İslam’ı gaye edinen bir Türk milliyetçisi

A -
A +

Hüseyin Sarıkoç
hsarikoc@hotmail.com

Fikir dünyamızın pek çok değerli insanları vardır. İsimlerini burada tek tek yazmayacağım. Onlar, sadece yaşadıkları dönemlerde değil, vefatlarından sonra da etkili olmaya devam eden abide şahsiyetlerdir. O şahsiyetler arasında da, gerek mensup olduğu aile ve gerekse düşüncelerindeki farklılığı ile hafızalarda yer eden Seyyid Ahmet Arvasi’nin konumu çok özeldir.
Dünyadaki tüm toplumlarda, genç nesiller, bazı yüksek şahsiyetler tarafından eğitilir ve yoğrulur. Merhum Arvasi Hoca da, milletimizin, bu manadaki yüksek şahsiyetlerinden biridir. Onun gibiler topluma yeni ufuklar kazandırır, onların göremedikleri gerçekleri bir münevver olarak önceden görür ve onlara yol gösterirler.
1980 öncesinin buhranlı döneminde, şanlı Peygamberimizi kendine rehber edinen, ülkemize, milletimize, dinimize ve devletimize yönelik, özellikle gençliği hedef alan ve büyük tehlike olan komünizme, Marksizm’e, ateizme, sonu ‘izm’le biten ideolojilere, bölücülüğe ve ırkçılığa karşı fikirleri bu yönüyle çok önemlidir.

“ÜLKÜCÜ, ÖRNEK VE İDEAL İNSAN OLMALI”
Henüz 56 yaşındayken, 1988 yılının son günü İstanbul’da aramızdan ayrılan “Arvasi Hoca”, “Türk Milliyetçiliği” düşüncesinin, Avrupa tarzı “milliyetçilik” (nationalism) anlayışlarından (mesela, Alman idealizminden ve pozitivizmden) farklı olarak, “İslam’ı gaye edinen” bir siyasi fikir olarak olgunlaşması ve benimsenmesi için büyük emek harcamıştır.
Hoca, her şeyden evvel çok iyi bir “Müslüman” ve “Türk-İslam Ülkücüsü”dür. Onun bir Müslüman olarak dine bağlılığı ile siyasi düşünceleri konusunda, bilinen herhangi bir ihtilaf yoktur. O, “Türk Milliyetçisi” olmayı, bir mefkûre olarak görmüş ve her vesile ile bunu dile getirmiştir. Ona göre Türk-İslam Ülkücüsü, her şeyden önce “örnek ve ideal” bir insan olarak, “iman, aşk, aksiyon ve karakter adamı”dır. Arvasi Hoca bundan dolayı ülkücülüğü, “Allah ve Resulünün davasına ve Türk milletinin değerlerine aşk derecesinde bağlı olmak ve bu dava için gözünü budaktan sakınmamak” şeklinde ifade etmektedir.
“Evladı Resul” olması nedeniyle, Arvasi’nin, siyasi düşünce olarak Türk Milliyetçiliği’ni bu denli benimsemiş olması, üzerinde önemle durulması gereken bir husus değil midir?  
Ayrıca, milliyetçiliği ayrıştırarak gündeme getirip yazıp konuşanlar, yara kaşırcasına tartışmalara yol açanlar, S. Ahmet Arvasi’yi neden hiç hatırlamazlar, hatırlatmazlar?
Hoca’nın, mensup olduğu aile ve içinde yetişmiş olduğu şartlar, onun İslami manada bir idealist olmasını sağlamıştır. O, idealini şöyle dile getirir: “Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk Milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslam’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.”
Öte yandan, yeryüzünde yaşamakta olan tüm milletlerin kaderlerinin birbirlerine bağlı olduğunu düşünen Arvasi Hoca, “tüm milletler için mutlu bir dünya kurulmadıkça, hiçbir milletin tek başına mutlu ve huzurlu olamayacağı” kanaatindedir.
Bir eğitimci, pedagog ve eğitim sosyoloğu olarak yaptığı çalışmalar ve yazdığı eserlerle önemli hizmetler veren Arvasi Hoca, bütün ömrünü Türk-İslâm kültür ve medeniyeti davasını, beyinlere ve gönüllere nakşetmek için vakfetmiştir.
O, millî eğitimi, millî savunmanın bir parçası olarak görür ve emperyalizmi engelleyecek en büyük gücün, millî ordulardan çok, iyi yetişmiş aksiyoner kadrolar olduğuna dikkati çeker.

“ASIL MÜCADELE, DÂHİLER ARASINDA OLUR”
Yabancı emellere ve niyetlere göre tasarlanmış sömürge eğitimi ile hiçbir milletin bekasının olamayacağını düşünen Ahmet Arvasi, milletler arasındaki rekabet ve mücadelenin, her milletin “dâhileri” ve çeşitli alanlarda “yetişmiş uzman kadroları” arasında cereyan ettiğini anlatır. Türk milletinin yeni nesillerinin de dünyadaki tüm milletlerden çok daha donanımlı olarak yetiştirmesi ve içindeki dâhileri ortaya çıkarmaya önem vermesi gerektiğini savunur.
Dehanın toplumla, toplumun da deha ile hayat bulduğuna inanır. Bunu bir yazısında şöyle ifade eder: “Dehalarını yetiştiremeyen ve ortaya çıkaramayan toplumlar, çok şey kaybetmektedirler. Çünkü dehalarını ortaya çıkaramayan toplumlar seslerini dünyaya duyuramazlar, evrensel mesajlar veremezler. Dâhiler, her türlü millî ham maddeyi evrensel ölçülerde işleyen öncü kadrolardır. Bugün Türkiye’de, maalesef, halen, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, halk bu gerçeği kavrayamamıştır. Bu yüzden, yabancıların, kendi hâline bırakılmış üstün zekâlı dâhi çocuklarımız üzerinde oynadıkları oyunlar, çok bariz olarak görülebilmektedir. Oysa onlar, milletimizin en büyük hazineleridir.”
Arvasi’ye göre, nasıl ki bir baba, bütün maddi sıkıntılarına rağmen, çocuklarını iyi yetiştirmek için varını yoğunu harcayıp fedakârlık yapabiliyorsa, Türkiye gibi ülkeler de, ne kadar maddi sıkıntılar içinde olurlarsa olsunlar, gençleri en iyi bir şekilde eğitmek ve onları aksiyoner kadrolar olarak yetiştirmek için, her şeylerini ortaya koymalıdırlar.

“BATI’DAN BESLENENLER, BU MİLLETE ÇÖZÜM SUNAMAZ!’’
Eserlerinde, medeniyetin kendine mahsus bir estetik anlayışa sahip olduğuna dikkat çeken Arvasi Hoca, estetik anlayışı gelişmemiş bir toplumda, kendine mahsus bir medeniyetin ortaya çıkmasını mümkün görmez; “aydınlar ve sanatkârlar, Türk milletinin estetik anlayışını, sürekli olarak, yaşanılan çağa uygun olarak yeniden geliştirmek zorundadırlar” diye düşünür.
Hoca, Türk milleti olarak, bizim bütün sıkıntılarımızın kaynağını, kendimizden uzaklaşmış olmamızda görür. Batı’nın ve İslam’ın zihniyet temelleri arasında, insan anlayışından itibaren, taban tabana zıtlıklar olduğunu düşünen Arvasi Hoca, yine bir yazısında “Bu sebeple, kendi temel eserlerini okumayan, böylece Türk milletinin tarih boyunca değişmeyen ruh yapısına ve hasletlerine vakıf olmadan, Batı’nın fikrî ve felsefî altyapılarından beslenenler, bu millete uygun çözümler sunamazlar. Yerli düşünce yapısına sahip olduğunu söyleyen çoğu milliyetçi aydının, bugün ülkenin meseleleri konusunda içine düştükleri çıkmazın sebebi de budur. Batı’dan alınmış milliyetçilik anlayışı ile Güneydoğu da dâhil, hiçbir meselemiz çözülememektedir”  şeklinde düşüncelerini ifade etmektedir.
“Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eserinde, bölücü Kürtçülük hareketini, Batı’nın yıllardan beri uyguladığı “şark politikası” ile ilişkilendirmekte ve meseleyi, tarihî, kültürel, sosyal, coğrafi, ekonomik, psikolojik, iç siyasi (idarî) ve harici sebepler şeklinde 8 ana başlık altında inceledikten sonra, “Doğu ve Güney Doğu Anadolu’muzun, her bakımdan millî bütünlüğümüz içinde önemli bir yeri vardır. Hepimiz bu bütünlüğün korunmasından sorumluyuz. Türk Devleti bu bütünlüğü, her gün biraz daha güçlendirmek için elinden gelen gayreti göstermekte, düşmanlarımızın tertip ve oyunlarını bozmak için, mümkün olan her tedbiri almakta ve problemlerimizi şuurlu çözmeye çalışmaktadır” şeklinde, görüşlerini ortaya koymaktadır.
12 Eylül 1980 Darbesi döneminde Mamak’ta tutuklu kalan ve büyük sıkıntılar çeken Arvasi Hoca’nın, ekonomi ile ilgili temel görüşleri de dikkat çekicidir. “Türk-İslam Ülküsü” adlı kitabının 2. cildinde, Kapitalist ve Marksist ekonomi anlayışlarını ve uygulamalarını eleştirdikten sonra, ekonomiyle ilgili temel konularındaki bakış açısını ortaya koymuştur.

“BİRİKMİŞ DEĞERLER” YANLIŞ ANLATILDI
Ahmed Arvasi, ortaya attığı “birikmiş değerler” kavramı ile “emek” ve “ücret” konularında, son derece orijinal ve ilgi çekici bir bakış açısı sunmakta; etkili bir şekilde eleştirdiği Marksizm’deki “artık değer” kavramına karşı, hem etkili bir cevap vermekte hem de fevkalade ciddi bir alternatif görüş ortaya koymaktadır.
Arvasi’ye göre, Marksistlerin unuttukları çok önemli bir nokta vardır. Bugün insanlar, ister işçi, ister işveren durumunda olsunlar, üretim güçlerini ve ürettikleri değerleri, hem sayı, hem kalite itibarıyla kendilerinden önce yaşayan ve şimdi hayatta olmayan milyonlarca insanın beden ve zihin emeğiyle ulaştıkları ilme, tekniğe, üretim araçlarına, geliştirdikleri müesseselere, keşfettikleri enerji kaynaklarına, kısaca ürettikleri maddi ve manevi değerlere borçludurlar.
“Bütün insanlığın sahip olduğu maddi ve manevi zenginliklerin gerçek üreticileri, günümüzde yaşayan nesillerden çok, tarihin bağrına gömülmüş olan nesillerdir. Hepimiz, onların mirası üzerinde tepinmekteyiz. Sahip olduğumuz değerler, bizden çok onların emekleriyle üretilmiştir” diyen merhum Arvasi, konuyla ilgili açıklamalarında şu görüşlere yer vermektedir:
“Bir an için ‘proletaryanın ve kapitalistin, bu tarihî mirastan ve bu ‘birikmiş değer’den mahrum kaldığını düşünün. Onlar, bugün, üretebildikleri sayı ve kalitede mal ve hizmet üretebilirler miydi? Yahut bu mal ve hizmetlere sahip olabilirler miydi? Yine bir an düşünün, bugün bir otomotiv sanayiinde, üç yahut dört dakikada bir otomobil imal edilmektedir. Bizden önce yaşayan milyonlarca insanın, binlerce yıldan beri süzülüp gelen beden ve zihin emeğinin ortaya çıkardığı değerlerden mahrum kalınsaydı; patronlar, teknokratlar ve proleterler bu başarıyı gösterebilirler miydi? O hâlde, kim kimin emeğiyle yaşıyor? Görülüyor ki işçi, işveren teknokrat ve bürokratlar, birbirlerinin emeklerinden çok, birikmiş değerleri ve zenginlikleri paylaşmaya çalışıyorlar. Mesela, modern bir kumaş fabrikasının bir saat içerisinde imal ettiği yüzlerce metre kumaş, ne tek başına işçilerin emeğine, ne de tek başına işverenlerin teşebbüsüne bağlanabilir ve bu konuda komünizmin de, kapitalizmin de yorumları yetersizdir.”
Vefatının 30. yıl dönümünde merhumu bir kez daha rahmetle ve minnetle anarken; onun daha iyi anlaşılabilmesi için, “Türk-İslam Ülküsü” (3 Cilt), “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve İnsan Ötesi”, “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”, “Eğitim Sosyolojisi”, “Doğu Anadolu Gerçeği”, “Mamak Günleri”, “Hasbihal” (6 cilt) ve “İlmihal” gibi kitaplarının yeniden okunması ve gelecek nesillere de anlatılmasının önemini hassaten ifade etmek isterim.

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.