BÜYÜK TEŞKİLATIN KÖKLERİ Osmanlının doğuşunda ahiler de rol aldı

A -
A +
Prof. Dr. Kemal Yavuz   Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında da ahiler büyük rol oynamışlardır. Şeyh Edebali ve kardeşi de ahilerden idiler. Edebali, Osman Gazi’ye kızını vermiş ve onunla irtibat kurmuştu. Orhan Gazi ise ahilikte bir unvan olan “İhtiyarüddin” lakabını almıştı. Yine Sultan I. Murad bu teşkilâttan askerî bir güç olarak faydalanmıştı.

 

    Anadolu kültüründe köklü bir yeri olan ve Osmanlının kuruluşunda rol oynayan "Ahilik" teşkilatının mazisine baktığımızda bu müessesenin fütüvvet topluluğu ile başladığını görürüz. Fütüvvet genç, yiğit ve cömert kimseler topluluğu olarak Emevîler devrinde kendini gösterir. Bunda gençlerin şahsî özelliklerinde ileri gitme gibi bir hâl vardır. Ancak bu gençler topluluğunun, cemiyette bazı görevleri üstlenmeleri de bir başka yönleridir. Hâl böyle olunca bunların devlet içinde ayrı bir güç olma durumu görülür. Bu da merkezî otoritenin sarsılması demektir. Fakat toplulukta başkalarına yardım etme duygusu ağır basar. Bu noktada dinî tarafa yönelen bu topluluk zamanla tasavvufla aynı doğrultuda gider. İşte fütüvvetin tasavvufa benzer yapısı ondaki meziyetleri de beraberinde getirir. Böylece fütüvvet, kötü huyluluk ve sefahatten uzak durma, bir yemek sunma, armağan verme, güler yüz gösterme, gönül alma, alçak gönüllülük ile başkalarını incitmekten uzak durma gibi meziyetleri öne çıkarmıştır. IX. yüzyılda başlayan fütüvvet ve tasavvuf ilişkisi devam ederken bu topluluktan olan ancak tasavvufla ilişkisi olmayan fityan birliklerinin olduğu da bir gerçektir. Halkın ayyâr, şâtır, evbâş ve rind şeklinde adlandırdığı bu birlikler XII. yüzyıla kadar devam etti. Bunlar memleketin birçok yerlerinde kanun dışı hareketlerde de bulunuyordu.   Hâlife Nâsır ve Fütüvvet   XII. asrın son çeyreğinde Abbasi halifesi Nâsır, fütüvvet teşkilâtına girerek bu gençler topluluğunun içinde yer aldı. Böylece bu teşkilâtı kanunî çerçeve içine alarak çekidüzen verdi. Kendisi de Şeyh Abdülcebbar’ın elinden fütüvvet şalvarı giyip fütüvvet kâsesinden içti. Halife şahsına bağladığı fütüvveti, bütün İslâm ülkelerine yaymayı gaye edindi. Bunda devrin büyük sûfisi Ebu Ömer es-Sühreverdî’nin yardımlarından faydalandı.   Türkler de fütüvvete katıldı   Hâlife Nâsır (1185-1225) fütüvvet kurumunu devletleştirip kendine bağladıktan sonra, bunun yayılması için çalıştı. Başta Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykâvüs’e (1211-1220) Sühreverdî’nin başkanlığında bir heyetle fütüvvet alâmeti olarak şalvar ve kâse gönderdi. Libâsü’l-fütüvveyi giyen ve ke’sü’l-fütüvveden içen Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı I. İzzeddin Keykâvüs de böylece fütüvvet teşkilâtı içinde yer almış oldu. Aslında Türk töre âdet ve ananelerine bakacak olursak, Türk hükümdarı her zaman alp, yani yiğittir. Onun bundan başka erdemleri de vardır. Bunlar, asalet sahibi olmak, doğruluk, cömertlik, vefa, başkalarına yardım duygusu ve alçak gönüllülüktür. Özellikle Türklerde cömert kişi için "akı" veya "ahı" kelimesi kullanılır. İşte bu yönlerden ele alınınca Arapçadaki kardeş anlamına gelen "ahi" ile Türkçede cömert manasına gelen "ahı" kelimesi birbirinin yerine geçmiş oldu. Yahut da aynı seslerde birleşmiş oldu. Bu teşkilâtın düsturlarını bildiren fütüvvet-nâmeler yazıldı. Sonra fütüvvet topluluğunun şeyhleri “Ahı” olarak adlandırıldı. Birinci İzzeddin Keykâvüs’ün fütüvvet teşkilâtına girmesinden sonra ahilik gitgide kuvvetlendi. Daha I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) da aynı şekilde bu teşkilâta girdi. (Ahmet Demir; Fütüvvet Teşkilâtının Kökeni, Teşekkülü ve Türkiye Selçuklularındaki Durumu, Türkler/Osman Turan; Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 330)   Türklerde İlk Ahiler   Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev 1204 yılında Mecdüddin İshak’ı halifeye elçi göndermiştir. Sadreddin-i Konevî’nin babası olan bu zat ile birlikte Halife Nâsır’ın gönderdiği Muhiddin-i Arabî, Evhadüddin-i Kirmanî, Şeyh Nasîrüddin Mahmud el-Hoyî (Ahi Evran) gibi âlim ve mutasavvıflar Anadolu’ya geldi. I. İzzet Keykâvüs ve I. Alaeddin Keykubat’ın ahilik teşkilâtına girmeleri ile Anadolu’da ahiliğin kuruluşu tamamlanmış oldu. Evhadüddîn-i Kirmanî ve öğrencilerinin Anadolu’da başlattıkları irşat faaliyetleri gitgide arttı. Bunlar için memleketin çeşitli yerlerinde tekke ve zaviyeler açıldı. Anadolu’da ahiliğin kurulup gelişmesinde Ahi Evran’ın büyük hizmetleri oldu. O Sultan I. Alaeddin’in yardımı ile İslâmî inanç ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zaviyelerde şeyh-mürit ilişkisini düzenledi. Ayrıca usta, çırak ve kalfa ilişkilerine yoluna koydu (DİA). Fikirleri devrin sultanları tarafından benimsenip uygulanmaya konuldu. Buna bağlı olarak Kayseri’de büyük bir sanayi sitesi kuruldu (M. Bayram, Türkler). Ahilerin kızları ve bacıları da burada çalışıyorlardı. Bunları da Ahi Evran’ın eşi, Evhadüddin-i Kirmanî’nin kızı Fatma Bacı yönlendiriyordu. Hoy şehrinden gelen Ahi Evran (1171-1261) Şafiî mezhebinde fıkıh âlimi ve doktor idi. Ayrıca kelâm, tefsir ve tasavvufta bilgin idi. Mürşidü’l-Kifaye ve Yezdan Şinaht adlı eserlerini I. Alaeddin Keykubad’a ithaf etti. “Alışveriş ilmini bilmeyen haram lokmadan kurtulamaz” diyen Ahi Evran gittiği yerlerdeki esnafı teşkilatlandırdı. Böylece "ahi" teşkilatlarının kurucusu oldu. Kayseri’de yerleşen, otuz iki meslekte üstat olan ve debbağlık yapan Ahi Evran bütün Anadolu ahilerinin şeyhi kabul edildi. Anadolu’nun karışıklığa düştüğü, Moğol baskınlarının arttığı bir zamanda Ahi Evran, iftiraya uğradı ve beş yıl tutuklu kaldı. Serbest kaldıktan sonra Denizli’ye gitti. Sonra Konya’ya döndü, daha sonra Kırşehir’e yerleşti. Menâhic-i Seyfî adlı eserini Kırşehir emiri Seyfeddin Tuğrul’a sundu. Herkesin sevgisini kazandı. Bu sebeple büyük nüfuz sahibi idi. Onun bu durumundan çekinen Kırşehir Emîri Nureddin Caca tarafından Moğolların baskısı üzerine 1262 yılında şehit edildi. Daha sonra bir kısım ahi bölüğü Osmanlı beyliğine gelip uçlara yerleşerek, zaviye ve tekkeler açtılar. Hanımların yetişmesini de Ahi Evran’ın hanımı Fatma Bacı üstlendi. Kadını ile erkeği ile ahiler doğudan gelen Türkmenleri terbiye edip yetiştirdiler. Bu yönleri ile ele alındığı zaman ahilerin memlekette büyük rol oynadıkları görülür (Evliyalar Ansiklopedisi).   Siyasi meselelere karıştılar   Ahiler zaman zaman siyasi meselelere de karıştılar. Konya tahtına oturmak için Kayseri’den yola çıkan İzzettin Keykâvüs’ü, Obruk’a kadar karşılayanlar arasında ahiler de bulunuyordu. Yine Sultan Alaeddin Keykubad’ın saltanata daveti üzerine yola çıkan sultana Ruzbe ovasından itibaren Konya ahilerinden bin yiğidin silahlı olarak saltanat alayının önünde ilerledikleri de bir gerçektir (O.Turan, 329). Ayrıca işgalci ve yağmacı Moğollara karşı başlarında Ahi Evran olmak üzere ahiler, Kayseri şehrini savundukları gibi mahalli otorite olarak varlıklarını da ortaya koymuşlardır. Yine Osmanlı döneminde Düzmece Mustafa olayında, Bursa’yı ona karşı savunmuşlardır. Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında da ahiler büyük rol oynamışlardır. Şeyh Edebali ve kardeşi de ahilerden idiler. Edebali, Osman Gazi’ye kızını vermiş ve onunla irtibat kurmuştu. Orhan Gazi ise ahilikte bir unvan olan “İhtiyarüddin” lakabını almıştı. Yine Sultan I. Murad şed kuşanmış ve bu teşkilâttan, fetihlerde askerî bir güç olarak faydalanmıştı. Ahiliğe girmek, şerbet içmek (şürb), şed kuşanmak, şalvar giymekle gerçekleşiyordu. Ahilik, bünyesindeki esnaf ustalar, kalfalar ve çıraklardan oluşuyordu. Çıraklar mesleklerini çok iyi bilip ehil olmadıkça dükkân açamazlardı. Teşkilâtta en yüksek ve çok sayılan reis olup, buna ahi deniyordu. Bunların zanaatkârlar üzerinde bir şeyh gibi nüfuzları vardı. Bir de esnaf arasındaki inzibatı sağlayan yiğitbaşı veya server denen ikinci bir reis bulunurdu. Bir şehirde bulunan ahilerin reisi "ahi baba" diye anılırdı. Ahi babalar Kırşehir’de bulunan Ahi Evran tekkesine bağlı şeyhlerin vekilleri idiler. Ahiliğin şartları Fütüvvet-nâme denen kitaplarda yazılı idi. Ahiliğe girecek kişinin bu eseri hakkıyla bilmesi ve öğrenmesi gerekirdi. Bu esere göre teşkilât mensupları, doğruluk, emniyet, cömertlik, tevazu, ihvana nasihat etme, affedici olma ve tövbe yolunu tutma gibi vasıflara sahip oluyorlardı. Şarap içme, zina, yalan, gıybet, kovuculuk ve hile gibi davranışlar meslekten atılmayı gerektiren sebeplerdi. Ahilik, Fatih devrinden sonra siyasi bir güç olmaktan çıktı. Daha ziyade esnaf birliklerinin idarî işlerini düzenleyen bir teşkilât hâline dönüştü. Ahilik XIV. yüzyıldan itibaren edebî eserlerde de işlendi. Bilhassa asrın ilk otuz senesinde yazılan eseler Ahiliği konu edindiler. Bunlardan Gülşehri, kendi yazdığı Ahi Bişr hikâyesinde, bazı tenkitlerde bulunmakla birlikte, gerçek ahiliğin nasıl olması gerektiği üzerinde durmuş ve örnek bir ahi olarak Ahi Bişr hikâyesindeki Bişr’i bir âşık olarak işlemiştir. Âşık Paşa da ahilikle ilgili düsturları ele almış ve esnaf velisi olan ahiden dua almak üzerinde durmuştur ve onun değerini belirtmiştir...   **************   Ahilik hakkında 1862 yılında yazılmış bir ferman.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.