ADIM ADIM TEVHÎDE

A -
A +
PROF. DR. OSMAN KEMAL KAYRA   Geniş Asya bozkırlarında hür ve bağımsız yaşayan Türkler, yayılmacı politikası dışında, özellikle Çin’le ticari ilişkiler içine girmişlerdir. Kuzeyden güneye, doğudan batıya geniş bir coğrafyada hükümran olan Türkler, kendi soydaşları da dâhil olmak üzere birçok kavimle savaşmış, sabit- kadem olmak yerine seyyal bir hayatı benimsemişlerdir. Oğuz Kağan’la başlayan Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi “Kızılelma”nın müşahhas yönü olmuş, zulmün dışında, hep adil bir devlet geleneğini sürdüren Türkler, Mâverâünnehir’e ininceye kadar ordu-devlet-siyaset-ticaret inceliğine biraz uzak kalmışlardır. Mâverâünnehir, yapı ve ilim yönüyle onlara yeni ufuklar açmıştır. Türk bilim haritasının altı çizilerek işaret edilmesi gereken bölge Kaşgar-Karahan bölgesidir. Bilhassa İslamiyet’in kabulü ile yeni bir ufkun gözlemcisi olan Türkler, hak dine mensubiyetin coşkusu ile her hâlükârda değişik bir yol haritası benimsediler.              *** Türklerin İslamiyet’i hemen kabul ettiğini zannetmek yanlıştır. Arap İslam ordularının doğudaki yayılmalarına Türkler bayağı mâni olmuşlardır. Orta Asya’da Arap-Türk savaşlarının ilki, Hazreti Osman radıyallâhü anh zamanına tekabül eder. 653’te Hazar Türkleri, Müslüman Arap ordularının Kafkasya’da ilerlemesine mâni olmuştur. O sırada İslam orduları Ermenilerin iç işlerindeki kargaşadan istifade edip Gürcistan’ı da geçerek Kafkasya’ya kadar ilerlediler. Daha ileri gidemediler,  çünkü karşılarında Hazar Türkleri vardı. Batılı araştırmacıları en çok şaşırtan da yarı göçebe bir kavim olan Hazarların, teşkilatlı İslam ordularını durdurmaları olmuştur. Emevîler devrinde de Türkler hem Çinlilerle hem de İslam ordularıyla savaşmış, Horasan valisi Mühelleb, Türklere zaman zaman mağlup olmuştur. İstanbul’un fethi konusunda Hazret-i risâletpenâh’ın müjdesine nail olan Türkler, İslam’ın sancaktarlığını alıncaya kadar bu dinin yayılmasına çok engel oldular. Türklerin galibiyetleri Kuteybe’den sonra da devam etmiş, 720’de pek de teşkilatlı olmayan bir Türk ordusu, Semerkand’da İslam ordularını yine yenmiştir. İslam’ın veya diğer vahyî dinlerin dışındaki kavimler, başlangıçta batıl inanışlarının kaybolmasından çok korkmuşlar ve bu korkudan doğan batıl dinlerini koruma içgüdüsü ile hak dinlere karşı büyük bir motivasyonla savaşmışlardır. Leon Cahun’un nakli itibariyle Göktürk Kağanı Kültigin zamanında İslam orduları Hazret-i Sevre kumandasında 20.000 kişilik bir ordu ile Türklerle savaşmışlardır. Bu savaşta başta Hazret-i Sevre olmak üzere bir rivayete göre askerlerin tamamı şehit olmuştur. Şurası muhakkaktır ki İslam orduları Türkleri yenerek onlara İslamiyet’i kabul ettiremediler. Fütuhatla bu ihtida gerçekleşmedi. Cahun’a göre Türklerin ihtidasında müthiş İslam ordularının zafer ve fütuhatı değil, mübelliğlerin belagati ve yüksek ikna kabiliyeti en önemli faktördü. Moğol ve Türk kavimlerini bir açıdan inceleyen Jean Paul Roux da o devirlerde İslam ordularının Türklere karşı hiçbir kesin zaferi olmadığını söyler. “İhtidaya sebep silah ve askerî güç değildir” der. Müsteşriklerin anlamadıkları nokta şudur: Allâhü teâlâ, dininin tealisi için bu necip milleti takdîren görevlendirmiş ve İslam’ın sancaktarlığını 11. yy’dan sonra Türklere vermiştir. Şurasını önemle belirtelim ki Eshâb-ı güzîn, Tâbiîn ve Tebeü’t-tâbiîn hazerâtının İslam’a yaptıkları hizmet, hiçbir kavim ve zümre ile kıyaslanamaz. Çünkü onlar Resûlullâh Efendimizin mübarek veresesidir. 7. yy.’dan itibaren İslam ordularıyla Türklerin savaşları takdir-i ilahidir. O savaşlar olmasaydı belki de İslamiyet’le tanışılmayacaktı veya ihtida bu kadar erken olmayacaktı. Türkler ve İslam orduları, defalarca karşı karşıya geldiler; birbirlerinde savaş mertliğini, adilliği, düşmana karşı bile âlicenaplığı gördüler. Kâinatın Efendisi’nden silsile yoluyla alınan müthiş terbiye ile savaş meydanlarını tebliğ kürsülerine çeviren verese-i Resul hazerâtına karşı savaşan Türkler, bu manevi atmosferden cengin havasında bile etkilendiler. Tabii ki Türklerin savaşmalarının en büyük sebebi, vatan topraklarını asla terk etmemekti. Savaşla Türk topraklarını istila etmek hemen hemen mümkün değildir. İslam orduları tevhit tebliğine gelirken, onlar vatan topraklarını müdafaa teziyle savaştılar.              *** Türkler, Budist, Hristiyan, Mani ve benzeri dinlerin de etkisinde kalmış olmakla birlikte bu dinleri kendi fıtratlarına uygun bulmamış olacaklar ki, kısa sürelerde bu inanışları terk ettiler. 9. ve 10. Asırdan sonra İslamiyet’le müşerref olup kimliklerinde eksik olan kısmı da tamamlamış oldular. Türkler, 9. asırda küçük kabileler hâlinde İslam’la tanışmışlar ama 10. Asırdan sonra İslamî devlet statüsüne kavuşmuşlardır. Başlangıçta İslam, uygulamada tam anlaşılamamış, akaidde de bazı noksanlıklar olmuştur. Bunun en güzel delillerinden birisi Dede Korkut Destanî Hikâyeleridir. Henüz İslamiyet’e tamamen geçmemiş olan Oğuz boylarında başlangıçta dini idrak de zayıftır. Bir Türk bilgesi olan Dede Korkut veya Korkut Ata ağzından söylenen veya onun dualarıyla hitam bulan metinlerde,  Korkut adı bir rivayete göre  “korkgutucı” (mübelliğ, müjdeleyici, korkutucu, uyarıcı) kelimesinden gelmektedir. (kum fe enzir ) El- Müddessir-2) âyet-i kerîmesindeki “Kalk ve insanları uyar” şeklindeki Efendimiz aleyhissalâtü vesselâma gelen emir mucibince, mübelliğler de sonradan bu görevi ifa etiler. Dede Korkut için bir başka rivayet de şudur: İslam’ı önce taallüm sonra tebliğ ve talim (öğrenme ve öğretip açıklama) için Resulullah Efendimize her kavim bir temsilci gönderirdi. İşte Korkut Ata da bunlardan birisidir. Böyle bir durumda bu mübarek zatın Eshab-ı güzinden olma durumu bile vardır. Hikâyelerin sonradan eklendiği tahmin edilen bölüm Besmele-i şerîfe ile  “ve bihi nesta’în” diye başlar. Bu bölümde şu açıklamalar vardır: “Resul aleyhisslâm zamanına yakın Bayat Boyı’ndan Korkut Ata dirler bir er koptı. Ol kişi Oğuz’un tamam biliçisi idi. Ol ne dirse olur idi.  Gaibden dürlü haberler virür idi. Allah anung köngline ilham ider idi. Korkut Ata  ayıttı (söyledi): Ahir zamanda hanlık girü Kayı’ya dege. Kimesne ellerinden almaya. Bu didügi Osman neslidür.” Yani bu ilave metinde  Korkut Ata’nın Efendimiz zamanına yakın ortaya çıkacağını, Allahü tealânın onun  gönlüne ilham ettiği için sırları bildiği belirtilir. Korkut Ata, son zamanda hanlığın (yönetimin) yine Kayı boyuna geleceğini ve kıyamete kadar kimsenin ellerinden alamayacağını beyan eder. İslam’ı yeni öğrenen bu Oğuz Boyu’nda birtakım aksamaların olduğu göze çarpar. Amel ve inanç unsurlarında görülen bu eksiklikler hikâyelerde zaman zaman karşımıza çıkar. İmamlık ve müezzinlik gibi vazifeler muhtemelen Arap ve Acem’den gelenlerce ifa edilmekteydi. Dirse Han Oğlu Boğaç Han Hikâyesi’nde Dirse Han’ın bir soylamasında (manzum bölüm) şu ibareler dikkat çeker: (Sadeleştirilmiş olarak) Salkım salkım tan yelleri estiğinde=Boz tarla kuşu ötünce Sakalı uzun yabancı kişi bağırınca (muhtemelen ezan okununca) Asil atlar sahibini görüp kişneyince=Ak ile karanın seçileceği çağda Güzel bağırlı dağlara gün değince… Burada bahsedilen zaman dilimi,  hemen gündoğumu sonrası vaktidir. Çünkü kaba dağlara gün değmiştir. Aklı karalı seçilen çağ ise ibareyi gün doğumundan önceki zamana da çeker. Burada sabah namazı vaktinde bir sıkıntı göze çarpar. Sakalı uzun tat eri bangladıkta yani uzun sakallı yabancı kişi bağırdığı (muhtemelen ezan okuduğu) zaman ifadesi de çok önemlidir. Bu uzun sakallı kişi Oğuz dışından gelen Arap veya Acem imam veya müezzin olmalıdır. “Tat” Oğuz dışındaki yabancılar için kullanılan bir ifadedir. Banglamak, bağırmaktır. Bu da ezan okumak olmalıdır.               *** Karahanlılar 960 civarında 200.000’e varan çadır halkıyla topluca Müslüman oldular. Hanları, Abdülkerim Satuk Buğra’dır. Rivayetlerde, Satuk Buğra’nın rüyasında Efendimizi görerek İslamiyet’i kabul ettiği geçer. Oğuzlar da yine aynı yy.da Müslüman olurlar. Diğer boylara nispetle Oğuzlar daha kitlesel bir kabul yaşarlar.   Profesör (Gaudferoy-Demombynes) De La Monde  Musulman Et Byzantin Jusqu’aux Croides adlı eserinede:  “Arap ırkının tevessü  gücü azaldığında genişleme misyonu Türklere geçmiştir”, der. Oğuz Türklerinin Şiîliğe karşı Sünnîliği Karahanlılardan daha fazla müdafaa ettiklerini de belirtir. Bizans’a karşı da çok başarılı olduklarının altını çizer. Sultan Sencer zamanında Afganistan ve Hindistan’da bile hutbelerin Türk hakanı adına okutulduğuna dikkat çeken yazar,  devamla “Sünnî yani hakiki Müslümanlığın, o sırada her taraftan tehdit etmekte olan Şiîlik cereyanları içerisinde zayıflamasına Oğuz Türkleri mâni olmuştur” der.  “Ortodoks, Bizans ve Katolik Avrupa’nın Hristiyan birliği namına istila ve imha etmek istemelerine karşı İslam âlemini yine Türkler kurtarmıştır” diye belirtir. İsmail Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman oldu, Burak Yayınevi, 1994, s, 64-65. İşte bütün mesele de bu: Keşke bir Batılı bilim adamının anlayabildiği bu gerçeği, içimizdeki gafiller de anlayabilse… Bir sonraki yazımızda buluşabilmek ümidiyle esen kalınız efendim...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.