HAZRETİ MEVLÂNA’DAN DERSLER… Ayrılık mı, yoksa birlik mi?

A -
A +

Prof. Dr. KEMAL YAVUZ
kemalyavuz05@gmail.com

Tarih bu iki kelime ile ilerler. Birinin durduğu yerde diğeri devreye girer. Ayrılık, hasret ve hüzün getirir, kavuşmakta sevinç var; bu birinci manası. Ayrılık dağılmak, düğümün çözülmesi demek... Lif lif olan ipin başındaki düğümü çözdüğünüz zaman bunun farkına varırsınız. Tekrar bağlamazsanız darmadağın olur. Düğün de, bağlamak demek, nikâh da öyle. Bunun sonunda bir yuva kurulmuştur. Bu düğümü çözünce ortada ne kalır: Ayrılan anne ve baba; dökülüp saçılan muhtaç çocuklar... Sonra yalnızlık ve perişanlık içinde bir ev; Bu da bir başka mana...
Bu durumu komşulara, mahalleye taşıyalım. Herkesin duyup bildiği, düşmanın sevindiği, dostun üzüldüğü fitne. Bu da üçüncü mana. Şimdi gidecek yeriniz var mı? Bunu bir millete, bir devlete taşıyın, düşman karşısında düşman. Hani biz dost idik, hani biz birbirimizin iyiliğini düşünüyorduk? Hani fikirlerimize saygı gösterecek, onların çarpışmasından zaferler elde edecektik? Düşman bunu ister mi, istemez. Her iyiliğin, her güzelliğin içine bir fitne sokar. Her fitne bir kıvılcım olur, her kıvılcımdan bir ateş yanar. Söndürmezsek yanarız, mahvoluruz. Hani biz bu çakmağı yerine göre zamanı gelince çakacak, faydalanmak için ateşimizi yakacak, sıcak bir hayat sürecek; çakmağı, kavı, taşı çeliği kesenin içinde tutacaktık. Orada uyuyacaklardı. Bu da bir başka mana.
Bilge Mevlâna daha Mesnevi’sinin ilk beytinde ayrılıklardan şikâyet eder. “Neyin sesinden işit, bu ney niçin ağlar, neden yanar? Akıl kulağını aç, bak… Şikâyetinin ayrılıklardan olduğunu gör, ona bak, ona kulak ver” diyor. Gerçekten Celâleddin-i Rûmi’nin yaşadığı zaman ayrılıkların devletin yıkımına kadar gittiği bir durumdur. 1207 yılında doğmuş, Selçuklu devletinin Anadolu’daki üstün ve yüksek zamanını görmüş ama ömrünün yarısına geldiği zaman devletin çatırdadığını, çökmeye başladığını görmeye başlamış, Moğol istilâsını yaşamış bir âlim olarak eserine ayrılıklardan şikâyet ederek başlamıştır. Eserler sokakların aynası olduğuna göre Mesnevi’nin bu beytinden alınacak dersler vardır.
Her şeyden önce ayrılık, iki yönlü bir kelimedir; yüce Mevlâna burayı gizli tutmuş. Bu ayrılık için, Hak’tan ayrılık diyenler, hemen hemen bütün Mesnevî şârihleri yani, Mesnevi’yi açıklayıp anlatanlar, beyti bu yönü ile alıp açıklamışlardır. Bu işin manevi yönü, inanç tarafıdır. Bu ayrılık insanın fert olarak kendinde yaşadığı bir firaktır. Şahıs olarak insanın Hakk’tan ve sevdiklerinden ayrılması hiçbir zaman istenilecek bir şey değildir. Bu şahsın cehenneme gitmesi olur. Bunu Allahuteala hiçbir Müslüman’a vermesin ve bizleri bu ayrılıktan korusun. Âmin.
Ama beyti bir de ilk manası ile gözden geçirelim. Burada “Bu neyin sesini işit, bunun neden ağladığını, niçin yanıp yakıldığını gör; akıl kulağını aç ayrılıkları anlattığını ve bunlardan şikâyet ettiğini duy” der. Sonra da eserinde ayrılıkları, parçalanma ve bölünmeleri konu edinen hikâyelere yer verir. Yahudi Vezir ile Yahudi Padişah hikâyesi bunlardan en ilgi çekenidir.
Hikâyeye bakalım: Hristiyanların çoklukta olduğu bir ülke vardır. İncil daha tahrif edilmemiştir. İnsanlar bu ülkede rahat yaşarlar. Ancak bunları çekemeyen düşmanlar da vardır. Her şeyden önce bu insanların başında bir hükümdar ve veziri vardır. Ancak bunlar nasıl oldu ise bu makamlara gelmiş gizli din tutan Yahudilerdir. Hristiyanların sayısı fazladır; bunların bölünerek parçalanması ve kuvvetten düşürülmesi gerekir. İşte Yahudi vezir, Yahudi padişaha gizlice bir mektup yazar. Mektubunda, halkı toplamasını, kendini çağırmasını ve bu halkın önünde vezirin gizli din tuttuğunu, Hristiyan olduğunu, burnunu yarıp kulaklarını kesmesini, halk arasında kötülemesini ve sonunda da Hristiyanların nüfus bakımından sayıca çok olduğu yere sürmesini ister.
Bu anlaşma üzerine padişah, veziri çağırır. Halkın toplanmasını ister. Herkesin önünde, vezirin Hristiyan olduğunu, gizli din tuttuğunu söyler. Sonra da hileci Yahudi vezirin istediği şekilde, burnunu yarar, kulaklarını keser, âlemin önünde hakaretler eder, cezalandırır ve Hıristiyanların arasına sürer. Hıristiyan halk on iki bölüktür. Her birinin bir reisi vardır.  Bunlar vezirin kendilerinden olduğu için bu cezaya çarptırıldığını ve Hristiyanların içine sürüldüğünü sanırlar. Hâlbuki vezir Yahudi’dir ve Hristiyanlara tuzak kurmayı istemiştir. Onu bu hâlde gören Hristiyan halk, veziri candan kabul eder ve her dediğini, her emrini yerine getirirler. Burada sözü Mevlâna hazretlerine verelim: “Bazı zevk ve hâl sahipleri vezirin sözlerinde bir acılık duydular. O güzel konuşuyordu, lâkin, sözleri zehir karıştırılmış şekere benzerdi. Her bir sözün güzelliğine aldanma, gözünü aç, onda çirkin bir mana olabilir. Kalbi kötü olanın sözleri de kötüdür. Onun gönlü ölüdür, ruhu ebedî olmaz. Allah’ın Aslanı cahillerin sözüne yeşillik çöplüğün ziynetidir dedi. Kim o yeşillikte oturursa elbisesi pis olur. Zevk sahibi ve arif olmayanlar, vezirin hilesine aldanıp gerçeği anlamadılar. O altı yıl padişahtan ayrı kaldı; Hristiyanların koruyucusu oldu. Halk, dinini, gönlünü vezire emanet edip varını yoğunu ona verdi...”
Vezir Hristiyanlığı, İncil’i çok iyi bilmektedir. Artık Hristiyanların en kıymetli varlığı Yahudi vezir olmuştur. Onlara İncil’i ve âyetlerini kendi inancına göre yorumlayıp anlatır. Bu bağlılık çok ileri gider. Günler vezirin aşkı ve onun sohbetinde bulunmakla geçer. Herkes onu görüp sohbetinde bulunmak için can atar. Bu bağlılığın istediği gibi yerine geldiğini gören vezir, beklenmedik bir zamanda uzlete çekilecektir. Uzlete çekilen, herkesle görüşmeyi kesen ve kendi köşesinde oturan Yahudi vezir, her bir topluluğun başı ile de görüşmez. Halk bu durumdan memnun değildir. Onu görmek, sohbetinde bulunmak, sesini işitmek için can atar. Bütün ısrarlarına rağmen vezir, halkın bu isteğini geri çevirir, onlara hiç görünmez olur. Böylece insanların kendisini görme arzusu arttıkça artar. Kapısında günlerce beklerler, fakat vezir halvet ve uzletine devam eder.
Yalnız her grubun başında bulunan on iki kişiyi birbirlerinden habersiz, ayrı ayrı çağırıp, kabul eder. Her birinin eline dürülmüş bir tomar verir ve kendisi hayatta olduğu müddetçe hiç açmamalarını söyler. Bu başlar o yaşadığı müddetçe verilen rulo yapılmış bu kâğıtları açmazlar. Zaten vezir bu hususu sıkı sıkıya tembih etmiştir. O bunda ısrarlıdır, ancak bu tomarlar kendisinin ölümünden sonra açılacaktır. Yahudi vezir inziva hayatına devam eder, halk ise onu görmek, vaazını dinlemek ister. Aradan kırk gün geçmiştir. İşte bu kırk günün sonunda vezir intihar eder.
Artık vezir ölmüştür. Halk günlerce kapısının önünde mezarının başında onun yasını tutar. Vezire candan bağlı olan insanlar darmadağınıktır. Günler böyle geçer gider. Sonunda vezirin yerine geçecek, insanları bir araya getirecek birini ararlar. Şimdi başkan kim olacak? Herkes insanları toplayacak, onları idare edecek, yönlendirecek birini beklerken, ortaya on iki baş çıkar. Her birinin elinde vezirin verdiği belgeler vardır. Her kâğıtta da “Benden sonra yerime seni tayin ettim, vekilim halifem sensin” yazılmıştır. Bunlarınhiç biri vekillikten, başkanlıktan vazgeçmez. Artık Hristiyan cemaatinin arasına bir fitne girmiştir; yalnız bir topluluk iken on iki parça olmuşlardır. Sonunda vezir ve padişah isteklerine kavuşurlar. Azınlık Yahudi cemaati ise yine onları idareye devam eder...''
Mevlâna hazretleri 65-66 senelik ömründe bütün hâdiseleri yaşayan, devleti gören, olup bitenleri bilen bir âlim, bir bilgedir. Onun hayatını ikiye ayırırsak, ömrünün ilk 33 senesinde birlik içinde, kuvvetli bir devlet vardır. O bu zamanda I. Gıyaseddin Keyhusrev (ö. 1211), I. İzzeddin Keykavüs (ö. 1220), I. Alâeddin Keykubad (ö. 1237) olmak üzere, üç büyük Selçuklu hükümdarı görmüştür. Bu zaman birlik içinde kuvvetli bir devlet vardır. Ama tarih 1237 yılından itibaren devlet II. Gıyaseddin Keyhusrev’in eline geçecektir. Artık Selçuklunun, zeval ve idbâr, talihinin geri dönme ve tarihten silinme devri başlamıştır. Bu devir yok olmaya ve gerilemeye yüz tutan zamanları içine alır. Bu da parçalanma vaktidir. 1240 Kösedağ Savaşı, aynı tarihte ortaya çıkan Baba İshak isyanı, şehzadeler arası kavgalar, merkezî idarenin yok olmaya yüz tutması, başta Karamanoğulları olmak üzere beyliklerin ortaya çıkması devletin birliğine büyük zarar verir. Buna bir de Moğol istilasını ve onların zulmünü eklersek Anadolu’daki insanların hâlini siz düşünün.
Yüce Mevlâna dağılmanın ve parçalanmanın zararlarını, bir topluluğu nasıl yok edebileceğini, Mesnevi’sinin üçüncü hikâyesi olan Yahudi Vezir ve Yahudi Padişah hikâyesinde anlatırken, hayatta yaşadıklarını da örneklerle göstermeye çalışır. Birliği ve bundan hiçbir zaman ayrılmamayı, ayrılığın zararlarını anlatır. Bu durum her zaman olduğu gibi günümüz için de geçerlidir. Burada düşündürücü bir durum daha vardır. Mevlâna, Yahudi kavmini seçmiştir. Acaba o Yahudi Vezir hikâyesini niçin seçti?  Herhâlde, bunda da bir tembih ve alınacak dersler vardır...        

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.