Eğitimde nasıl başarısız olunur?

A -
A +
Doç. Dr. Mustafa Şeker
 
 Şimdiye kadar, “eğitim alanında reform” denilince akla hep program değişiklikleri gelmiştir. Fakat mevzu, bu kadar basit ele alınmamalıydı. Program başarılı bir eğitim-öğretim için sadece bir araçtır. Bu araç da ‘motoru’ olmadan hareket edemez.
 
Biz hâlâ ilk zekâ ölçeği olarak Enderun’dan 400 yıl sonra ortaya konmuş “Stanford-Binet Zekâ Testleri”ni  ilk zekâ ölçekleri olarak kitaplarımızda çocuklarımıza öğretiyoruz da bir cümle ile de olsa Osmanlıdaki Enderun’dan bahsedemiyoruz.
 
Ülkemizin eğitim sabıkasının düğümlendiği en mühim noktalar, pozitivist, rasyonalist ve materyalist anlayıştır.
 
 
Başlık ilginç gelmiş olabilir. İçinizde, aslında “eğitimde nasıl başarılı olunur?” denmesi gerekiyordu diyenler bile olmuştur muhtemelen! Fakat bu başlığın verdiği mesajı tam anlamak için bütün yazıyı dikkatle okumak gerekiyor... 
Öncelikle, altını çizerek söylemeliyiz ki bu mesele siyaset üstüdür ve bunun sorumlularını sadece bugünlerde aramak kafayı kuma gömmek olacaktır. Ayrıca bu şekilde davranarak ideolojik yaklaşımlar sergilemek hastalığın tedavisini geciktirecek, maazallah sonu hüsranla bitebilecek dipsiz bir kuyuya sürüklenme riskini ortaya çıkaracaktır. Çünkü bu çilekeş milletin kuru kavgalara ve ideolojik saplantılara harcayacağı evlatları artık kalmamıştır. Zaman, aklımızı başımıza alma zamanıdır ve yaklaşık 1 asırdır boşa geçirdiğimiz ve kavgalara harcadığımız vakitlerimizi geri kazanma zamanıdır. Zira bu millet; adaletiyle, hoşgörüsüyle, saygı ve yardımlaşma şuuruyla, mazlumun yanında zalimin karşısında, zayıfı koruyan, haklının yanında duran, dünyaya nizam vermiş bir ecdadın torunudur. Ve bu vatan, kendini bu topraklara ait hisseden bütün samimi insanların güvenle gölgelendiği bir çınar ağacıdır. 
Dönelim tekrar başlıkla verilmek istenen mesaja... Tarihinde, medeniyetinde ve kültüründe özellikle eğitim gibi konularda bu kadar muazzam zenginliği barındırıp hakikati başka taraflarda aramak ve eğitimde başarısız olmak için bu kadar çaba göstermek ne ile izah edilebilir? Modern pedagoji ilminin bile yakın zamanda ulaşabildiği bilgilere bundan yüzlerce yıl önce ulaşmış bir medeniyet, nasıl olur da kendi çocuklarının ihtiyacı olan millî bir eğitim modelini başaramaz? Kaç medeniyet, yüzlerce yıldır, bugünkü pedagoji ilmini Batı’dan çok önceleri eserlerinde yazmış Yusuf Has Hacip, Ahmet Yesevî, İmamı Gazali, Edip Ahmet, Mevlânâ, İmamı Rabbani, Abdülhakîm Arvâsi hazretleri gibi binlerce büyük ilim insanları yetiştirebilmiştir? Batı’da insanlar hayvanların bile aşağısında muameleye tabi tutulurken Enderun gibi köklü eğitim kurumlarımıza alınan talebelerin zekâları ölçülmüştür. Fakat biz hâlâ ilk zekâ ölçeği olarak Enderun’dan 400 yıl sonra ortaya konmuş “Stanford-Binet Zekâ Testleri”ni  ilk zekâ ölçekleri olarak kitaplarımızda çocuklarımıza öğretiyoruz da bir cümle ile de olsa Enderun’dan bahsedemiyoruz. Bu nasıl bir aşağılık kompleksidir, öz güven yoksunluğudur. Dolayısıyla bütün bunların cevaplarını aramalıyız... 
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki bu mevzuları burada bir çırpıda anlatma ve anlama imkânı yoktur. Bunun gibi eğitimde de başarı için doğru stratejiler üretmek ve nerede ne yapılacağı konusunda net ve şeffaf olmak lazımdır. Şimdiye kadar, “eğitim alanında reform” denilince akla hep program değişiklikleri gelmiştir. Fakat mevzu, bu kadar basit ele alınmamalıydı. Program başarılı bir eğitim-öğretim için sadece bir araçtır. Bu araç da ‘motoru’ olmadan hareket edemez. Bir insanda beyin ne kadar önemliyse bir eğitim-öğretim hayatı için de o anlayışın felsefesi o kadar önemlidir.  Nasıl ki beyin fonksiyonunu kaybetmiş bir insana yeni protez kol ve ayaklar takmak beyhude bir çabadan öte bir şey ifade etmiyorsa, eğitimin felsefesini düzeltmedikçe ortaya konan bütün gayretler de, neticesiz kalmaya mahkûmdur. Üstelik bütün bunları göz önüne almadan dizayn edeceğimiz eğitim anlayışları da geri tepmeye mahkûmdur. Ayrıca şu da kesinlikle bilinmelidir ki doğru adrese gitmek için doğru otobüse binmek lazımdır. Sizi hiçbir zaman doğru adrese götürmeyecek bir otobüse binmek hem zaman hem de emek israfıdır. Şimdi bu konular hakkında okyanusa kulaç atalım…
Ülkemizin eğitim sabıkasının düğümlendiği en önemli noktalardan biri; pozitivist, rasyonalist ve materyalist anlayıştır ki bu, İlmî ve çağdaş bir eğitim inşa ediyoruz” denilerek ülkeye davet edilen John Dewey gerçeğidir. Bu eğitimcinin savunduğu anlayışın herkesin anlayabileceği açıklaması şudur: “Bir şeyin var kabul edilebilmesi için Aristo felsefesinin esasları geçerlidir. Yani laboratuvar ortamı dışında deneyle ortaya konmamış, elle tutulamayan ve gözle görülemeyen hiçbir şeyin varlığı gerçek değildir. Bunun için de sadece aklın kılavuzluğu geçerlidir. Bu sebeple düşünmenin, sorgulamanın sonu yoktur ve aklın almadığı konuların varlığı kabul edilemez...” İşte, Dewey’in bakış açısı çerçevesinde dizayn edilen ve Aristo mantığı üzerine inşa edilen eğitim sistemimizin temel felsefesi… Öyle ki bu anlayış, telafisi yıllarca mümkün olmayan bedellerin ödenmesine sebep olmuştur. Hatta iliklere kadar sinmiş bu ters anlayış, bugün bile tesirlerini “yapılandırmacılık” adı altında devam ettirmekte; rehber, tecrübe, liyakat tanımayan, sadece kendi doğrularını referans kabul ederek aklının almadığını bütüncül olarak reddeden başıbozuk nesiller yetişmektedir. Öyle ki bunun ürünleri, en fazla birkaç nesil sonra ortaya çıkacak, belki şimdi dar pencereden bakmayı şiar edinmiş bazı eğitimciler tarafından tepkiyle karşılanacak bu ifadelerimizle ne demek istediğimiz o zaman daha iyi anlaşılacaktır. İnşallah, o zamanlar geldiğinde de iş işten geçmemiş olur.
1924’te ülkemize gelen John Dewey’e göre; ilerlemenin yegâne şartının bilimsel, akılcı, pozitivist ve materyalist bir eğitim modeli olduğu belirtilmiş fakat akılcı eğitim programlarıyla kabiliyetlerin yeşertilmesi hedefi yanında eğitimin, bireyin sahip olduğu değerler ikliminde gönüllere dokunmak demek olduğu ısrarla göz ardı edilmiştir. Unutmamalıdır ki bir gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinde diğer bütün düğmeler de yanlış iliklenecektir. Bunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Çünkü çok laf ancak aklı az olana söylenir. Zaten aşağıdaki misalden de verilmek istenen mesajı, arif olan anlayacaktır;
“Okaliptüs ağaçları vardır. Genellikle bataklık araziler için dikilir. Bu ağaçların boyları çok uzar fakat sahibine çok faydası olmadığı için de bunlar sadece odun olarak işe yarar. Fakat topraktaki bütün suyu çektiği için de çevresinde çok fazla ağaç yetişmez, yetişmesine de fırsat vermez. Çünkü büyürken onların hakkı olan suyu da çeker ve çekerken de doymak bilmez. Dibinden kesersiniz, kısa süre sonra yine filizlenir. Zavallı toprak sahibi de çaresiz kaldığı için yapabileceği tek şey, 3-5 yılda bir çıkan fidanları boyları uzamaması ve uzayıp gölge yapmaması için kesip etkisiz hâle getirmektir. Zira köylü vatandaş da bu ağacın çevresine bir şey dikemediği için çaresiz sadece bakmakla yetinir...” İşte John Dewey’in de bu ülkeye onlarca yıl verdiği zarar ve bugün bile çare bulunamayan bir eğitim sistemi…
Savaşta kurşun yemiş kimseler vardır. Mermi öyle bir yere girmiştir ki doktorlar, “Bu kurşunu buradan hareket ettirirseniz hasta ölür!” der. Çaresiz, hasta vücudundaki mermi ile yaşamak zorunda kalır, öyle ki bazen bu mermi ağrılar yapsa da. Ağrılar bazen öyle bir seviyeye gelir ki hasta, “Kurtarın beni bu ızdıraptan!” diye çığlıklar atar çünkü ağrılar dayanılası değildir. Başta en yakınları olmak üzere hastayı gören herkes kahrolur, gözyaşı döker, hasta erirken onlar da biter. O mermi oradayken hasta ve hastanın yakınları ise çaresizlikten ne yapacağını bilemez. Mermiye mi kızsınlar yoksa mermiyi sıkana mı? Hastaya verilecek göstermelik ağrı kesiciler de yetersizdir artık. Fakat tıp gelişir, her şey göze alınır ve yetkilerle donatılmış olmanın cesareti ile yeterli öz güvene sahip bir doktor çıkar; bu mermiyi çıkarmanın çaresini bulursa hasta da nihayet bu beladan kurtulur. Kurtulur kurtulmasına fakat bu, o kadar da kolay olmamıştır. Çeşitli engellerle karşı karşıya kalınmış, psikolojik baskılar ve mesleğine ihanet etme damgası da göze alınmıştır. İşte onlarca yıldan beri Türk Millî Eğitimi’nde yaşananların özeti budur...
Yukarıda da belirttiğimiz gibi motor arızalı olunca istediğiniz kadar kaporta ve aksesuarla uğraşın, nafile! Göstermelik program değişiklikleri eğitim hastalıklarımıza çare olamadığı gibi ortaya çıkan ürün de duygusuz, hiçbir kutsalı olmayan, karnı tok, vicdanı aç, işe yaramaz, boş, hedefsiz ve amacı olmayan nesiller olacaktır. Oysa aklını nerede, nasıl ve ne kadar kullanması gerektiğinin farkında olan, haddini ve hududunu bilen, tarihindeki ve kültüründeki rol model insanları örnek alan, değer anlayışı gelişmiş, vatanına, milletine ve devletine sadakatle bağlı nesillerdir toplumu geleceğe taşıyacak olan. Özellikle uygulamaya konulması hedeflenen eğitim programının felsefesi; inanmış, basiret sahibi, vicdani yönü gelişmiş, millî, manevi, tarihî ve kültürel reflekse sahip, milletinin yüzlerce yıllık kültürel geçmişini göz ardı etmeyen, kökü de bedeni de bu topraklara ait ilim adamlarına emanet edilmelidir. Bu yolda engeller, haşerat dolu çukurlar ve can yakıcı dikenler olduğu da unutulmamalıdır. Fakat Akşemseddin Hazretleri’nin Fatih Sultan Mehmet Han’a buyurduğu, “Sen şartlara teslim olmazsan şartlar gelir sana teslim olur. Çok çalışır, çok gayret eder ve bu işin hayırlı ise olması için çok dua edersen isteğin mutlaka yerine gelir. Fakat kibirden sakınmalısın. İstişare kapın her zaman açık olmalı… Zira dağlar ne kadar yüksek olursa olsun yollar dağların üzerinden geçer!” düsturunun gerekliliklerini yerine getirerek ve gerekli istişareleri yaparak plan, program ve sabırla işin üzerine gitmelidir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.