İmam-ı Maturidi'den “ilericilik”, İmam-ı Eş’ari'den “gericilik” çıkarmak

A -
A +

Murat Güven

muratguventg@gmail.com
 
 Ehl-i Sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah’tır. İman bilgilerini Eshab-ı Kiram bu kaynaktan aldılar. Tabiin de bu bilgilerini Eshab-ı Kiram’dan öğrendiler.
 
Özellikle son yıllarda İmam-ı Maturidi ve Maturidilik hakkında birçok farklı kesimden yazarlar, akademisyenler kalem oynatıyor. Hatta bu konuda konferanslar, çalıştaylar düzenleniyor. Akılcılıktan kaderi inkâra, hatta sekülarizm ve laikliğe kadar uzanan çok geniş bir yelpazede İmam-ı Maturidi’den kendi fikirlerine dayanak bulanlar oluyor.
Bir âyet-i kerimede mealen, “Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için, âyetlerin müteşabih olanlarına uyarlar” buyurulmaktadır (Âl-i İmran 7). Âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri bile kendi ideolojilerine uygun şekilde yorumlayanların, İmam-ı A’zam Ebu Hanife’den Türkçe ibadet gibi “marjinal” bir konuda delil bulmaya çalışanların ve Hazret-i Mevlânâ gibi bir Ehl-i Sünnet âliminden “hümanist” çıkaranların olduğu bir zeminde, Maturidiliğin de kendilerince “kullanışlı” bulunarak farklı düşünce ve ideolojilere delil olacak şekilde yorumlanmasını yadırgamamak gerekir.
İmam-ı Maturidi hakkında dile getirilen iddialardan en ilginç olanı, sekülarizmin, laikliğin kendisine dayandırılmasıdır. İmam-ı Maturidi’nin, aklı dinin kaynağı olarak gördüğü, bundan dolayı da laikliği savunduğu iddiası, aslında üzerinde durulmayı bile gerektirmeyecek derecede temelsizdir. Altı asır boyunca hüküm süren Osmanlılar ve ondan önce de Selçuklular, İmam-ı Maturidi’nin naklettiği Ehl-i Sünnet itikadını ve Hanefi mezhebini esas almıştır.
İslâm dininde akla elbette çok önem verilmiştir. Müctehid imamlar için dinin dört kaynağından biri olan kıyas, akıl ile yapılır. Ama İmam-ı Maturidi dâhil hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi, herkesin aklının dinde ölçü olacağını söylememiştir. Akıl tek başına ölçü olsaydı insan sayısı kadar din, her konuda insan sayısı kadar farklı hüküm ortaya çıkardı.
 
Akıl bir ölçü aletidir
 
Akıl, sadece Mutezile’de hüccettir. Akla, dinin verdiği ölçüden fazla önem veren, dini aklı ile ölçen, bâtıl Mutezile fırkasıdır. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî (rahmetullahi aleyh) aklın dindeki yeri konusunu şöyle açıklar:
“Akıl, anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı batıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratılmıştır. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde, kıyas (ölçmek) olamaz. Mahluklara ait bilgilerde ise kıyas olup, doğru kıyas etti ise sevab kazanır. Yanlış kıyas etti ise affolur.
Akıl, başlıca iki kısımdır: Selim akıl ve sakim akıl. Bunların her ikisi de akıldır. Tam selim akıl, hiç yanılmaz, hata etmez. Böyle akıl, ancak Peygamberlerde (aleyhimüsselam) bulunur. Bunların aklına yakın, Eshab-ı Kiram’ın, Tabiin ve Tebe-i Tabiin’in, din imamlarının akıllarıdır. Bunların akılları, ahkâm-ı İslâmiye’ye uygun akıllardır. Sakim akıllar, bunların aksi, tam tersi olan akıllardır. Bu iki kısım akıl arasında da çok çeşitli dereceler vardır.
Din işleri akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl bir kararda kalmaz. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan âhiret işlerinde nasıl olur da akla uyulur? Ancak akıl ile İslâmiyet birlikte tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Evet, akıl hüccettir, doğru yolu gösterir. Fakat selim olan akıl gösterir, her akıl değil.”
Akıl göz gibidir, İslâmiyet de ışık gibidir. İslâmiyet ışığı olmadıkça, yani nakil olmadan akıl tek başına doğru yolu bulamaz. Yoksa akıl elbette büyük bir nimet ve doğruyu bulmaya yardımcıdır. İmam-ı Maturidi’nin bildirdiği de budur. Bunu, İmam-ı Maturidi’nin laikliği savunduğuna delil olarak göstermek, gülünç olmaktan başka bir şey ifade etmez.
 
Ayrı mezhep kurmadılar
 
Bir başka tuhaf iddia da, dinde Maturidiliğin aklı, Eş’ariliğin ise nakli esas aldığı, Eş’ariliğin akla önem vermediği, bundan dolayı da Eş’ariliğin gelişmeye, ilerlemeye mani olduğu düşüncesidir. Bu şekilde, Maturidilik ile Eş’arilik sanki taban tabana zıt iki mezhep gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Eş’ari ve Maturidi mezhepleri sonradan kurulmuş demek doğru değildir. Bu iki büyük imam, Selef-i Salihin’in bildirdikleri itikat, iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır. İmam-ı Eş’ari, İmam-ı Şafii’nin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Maturidi de İmam-ı A’zam Ebu Hanife’nin talebe zincirinin büyük bir halkasıdır. İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Maturidi, hocalarının itikattaki müşterek olan mezheplerinden dışarı çıkmamış, ayrı mezhep kurmamıştır.
Bilindiği gibi, Ehl-i Sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah’tır (sallallahü aleyhi ve sellem). İman bilgilerini Eshab-ı Kiram bu kaynaktan aldılar. Tabiin de bu bilgilerini Eshab-ı Kiram’dan öğrendiler. Daha sonra gelenler de bunlardan öğrendiler. Böylece Ehl-i Sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevatür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz, akıl bunları değiştiremez. Akıl ancak bunları anlamaya yardımcı olur. Yani bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır.
Amelde dört mezhebin imamları Ehl-i Sünnet itikadında idiler. İtikatta mezhebimizin iki imamı olan İmam-ı Maturidi ve İmam-ı Eş’ari de Ehl-i Sünnet mezhebinde idi. Bu her iki imam hep bu mezhebi yaydılar. Bid’at ehline karşı ve eski Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i Sünnet âliminin zamanları aynı olduğu hâlde, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındakilerin fikirleri başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuştur. Ama bu durum, mezheplerinin ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen binlerce âlim ve velî, bu iki yüce imamın kitaplarını inceleyerek, ikisinin de Ehl-i Sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir.
Bu bilgiler birçok muteber kitapta bildirilmiştir. Mesela Muhammed Şihristani “Milel ve Nihal” kitabında, “Hanefi mezhebinin âlimleri, itikatta Ebu Mansur Maturidi hazretlerine tâbi olmuşlardır. Çünkü İmam-ı Maturidi hazretleri, usul (itikat) ve fürûda (ahkâm), İmam-ı A’zam Ebu Hanife’nin mezhebindedir. Malikii, Şafii ve Hanbeli mezheplerinin âlimleri itikatta Ebül-Hasen Eş’ari hazretlerine tâbi olmuşlardır. İmam-ı Eş’ari hazretleri Şafii mezhebindeydi” demektedir. Şafii âlimlerinden Abdülvehhab Tâcüddin-i Sübki de “Hanefi âlimlerinin kitaplarını inceledim. 13 meselede, Şafii itikadından ayrıldıklarını gördüm. Fakat bu ayrılıkları kendilerini doğru yoldan çıkarmamaktadır. Esasta ayrılıkları yoktur. Her ikisi de hak yoldadır.” demiştir.
 
İki büyük İmam’a iftira
 
İmam-ı Maturidi hazretleri, yine bu çevreler tarafından, “kaderi inkâr eden, özgür iradeyi savunan” biri olarak gösterilip bu yönüyle övülüyor. İpe sapa gelmez bir şekilde, İmam-ı Maturidi’nin özgürlükçü ve ilerici, Eş’ari’nin ise kaderci ve gerici bir çizgide olduğu söylenebiliyor. Bu ifadeler İmam-ı Maturidi’ye de, İmam-ı Eş’ari’ye de çok çirkin birer iftiradır. Kadere iman, Amentü’nün çok önemli bir iman esası iken ve İmam-ı Maturidi de Ehl-i Sünnet’in iki büyük itikad imamından biri iken, nasıl olur da bu büyük zatın kaderi inkâr ettiği iddia edilebilir. İmam-ı Maturidi ile İmam-ı Eş’ari’nin kaderi açıklarken kullandığı farklı ifadeleri İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat kitabında şöyle açıklamaktadır:
“Kulların istekli hareketlerini Allahü teâlâ yaratmaktadır. Onun kudreti ile var oluyorlar. Fakat buna insanın kudreti de karışmaktadır. İstekli hareketlerimiz Allahü teâlânın kudreti ile yaratılır ve bizim kudretimiz ile kesb edilmiş olur. İmam-ı Eş’ari’ye göre ise, insanların istekli işlerine kendi seçim hakları ve kudretleri hiç karışmaz. Yalnız kul bir iş yapmak isteyince Allahü teâlâ o işi hemen yaratmaktadır. Âdet-i ilahîsi hep böyledir. İşin yapılmasında kulun kudretinin tesiri olmaz. Bu sözü Cebriye mezhebinin sözüne yakındır. Eş’ari mezhebini Cebriye’den ayıran şey, Cebriye mezhebinde, ‘Bir insan bir işi yaptı demek mecazdır. Yani o istekli işi yalnız Allahü teâlâ yapmıştır. O insanın eli ile yapmıştır. İnsanda kudret yoktur’ derler. Ehl-i Sünnet’ten, Eş’ari’den başkaları, ‘Kulun kudreti, yaptığı istekli işte tesir eder’ diyor. Eş’ari ise, ‘Kudreti ancak, işin yaratılmasına sebep olup, yaratılmasında tesiri olmaz’ diyor ki, her ikisine göre de ‘İşi insan yaptı’ demek doğru olur. Ehl-i Sünnet, Cebriye’den böylece ayrılmış olur.”
Eş’ari mezhebinden Kadı Ebu Bekr-i Bakıllani de “İnsanın kudreti, işin meydana gelmesine değil, işin iyi veya fena olmasına yani taat veya günah olmasına tesir eder. Matüridi mezhebi de böyledir” diyerek, İmam-ı Maturidi ile İmam-ı Eş’ari arasında kader bakımından önemli bir fark olmadığını açıkça ifade etmiştir.
Netice itibariyle, insanın iradesini tamamen inkâr ederek, insanın her şeyi “zorla” yaptığını söyleyen, İmam-ı Eş’ari değil, 72 bid’at fırkasından biri olan bâtıl Cebriye mezhebidir. Kaderi inkâr eden de İmam-ı Maturidi değil, yine 72 bid’at fırkasından biri olan bâtıl Mutezile mezhebidir.
“Kaderi inkâr etmek ilericiliktir, kadere inanmak ise özgür iradeyi yok saymaktır, gericiliktir” şekildeki bir düşüncenin de hiçbir temeli yoktur. Özetlemek gerekirse, Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiği şekliyle kader, “ilm-i mütekaddimdir, cebr-i mütehakkim değildir.” Yani Allahü teâlânın, olmuş ve olacak her şeyi ezelî ilmiyle bilmesi demektir, zorla yaptırması demek değildir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.