DEĞERLERİNE YABANCI NESİLLERİN MEMBAI: Köy enstitüleri gerçeği

A -
A +

DOÇ. DR. MUSTAFA ŞEKER
mseker@yildiz.edu.tr
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi

Son zamanlarda ülkemizde eğitim üzerine yapılan çalışmalar ve yapıcı tartışmalar işin üzerine ciddiyetle gidildiğini göstermektedir. Bu süreçte özellikle eğitimin tepe noktasında yer alan yöneticilerin sözleri ve yaklaşımları da bazı belirsizlikleri ortadan kaldırmayı amaçlasa da maalesef yeterli olamamaktadır. Mesela köy enstitüleri konusunda yapılan bazı açıklamalar, toplumda kafa karışıklıklarına sebebiyet vermiş acaba bu konuda geçmişte yapılan hatalar yine mi tekrarlanacak endişeleri tedirginlik uyandırmıştır. (Bu konuda yakın zamanda Babıali Kültür Yayıncılık bünyesinde çıkan “Değer Sizseniz Değer Sizsiniz” adlı kitabımızda eğitimcilerin kafalarındaki suallere cevap aranmaya çalışılmıştı.) Bu kadar kafa karışıklığı varken köy enstitülerine karşı çıkanların da ve destekleyenlerin de mevzuyu tam olarak idrak edemedikleri görülmektedir. Öyleyse köy enstitüleri hakikatte nedir? İnsan yetiştirmek için kurulmuş gerçek bir eğitim yuvası mıydı, yoksa binlerce yıllık geçmişi olan bir milletin kültür zenginliğinin altını oyan bir kurum muydu? Gelin bu mevzuyu bilinmeyen bazı gerçekler ışığında derinlemesine tetkik edelim.

DEĞERLERİNE YABANCI NESİLLERİN MEMBAI: Köy enstitüleri gerçeği
Batı dünyasında, eğitim sahasında yaptığı çalışmalarla meşhur olmuş ancak ruhu ve vicdanı tok başarılı insanlar yetiştirmeyi tam olarak becerememiş eğitim anlayışlarının babası John Dewey, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’ye davet edildi. Dewey’in kafasındaki anlayış, millî eğitimimizi dizayn edenlerin yıllarca hayalini kurduğu sistemle tam olarak örtüşüyordu. Bu yüzden hiçbir fedakârlıktan kaçınmamak gerekiyordu. Hazırlanan raporlara göre eğitim programları oluşturuluyor ama bu programları hayata geçirecek eğitim kadrolarının yokluğu yeni arayışlara yönelmeyi mecburî kılıyordu. Artık yeterdi! Ne pahasına olursa olsun bu fikir hayata geçirilmeliydi. Gerekirse geçmişi bir çırpıda silmeye bile razıydılar ki zaten kafalarındakini hayata geçirmek için bu elzemdi. Yüzlerce yıllık dili değiştirilmiş bir milleti en fazla bir nesil sonra cahil bırakmak hiç problem olmayacaktı ki babalarından ve dedelerinden kalma eserleri bile okuyamayan bir toplumu artık istedikleri kalıba sokmak hiç zor gelmeyecekti. Bu sebeple, Latin alfabesine geçişten iki yıl sonra yani 1930’lu yıllara dayandırılan istatistiklere göre, okuryazarlık oranının çok düşük olduğu, halkın zaten Osmanlıdan cahil geldiği propagandası sürekli dillendiriliyor, yazılı basın ve neşriyatta da bu konu sıklıkla işleniyor, ayrıca insanların bu yalana inanması için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmıyordu.  Bu yalan propagandalar arasında köy enstitüleri hızla hayata geçirildi.
Önce 40 çocuk, Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nde eğitime alındı. Bu çocuklar burada okuyacak ve kendi köylerine öğretmen olarak döneceklerdi. Fakirlik sebebiyle kendi çocuklarından bile vazgeçmiş ailelere “Çocuğunuzu bedava okutup bir meslek sahibi yapacağız” diyerek yaklaşan profesyonel pedagoglar, öncelikle bu çocuklarla yaptıkları mülâkatlarda, onlarda var olan zekâ pırıltılarını da göz önünde bulundurarak kime nasıl yaklaşacaklarının yol haritasını çoktan çizmişlerdi. Kesinlikle hiçbir şey tesadüfe bırakılamazdı. Zaten bunların tamamı 40 çocuktu. Bu çocuklara ek olarak vatanî görevlerini onbaşı ve çavuş olarak yapan askerlerden de yardım alınmış, bu askerler yetiştirilerek köylerine öğretmen olarak gönderilmişti. Fakat 1 yıl sonra bu askerlerden istenilen verim elde edilemedi. Daha geniş çerçeveli bir program geliştirmenin gerekliliğine inanılıyor ve memleketin farklı yerlerinde okul açmak suretiyle çıtayı yükseltmenin mecburiyeti sürekli dillendiriliyordu. Bekledikleri siyasi destek de zaten hemen arkalarında dikilivermişti. Bu sebeple ülkenin farklı bölgelerinden 21 okulla işe devam edildi. Bu okulların özellikle kolay ulaşılabilirlik noktasında, demir yolu istasyonlarına yakın yerlerde kurulması tavsiye edilmişti. Öğrenciler sabahları davullu zurnalı oyunlarla yataktan kaldırılıyor, sonra okul avlusunda toplanan çocuklarla halaylar çekiliyor, ziraat marşı ile derslere giriliyordu…
“Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz
Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz.”

Dersler çeşitliydi. Derse ilk önce okuma saati ile başlanıyor, geri kalan zamanın %50’si ortaöğretim derslerine, özellikle de iş eğitimine ayrılıyordu. Kalan derslerin %25’i uygulamalı tarım derslerine, %25’i de teknik derslere ayrılmıştı. Teknik dersler olarak marangozluk, demircilik, tornacılık gibi meslekler öğretiliyordu. Kız öğrencilere de biçki-dikiş, el sanatları vb. dersler veriliyordu. Hatta ülkenin farklı yerlerinde o bölgenin ekonomik yapısına uygun balıkçılık ve arıcılık gibi faaliyetler de yapılıyordu. Buraya kadar her şey tamamdı. Fakat yolunda gitmeyen bazı şeyler vardı. Çocuklar mutsuzdu ve çocukların sosyal problemleri katlanarak çoğalıyordu. Ayrıca bu ülkenin dokusuna uygun olmayan düşünce ve hayat tarzları talebeler arasında kolay kabul görüyor, yüzlerce yıllık millî/manevi birikim sahibi bu milletin çocukları bir şeyin açlığını çekiyordu. Bu sıkıntıları, programı hazırlayanlar çok iyi biliyordu. Fakat program yapıcıların hedefi ve amacı da doğma/gericilik diye tabir ettikleri bu millete ait yüzlerce yıllık; millî, manevi, tarihî, kültürel değerlerin tekrar canlanmamak üzere kökünden kazınıp bir çırpıda sökülüp atılması ve sonrasında da toprağa gömülmesi değil miydi? Çünkü program incelendiğinde, bu değerlere istenilen ve olması gereken seviyede yer verilmiyordu. Bu eksiklikler; kimliksiz, ruhu boş, millî/manevi hassasiyetleri törpülenmiş, ecdadının yüzlerce yıllık mirasına ve değerlerine mesafeli nesiller yetişmesine sebep oluyordu. Bu adımlar, binlerce yıllık tarihî/kültürel geçmişe sahip körpe dimağların sert ve dondurucu kuzey rüzgârlarının (Komünizm vb.)  olumsuz tesirlerine açık hâle getirilmesine, özellikle de bu topraklara ait olmayan zararlı fikirlerin/anlayışların çocukların benliğine kolayca sirayet etmesine imkân veriyordu. Zira bu kurumların kapanmasına sebep olan şey “Okullarda komünistlik propagandası yapılıyor!” söylemleri olmuştur ki aslında bu okullarda ders planları ve programları çerçevesinde resmî bir komünizm propagandası yapılmıyordu. Sadece bütün bunlar; ruhu, millî ve manevi mayalarla yoğrulmamış, tarihine, kültürüne ve değerlerine olması gerektiği gibi hizmet edemeyen yürürlükteki müfredat programlarının dış fikir akımlarının saldırısı karşısında talebeleri etkisiz, sahipsiz, savunmasız ve manevrasız bırakmasının bir tezahürüydü. Bununla birlikte bu müfredat programında ve programa paralel hazırlanan ders kitaplarında toplumun dinî konulardaki hassas sinir uçlarına dokunulmuş, mukaddes değerler yozlaştırılarak bunlarla alay edilmiş, âyet-i kerîmelerin vahiylerden değil Hazreti Peygamber’in sözlerinden ibaret olduğu, Hicret’in bir “kaçış” olduğu anlatılmıştı. Bunlara ek olarak, okullarda ve ders kitaplarında Latin ve Grek kültürünün öğretilmesine ağırlık verilirken tarihî konular kapsamında, Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle gerçekleştirdiği eşsiz medeniyetin kurucuları olan Karahanlı, Gazneli, Tolunoğlu, Akşid, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri hakkında sanki hiç yaşamamışlar gibi bir yaklaşımın sergilenmesi, bu konulara sadece üstünkörü değinilmesi, Türk tarihi olarak sadece “İslâmiyet öncesi Türk Tarihi”nden kısaca bahsedilmesi, insanı değerli kılan ahlak, erdem, adâb-ı muaşeret gibi konuların neredeyse hiç ele alınmaması sadece birkaç örnektir. Ayrıca bu dönemde, karşısında düğme ilikledikleri dünya klasik eserleri devlet bütçesinden yapılan desteklerle tercüme edilirken aynı saygının kendi öz kültürüne ait eserlere yeterli ve olması gerektiği miktarda gösterilmemesi dikkatlerden kaçmamıştır. Bu durum, milletin vicdanında “ret” gören bu eğitim anlayışının bir müddet sonra kendi kendine sistem dışına itilmesine ve “vicdanî ret”in de tesiriyle terk edilmesine sebep olmuştur. Tabii ki bu okullardan mezun olan öğrenciler, buharlaşıp yok olmamışlardır. Köylere gidip kendilerine aşılanan sıkı pozitivist anlayışlarla bu milletin çocuklarına öğretmenlik yapmaya başlamışlar, “çağdaşlaşmak” adı altında toplumun millî, manevi, insani ve kültürel değerlerini gücü yettiği derecede canla başla törpülemeye gayret etmişlerdi. Buna mukabil büyük ölçüde başarılı da olmuşlardır. Zira eğitimin sürekliliği ve tesirlerinin öğretmenler eliyle körpe dimağlar üzerinden nesilden nesile taşınabilme özelliği sebebiyle bu zihniyet; bugün, beraber yaşadığı toplumun değerleriyle çatışmayı ve karşı duruş sergilemeyi meziyet kabul eden entelektüel kılıf giydirilmiş kimseler yetiştirmiştir. Ayrıca bu anlayışın bıraktığı izler, yakın zamana kadar toplumun, eğitimi gereksiz görmek gibi algısal manadaki mesafeli duruşunun da sebebi olabilir.

DEĞERLERİNE YABANCI NESİLLERİN MEMBAI: Köy enstitüleri gerçeği
Millet ile arasına mesafe koyan hiçbir kimse veya oluşumun başarılı olma şansı yoktur. Köy enstitüleri de Müslüman-Türk milletinin yüzlerce yıllık millî, manevi, tarihî ve kültürel birikimini yok saymanın bedelini ağır ödemiş, bu anlayışın arkasında bıraktığı pozitivist izler, kökü derinlerde olan bu milletin vicdanına çarparak yenilgiye uğramıştır. Aynı zamanda kültürüyle barışık olmayan bir anlayışın, insanın ruhu ve maneviyatıyla yoğrulmadan hayata geçirilmeye çalışılması hâlinde bu köklü/asil milletin vicdanında nasıl ret göreceğine, bundan sonra ütopyalara kapılarak kalkışılacak benzer teşebbüslerin de aynı şekilde hüsranla sonuçlanacağına bir delildir ki bu milletin bu tür hayallerle boşa harcayacağı zamanı kalmamıştır. Ayrıca insani değerler açısından önem arz eden hususları göz ardı ederek geliştirilecek programlar ve anlayışlar, geçmişinde ders almış duyarlı bir milletin vicdanında daha fazla hayat sahası bulamayacağı gibi bundan sonra hatada gereksiz ısrar da kaybolan zaman ve emek olarak karşılık bulacaktır. Öyle ki kaybolan bu kıymetleri, tekrar geri getirmek hiçbir şekilde mümkün olamayacaktır...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.