-İsrail-Suudi Arabistan üçlüsünün oluşturduğu İran karşıtı ittifakta bulunmadı. Bu duruşunun öneminin, güçlü Türkiyesiz İran’ın da kurtlar sofrasına yem olacağının Tahran tarafından idrak edilmesi, Irak ve Suriye sahasında emperyal projeleri bertaraf etmek için cansiparane mücadele eden Türkiye lehine sahaya yansıtılması ittifakın geleceği için şart. Rusya konusunda da durum farklı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Birliği ile ilişkilerin normalleşmesi için karşılıklı çabanın sürdüğü bir dönemde insani dayanışma ve ilkeli duruş örneği sergileyerek, Batı blokunun kuşatması altında bulunan Rusya lideri Putin’e telefon açarak bir nevi el uzatıyor. Rusya’nın zor zamanında Ankara’nın bu duruşu kuşkusuz Rus kamuoyunda da takdirle karşılanmaktadır. Fakat İstanbul’da yapılacak üçlü zirve öncesinde Amerika, Türkiye’nin bölgesel tezlerine daha yakın durmaya çalışarak Rusya-Türkiye-İran ittifakından koparmak için tavize hazırlanırken; Rusya ve İran’ın, Suriye’nin siyasi geleceği konusunda Ankara’nın tezlerini göz ardı etmesi büyük bir hata olur.
Hülasa bölgenin ve dünyanın kritik kararların eşiğinde olduğunu ifade etmek mümkün. Ancak konjonktürel gelişmelerden bağımsız olarak İngiltere’nin, ABD’nin, İsrail’in olduğu gibi Türkiye’nin lokomotifliğinde Türk dünyasının da kendi Rusya, İran politikasının olması, Türk önderliğinde ilişkilerin pekiştirilmesi için çaba harcamaları şart. Özbekistan’daki malum iktidar değişiminden sonra Türk Cumhuriyetleri devlet başkanlarının 10 yıl aradan sonra hiçbir arabulucu devlet inisiyatifi olmadan istişare toplantısı yapmaları, aralarındaki sorunları milimize ederek iş birliği imkânlarını geliştirmek için kararlar almaları önemli gelişmedir. Zira Türkiye’yle Azerbaycan arasında da kardeşlik bağlarının her geçen gün daha da güçlendiğini müşahede etmekteyiz. Balkanlardan Kafkaslara yüzünü Türkiye’ye çevirmiş büyük bir coğrafya söz konusu. Rusya, etrafında yaranan bu çetin jeopolitik durumda Orta Asya’dan Orta Doğu’ya Ankara’yla iş birliğine muhtaç...
Oluşturulacak ortak konsorsiyumlarla Türk cumhuriyetlerinin doğalgaz ve petrolü Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşınabilir. Karabağ başta olmakla fiilî işgalin sona erdirilmesi, sorunların çözümü ve Avrasya’nın güvenliği için bir Türk-Rus askerî gücü de oluşturulabilir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.