Beyaz yüzlülerin yüz karaları

A -
A +
OSMAN KEMAL KAYRA
osmankemalkayra@gmail.com
Karadeniz Teknik Üniversitesi
 
Orta Çağ’da başlayan insan devşirme ve toprak istilaları hep Katolik-Latin dünyasının baş meşgalesi olmuştur. İspanyol ve Portekizlilerin Kardinallerce verilen zulüm icazetleri, coğrafi keşifler adı altında yeni efendiler ve yeni köleler ortaya çıkardı.
 
Kendilerinden olmayan bir kavim tarafından işgal veya fethedilen toprakların asıl sahipleri için yeni efendileriyle beraber yaşamak, yerli halk tarafından hep zillet ve zulüm olarak idrak edilmiştir; zaten başka türlü de düşünülemez.
Dilleri, dinleri, renkleri ve ırkları ayrı olan bu yeni efendiler, yeni mekânlarına yerleşmek için izin almadıkları gibi onlara iyi davranmak diye bir mecburiyeti de tanımazlar. Evvela bu yeni topraklar üzerinde kendi kavimlerine bir iskân planı hazırlayan müstevliler, yerli halkın meskenetine asla izin vermeyip onların her şeylerini kendi menfaatlerine çevirmek için düzenlemeler yaparlar. Yıllarca o topraklarda yaşamış, nesiller türetmiş, mutlu aileler kurmuş, ekmiş biçmiş, hatıralarını devşirmiş, ölülerini aynı toprağa gömmüş olan aslî toprak sahipleri, başlarına bir balyoz gibi inen yeni ev sahiplerine hiçbir şey yapamamanın aczi ve sıkıntısıyla ya geçici ya da uzun süre onlara katlanmak zorunda kalırlar. Bu, bir kavmin hafızasında nesiller boyu silinmeyen derin ve acı izler bırakır.
Bazı müstevliler ufak tefek toleranslarla yerli halka sınırlı haklar tanırken, bazıları ise çeşitli bahanelerle asıl ev sahiplerini topraklarından, evlerinden, ata mezarlarından, çocukluk hatıralarından söküp atarlar. Sürgün hayatı bir kavmin genlerinde asırlar ötesine taşınır. Bu acılarla büyüyen çocuklarda kin ve nefret hep ön plandadır...
 
İNSAN HAKLARI
İnsan hakları, evrensel hukuk, müstevliler için kâğıt üzerinde kalmış, içi boşaltılmış maddelerdir. Güçlüler hep haklı kabul edilir. Veyl mağluplara…
Tarih bu tip olaylara o kadar doymuştur ki… Ama heyhat, sınır tanımayan emperyalistlerin iştihaları, hayallerini süsleyen dedelerinin barbarlıklarına imrenircesine yeni zulümlere devam etmeye kararlıdır.
İlk devirlerde güç devşirmek ve savunma üzerine bina edilen istilalar, sonraları toprak üstü zenginlikleri ve insan ticareti, nihayet 1800’lü yılların sonlarında doğrudan toprak altı enerji ve zenginliklerini hedef aldı. Önce kömür, altın ve diğer madenler derken, sanayi devrimiyle devreye giren petrol, kol gücünü ikinci plâna atıp, dünyayı dönen çarklar hâlinde tasavvur eden modern müstevliler, yani hunhar Batı, artık insanlığın baş belâsı olduğunu ilan etmişti.
Orta Çağ’da başlayan insan devşirme ve toprak istilaları hep Katolik-Latin dünyasının baş meşgalesi olmuştur. İspanyol ve Portekizlilerin Papa ve Kardinallerce desteklenen zulüm icazetleri, coğrafi keşifler adı altında yeni efendiler ve yeni köleler ortaya çıkardı.
Yeni kıta Amerika’yı keşfettiklerini söyleyen kilise destekli korsanlar, sonra giderek Afrika kıtasının saf ve kendi hâlindeki halkını zincirlerle bu kıtaya taşıyıp yeni bir insanlık ayıbı sayfası açtılar.
Batı… Zalim Batı… Önce derileri beyaz olmayan savunmasız siyahîleri bu yeni kıtaya taşıyan Batı’nın zalim efendileri, Afrika’dan zorla koparılan bu insanlarla bir Afro-Amerikan halk türettiler.
 
GÖRÜLMEMİŞ ZULÜMLER
Bu Avrupa kökenli korsanlar, kilise cevazlı eşkıyalar, gerek Afrolara gerek Negrolara derilerinden dolayı hayvanlara layık görülmeyen muameleler yaptılar.
1705 yılında Virginia’da kölelik yasasına göre: “Bu yönetim bölgesinde tüm zenci, melez ve Kızılderililer taşınmaz mal olarak elde tutulacaktır. Herhangi bir köle, efendisine karşı direnirse sahibi onu ıslah etmeye çalışırken asi köleyi öldürürse böyle bir kaza hiç olmamış gibi köle sahibi tüm cezalardan muaf tutulacaktır." Bu asilik kapsamına kölelerin çocuklarının masum davranışları da dâhildir. Kölelere verilen, günde üç orta boy patatestir. Bu üç orta boy patatesle ortalama 500 kalori alabilen köleler, 7000 ila 8000 kalorilik ağır işlere tabi tutulurlar ve güçleri kesilen köleler düşüp bayılınca en az elli kırbaçla cezalandırılırdı. Yaşlı ve işe yaramaz köleler sıcakta ağır işlere koşulurlar, susuz bırakılırlar ve böbrek yetmezliğinden ölüp giderlerdi. Kölelerde bol çocuk yapmayı teşvik ederler, doğan çocuklar büyüyünce taze güç olarak ya çalıştırılır veya satılırdı.
Ölülerin gömülmesinde ayin yapmak zaman kaybına sebep olduğu için müsaade edilmez, bir beyaz rahip ve bir iki kişi ile defin işlemi yapılırdı. Rahibin beyaz olmasının sebebi, zenci kölelerin okuma yazma bilmemeleri ve dinî bir eğitim almamalarından kaynaklanıyordu. Kilise beyazlara aitti ve köleler kiliseye gidemezdi. Yine de her zenci kölenin boynuna siyah bir haç takılırdı. Kölelerin çoğu “Hazret-i Îsâ ve Hazret-i Meryem beyaz ise bize neden yardım etsinler ki” diye düşünürlerdi. Çoğu köle Agnostik bir zihniyete sahipti. Bunların hepsi sonradan zorla Hristiyan yapılmış ama yine de kiliselere alınmamışlardır.
Kaçak bir köle olan Fredirick Douglass önemli bir hatipti. Okuma yazmayı da iyiliksever sahibinden öğrenmişti. Onun verdiği mücadele Başkan Lincoln’ün bütün ülkede köleliği kaldırmasında büyük rol oynamıştır. Siyahî köleliğin hürriyet mücadelesinde bir diğer isim Nat Turner’dir. O, tam bir isyan hareketi başlatmıştır. Amerika’da 11 Ağustos 1831 tarihinde 50-60 köle bıçak, satır ve baltalarla silahlandılar. İki gün süren kanlı bir isyan sonunda köleler serbest kaldı. Fakat bu rüya kısa sürdü. İsyancı kölelerin çoğuyla birlikte Turner, 11 Kasım 1831’de idam edildi. Ama şiddetli bir hürriyet kıvılcımı da parlamış oldu.
Lincoln’ün köleliği kaldırması, Güney eyaletlerinde huzursuzluk doğurdu. Kuzey’in artan baskısıyla Virginia, Arkansas, Tennesee ve Kuzey Carolina eyaletleri birlikten ayrıldı. İşte bu olaylar Amerika’nın en büyük iç savaşını, Kuzey-Güney Savaşı’nı başlattı. Zafer Kuzey’indi ama zenci düşmanlığı hiç bitmedi.
Beyaz yüzlülerin yüz karaları
 
ZENCİLER İŞBAŞINDA
1956 yıllarına kadar zenciler beyazların lokantalarına giremez, taşıtlarında seyahat edemezlerdi. 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Owens’ın dört altın madalya alması, Hitler’in Ârî ırk kompleksine bir şamardı. Bu olimpiyatlara zenci atletlerin de katılmasına Amerikalı beyazlar karşı çıkarken, Yahudi lobisi, Hitler düşmanlığı ile etkili bir tavır takınarak bu atletlerin olimpiyatlara katılımını sağlamıştır. Sonraki yıllarda devşirme atletler yani Afrolar, özellikle kısa mesafe koşularında dünyayı şaşırtan rekorların sahipleri oldular.
Dünya müzik piyasasında Afrolar yine öndedir. Özellikle dünyayı saran RAP’in (Rhythmic American Poem) kurucuları Amerikalı zenci topluluklardır. Bu grubun önemli bazı müzisyenleri de Snoop Dog, 50 Cent, -Jay Z vb. gibidir.
Basketbol yine Amerika’nın en sevdiği spor dalıdır. Özellikle “NBA” dünyanın seyrettiği bir sektördür. Bu alan da âdeta Afroların tekelindedir. Yine boksta da Afrolar, ringleri beyazlara dar etmişlerdir. El atmadıkları tek saha yüksek siyasetti ki onu da başardılar.
Önce Colin Powel 1983-1993 yılları arasında ABD Genelkurmay Başkanı oldu. Sonra 2001-2005 yılları arsında da ABD Dışişleri Bakanı oldu. Yine bir siyahî bayan olan Condoleezza Rice, Başkan George W. Bush’un güvenlik danışmanı oldu. (2001) Yine aynı bayan 2005-2009 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanı oldu.
Ama Afrolar bununla da yetinmediler: Nihayet Barack Obama 2008 seçimlerinde ABD’nin 44. Başkanı olan ilk siyahî idi. Sonra 2012 seçimlerini de kazanarak ikinci defa başkan seçildi. İlk adı Huseyn olan Obama, bir proje olup İslam Dünyası’nı yanıltmak için ortaya çıkarılmıştı. Aslen koyu bir Hristiyan ve İslam düşmanı idi. Orta Doğu, özellikle Suriye, Irak onun zamanında perişan oldu. Siyah adamlar bütün bu başarılarına rağmen hâlâ zenci ve hâlâ köle kalıntılarıdır.
Kendilerine bu kadar hakaret edilip atalarına yapılmadık zulüm kalmayan Afroların çok az bir kısmının Müslüman olup onları insan bile saymayan Batı’nın propaganda dini olan Hristiyanlığı hâlâ benimsemesi, önlerine Bilal-i Habeşî gibi bir örnek sunulmuşken İslamiyet’i çok azının kabul etmesi, genlerinde köleliğin devam ettiğinin göstergesi midir acaba?
Amerika bu kompleksi kısmen aşmaya çalışırken İspanya, İtalya, İngiltere ve Fransa liglerinde hem top hem de milyon dolarlarla oynayan yeni ve eski bir sürü siyahî topçu, kendilerine tribünlerden atılan muzlarla müteessir olup saha içinde ağlamışlardır. Bunların en çarpıcı birkaç örneğini esefle hatırlayalım: Kendilerine muz ve fıstık atılıp imâ ile maymuna benzetilen meşhur topçulardan birisi, Milanlı Mario Balotelli’dir. Ağlayan fotoğrafı insanlara hicran yarası olmuştur.
Şunu anlamalıyız: Batı kendisi gibi beyaz ve Hristiyan olmayan her ırka düşmandır. Son zamanlarda Yahudiler bu saldırılardan muaf tutulmuşlardır. Devşirme ırk ve devşirme kültürlü Batı’da bu ahlaksızlıkların bitmesi mümkün görünmüyor. Beyaz ırktan olan Yahudilere de Önce İspanya’da sonra Almanya’da katliam uygulanmışken bu milletin şu anda Filistin’de en büyük ırkçılık katliamı yapması ne kadar da tuhaftır.
Daha bu zalimlerin Afrika’da yaptıkları akıl almaz zulüm ve katliamlara bu yazımızda fazla temas etmedik. İspanyol ve Portekizli dedelerinden sonra, İtalyanların, Fransızların, Hollanda ve İngiltere’nin zulüm dosyaları o kadar kabarıktır ki, hangi kalem hangi deftere bunları sığdırabilir!.. Kara Afrika’nın ak gözyaşı ve kırmızı kanıyla yazılmış bir zulüm tragedyasıdır bu...
Beyaz yüzlülerin yüz karaları
 
FETHİN BİR BAŞKA YÜZÜ
İnsanlığın yüz akı, âlemlere rahmet olarak gönderilen, Risâletpenâh Efendimiz (aleyhissalatü vesselâm), hüzünle terk ettiği Mekke’ye 120 bin kişilik muzaffer ayak basarken, galip bir komutan edasıyla değil, tevazu ile girmişti. Mübarek başı âdeta devesinin boynuna yaslanmıştı. Mekke korku hâlindeydi. Acaba kendisine reva görülenlerden sonra Asâletpenâh Efendimiz tarafından onlara ne yapılacaktı. Ama o, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. İntikam onun çok uzağında idi. Mekke’de hiçbir direniş olmadı. Efendimiz hemen bir emân fermanı yayınladı: “Ebû Süfyân’ın evi ve içindekiler emindir. Elinde silah olmayanlar emindir. Evlerinde olanlar emindir. Kâbe’ye sığınanlar emindir.” Mekke’ye güneş doğdu; huzur ve saadet geldi. Ne korkulan oldu, ne de bir istila havası sezildi.
Osmanlı, girdiği hiçbir toprakta ne zulüm yaptı ne de baskı uyguladı. Dil, din, ırk zorlaması olamadı. Kiliseler ve havralar hep açıktı. İslâm’ın haram kıldığı içki ve benzeri bazı menhiyata belli bölgeler tahsis ederek tolerans tanıdı. 6 Nisan 1573 Kurban Bayramı’nda Türklerin içki içmelerini engellemek için Mehmet Paşa, Hristiyanlara çok sıkı yasaklar getirmişti. İçki içilen yerler han gibi gece müşteri kabul etmezdi. Meyhaneleri, Yahudiler ve Rumlar işletir ve iyi para kazanırlardı. Türkler meyhane işletemezlerdi. (Batı Seyyahlarına Göre İstanbullu gayrimüslimler, Firdevs Çetin, ss, 160-161 )
Adalet sisteminden de gayrimüslimler oldukça emindirler. Gerlach’a göre “Kadı ve subaşı bulunan yerlerde yaşayan Hristiyanlar ve Yahudiler oradaki Türklerin keyfi müdahalelerine maruz kalmadıkları için, hayatlarından gayet memnundular. Bunun yanında Ricaut, yeniçerilerin, içlerinden bir kısmının İstanbul’un sokak ve kapılarında nöbet tutarak, arkadaşlarının Hristiyanlara ve Yahudilere veya başka kimselere karşı olumsuz hareketlerini önlemeye çalıştıklarını yazar. (İstanbullu G. Age.ss, 185-186 ) Gelecek yazımızda buluşmak üzere esen kalınız efendim…
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.