Başarılı nesiller için bundan sonra ne yapmalı?

A -
A +

Doç.Dr. Mustafa Şeker
Yıldız Teknik Üniversitesi

Son bir asırdır başarısız olduğumuz eğitimde bundan sonra nasıl başarılı oluruz? Cevaplanması gereken sual bu!
Öğrenme-öğretme yöntem/teknikleri ile felsefi temelleri noktasında Batı’yı ilmen ve bilimin gereklilikleri nispetinde takip etmek bir ihtiyaç olarak görülebilir. Hiç kimsenin buna bir itirazı yoktur. Üstelik sadece Batı değil ilmin olduğu her yere gitmek elzemdir. Çünkü ilmin Çin’de bile olsa alınmasının gerekliliğinin vurgulandığı bir kültüre sahibiz. Bizim burada itiraz ettiğimiz nokta, ilmî meselelerde Batı’nın referans alınması değil; insanı, davranışları ve değerleri noktasında ileriye taşıyacak, maddi yönü kadar ruhunun yani manevi yönünün gözetildiği bir eğitim anlayışının şimdiye kadar oluşturulamamış olmasıdır. Ayrıca burada vurgulanmaya çalışılan mevzu, her türlü birikime sahip olmamıza rağmen, geçmişten bugüne kadar Batı’nın her konuda olduğu gibi eğitimde de kopyala-yapıştır metoduyla taklit edildiği gerçeğidir. Çünkü eğitim kavramının içinde; ferdin değerleri, kültürü, dinî, millî ve manevi kimliği, âdetleri, gelenekleri, tarihi ve insani ihtiyaçları gibi kişilik ve karakter oluşumunu sağlayan unsurlar vardır ki bunlara yeterince yer verilmeden dizayn edilecek bir eğitim sistemi ve programı geri tepmeye mahkûmdur. Bu sebeple eğitimde insanı insan yapan hususlar göz ardı edilmemelidir. “Dakik, çevik, becerikli, disiplinli, zeki, planlı, belagati (konuşması) düzgün, dikkatli, ikna kabiliyeti yüksek” gibi bir hırsızda, diktatörde veya katilde de bulunabilecek özelliklere ek olarak “ahlak, erdem, hoşgörü, dayanışma, yardımlaşma, dürüstlük, sevgi, saygı, merhamet, hak, adalet, empati vb.” gibi niteliklerin bulunmadığı bir insan, canavar olabilir. Buna göre; sadece işinde yeterli mesleki becerilere ve kabiliyetlere sahip mühendisler, doktorlar, ekonomistler, avukatlar, siyasetçiler olmak insani  değerlerin yaşatılması ve toplumun mutluluğu için yeterli değildir. Bir hastası öldüğünde iş kazası deyip duruma vicdani bir sorumlulukla yaklaşmayan duygusuz bir doktor, malzemeden çalınma sonucu bir bina çöktüğünde, “Bir insanın ölümüne sebep olan, bütün insanlığı öldüren gibidir” düsturu gereği, buna sorumluluk bilinciyle yaklaşmayan vicdansız bir inşaat mühendisi, KPSS’de yüksek puan alarak atanan fakat kendini, mesleğinin gereklilikleri noktasında olması gerektiği gibi yetiştirememiş, talebelerini sosyal ve kültürel yönü sebebiyle aşağılayabilen sahte bir eğitimci, vatandaşlarına, onlardan sağlanan vergilerle alınan uçaklardan bomba yağdıran alçak bir asker, devletine ihanet eden sahtekâr bir siyasetçi veya güvenlik görevlisi kadar tehlikeli ne olabilir? 15 Temmuz akşamı ülkemizin en iyi üniversitelerinden mezun olmuş zeki (ama akılsız) mühendisleri, devlete ve millete ait teknolojik kurumlara baskınlar düzenlenirken vatanına ihanet edenlerin hain emellerine alet olabiliyorsa, en başarılı askerî okullardan mezun olmuş kimseler kendi insanlarının üzerine bombalar yağdırabiliyorlarsa; bu gerçekler, hangi açlığın tezahürü olabilir? Dolayısıyla insani değerler ve niteliklerle donatılmamış bireyler hem beraber yaşadıkları topluma hem de devletine telafisi mümkün olmayan zararlar verebilirler ki yaşanmış bu acı tecrübeler, hiçbir zaman milletin hafızasından kolay kolay silinmeyecektir. Bu sebeple bilimsel yeterlilikler yanında değerler anlayışının da gelişmiş olması; birey, toplum, devlet ve kültürel varlıkların sürekliliği için elzemdir.
Oluşturacağınız bir eğitim programı yukarıda anlatılan insani değerleri göz önünde bulundurmadan yapılıyorsa sadece “öğretim” noktasında başarılı fertler yetiştirebilirsiniz. Fakat kendi problemlerine bile çare üretemeyen, mutsuz, umutsuz, hiçbir kutsalı olmayan, yardıma muhtaç olana sırt çevirerek “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” bozuk anlayışını benimseyebilen fertlere sahip olmak, gelecek adına kaygı verici neticeler ortaya çıkarabilir. Öyle ki yukarıda belirttiğimiz gibi Batı’nın ürettiği, daha sonra da ihraç ettiği eğitim anlayışları, on yıllarca “örnek” ve “biricik” eğitim modelleri olarak gösterilmiştir ki kafaları karıştıran, cevabı beklenen sual şudur:
“En kaliteli, en nitelikli, eşsiz, biricik, en muhteşem eğitim modelleri” diye tarif edilen Batılı eğitim anlayışlarının ürünü kimseler ve bu kişilerin kurduğu düzenler, bugün niçin dünyaya sürekli kavga, acı, keder, gözyaşı ve zayıfı ezen bir anlayışı getirmiştir? Veya Batı ülkelerinin menfaatleri için dünyada her yıl milyonlarca masum öldürülürken bu “muhteşem, eşsiz” diye tabir edilen eğitim sistemlerinden yetişen ülkelerin halkından kaç yüz bin kişi insanlık adına kendi yöneticilerini protesto etme hassasiyeti gösterebilmişlerdir? Öyle ki eğitim, duygulara hitap etmeyi, muhatabını emsallerinden daha ileri taşımayı ve dünyanın neresinde olursa olsun gözyaşı dökene gözyaşı dökmeyi telkin etmez mi?”
Çünkü eğitim; doğulunun, batılının, güneylinin, kuzeylinin masum çocuğuna ağlayabilen insani hassasiyetleri gelişmiş kimseler yetiştirmek gibi çok önemli bir misyonu da taşımak zorundadır.
Yakın geçmişte kendisine iltifatlar yağdırılan Amerikan menşeli John Dewey ve diğer Batılı eğitimci pedagogların çerçevesini çizdiği pozitivist ve materyalist anlayışa sahip Amerika ve diğer Batılı ülkelerin 20. yüzyıl boyunca bu eğitim sisteminden geçen geleceğin dünya düzenini kurmuş çocukları, nasıl olmuştur da dünyaya kumpaslarla, hilelerle, entrikalarla ve kaba kuvvetle hâkim olmaya çalışan vicdansız/merhametsiz, zayıfı ezen devlet yöneticilerinin/bürokratlarının yetişmesini engelleyememiştir?
Kendi ülkeleri yakın zamanda “nükleer silah var!” diyerek Irak’a girerken ve bunun sonucu milyonlarca insan ölürken, Doğu Türkistan’ın Taklamakan Çölü’nde Çin’in yaptığı nükleer denemeler sonucu ¾ kusurla doğan Doğu Türkistanlı çocuklar dünya kamuoyunun bilgisine sunulurken, medeni dünyanın gözleri önünde Hocalı’da, deney için bir kız çocuğunun diri diri derisini yüzen Ermeni Doktor TV ekranlarında boy gösterirken; başarılı, zeki, önemli buluşlar yapan ve son model teknolojiyi keşfeden Batılı ülkelerin “iyi eğitilmiş!” bireyleri ve bilim adamları, yaşananlara karşı acaba ne tepki gösterebilmişlerdir?
Batı ülkelerinin işgal ettikleri topraklarda yaşayan on binlerce insana ait organları; o, göklere çıkardıkları pozitivist, akılcı ve rasyonalist eğitim sistemleriyle yetiştirdikleri hangi sevgi dolu(!) doktorlar, kimlere nakletmişlerdir? Burada bazı kimseler, şunu söyleyebilir; “Geri kalmış milletler de tembel olmasalar, çok çalışsalar ve güçsüz olmasalardı efendim!” Bu şekilde düşünenlere de şöyle bir sual sorulabilir; “Bu milletlerin zayıf, güçsüz ve tembel olmaları, hile ve entrikalarla palazlanan güçlülere, mevzubahis milletlerin omuzlarına basarak yükselme hakkı verir mi?” Şimdi bu sual, yukarıdaki muhataplarınca hakkaniyet ve vicdani sorumluluk çerçevesinde cevaplandırılmalıdır. Hastalıklardan ve ilaçsızlıktan ölen bu toprakların çocuklarına karşı kalplerinde ve vicdanlarında bir eziklik hissedemiyorlarsa bütün bunlar hangi eğitim açlığının bir sonucu olarak gösterilebilir? Keza, Almanya’da “Bir Lise Müdürünün Öğretmenlerine Gönderdiği Mektup” diye bilinen yazı meşhurdur ki burada verilmek istenen mesaja odaklanmak gerekir. Sözü edilen mektup şu şekildedir;
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar… Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur; Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin! Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır...”
Bu mesajlar, öğretimden önce nitelikli bir değerler eğitimi sürecine işaret etmekte ve yukarıda anlatmaya çalıştığımız her şeyi özetlemektedir. Tarihte ilelebet zulümle payidar olmuş bir devlet yoktur. Uyuşturucu ve alkol müptelası, hayattan beklentisi sona ermiş, duygusuz ve sorumsuz Batı gençlerinin köşebaşlarına sızmış rahatsız edici manzaraları, dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip olduğu iddia edilen bu ülkeler için çanların çaldığının bir göstergesidir. Eğitim ki bu çaresiz ve hayattan soğumuş insanların derdine deva olma mesuliyetini de taşır.
John Dewey gibilerin savunduğu pozitivist, rasyonalist eğitim anlayışının bu kadar eleştirilerek üzerinde durulmasının sebebi, ülkemizde geçmişten bugüne ciddi bir eğitim probleminin yaşanmasına sebebiyet vermesinden ve bunun bedellerinin bugün bile hâlâ ödeniyor olmasından dolayıdır. Zira bir eğitim anlayışı düşünün ki toplumda neredeyse hiç kimse bu anlayıştan memnun olmasın ve beklediğini bulamasın. Onlarca yıldır eğitimin ehlileştiremediği bir süreci inşa eden böyle bir eğitim felsefesinin ısrarla savunulması ve başarısızlığının görülmesine rağmen hâlâ uygulanmaya devam edilmesi ne ile izah edilebilir?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.