‘İkinci Hukuk Restorasyonu’ şiddeti ve boşanmayı körükledi

A -
A +
Cihangir Yıldız
(Hukukçu)
e-mail: cihangir.yildiz@hotmail.com
  Türkiye’de 2001 yılında yapılan Medeni Kanun Değişikliği ile yeni ve geniş çaplı “İkinci Hukuk Restorasyonu” başlamıştır. Bu tarihten sonra ülkemizde, kadın, aile ve şiddete dair hukuki ihtilaflar hızla artmıştır. Son olarak İstanbul Sözleşmesi’yle alevlenen tartışmalar toplum genelinde önemli bir gündem oluşturmuştur.   Bilindiği gibi, Tanzimat Fermanı, bilhassa Batı’nın şiddetli teşviki ile ilan edildikten sonra milletimizin sosyo-kültürel yapısı hızla Batı’ya yönelmiştir. Buna mukabil, 1876 tarihli Mecelle (yani Medeni Kanun), 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi ve 1840-1851 tarihli Ceza Kanunnameleri gibi tamamen millî mevzuat çalışmaları yapılmıştır. Bu dönemde, yapılan çalışmalar şekli olarak Batı menşeli modern hukuk metodolojisi ile hazırlansa da muhtevası bakımından milletimizin sosyo-kültürel yapısına uyumluydu.  Sonrasında, Osmanlı Devlet Sisteminin siyasi olarak sona ermesinin akabinde, 1924 yılında Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun (yani 1924 Anayasası) yürürlüğe girmesi ile 1926’da İsviçre’den Medeni Kanun, 1928’de İsviçre’den Borçlar Kanunu, 1928’de Almanya’dan Ticaret Kanunu, 1928’de İtalya’dan Ceza Kanunu iktibas edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu dönemde yapılan çok kapsamlı hukuk sistemi değişikliğine “birinci hukuk restorasyonu” diyebiliriz. Böylece, bu birinci hukuk restorasyonu ile iç hukuk mevzuatımız, muhteva olarak da modern Batı hukuk sitemine dâhil olmuştur.   İKİNCİ HUKUK RESTORASYONU   Cumhuriyetin ilk yıllarında yürürlüğe giren bu kanunlar, ülkemizde yıllarca uygulandıktan sonra, 2000’li yıllarda yeni ve geniş çaplı bir kanun değişikliği hareketi başlamıştır ki, buna da “ikinci hukuk restorasyonu” diyebiliriz. İşte, ülkemizdeki bu hukuk restorasyonu 2001 yılında yapılan Medeni Kanun Değişikliği ile başlamıştır. Bunu, 2004 yılında yapılan Ceza Kanunu Değişikliği, 2011 yılında yapılan Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu değişiklikleri ile 2012 yılında 6284 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ve son olarak ta 2014 yılında yürürlüğe giren malum İstanbul Sözleşmesi takip etmiştir. Esasen, günümüze dair kadın, aile ve şiddete ilişkin konuların daha iyi anlaşılabilmesi bakımından, yapılacak hukuki analizleri 1924 tarihinden itibaren, hatta daha da ötesi 1839 yılından itibaren yapmak daha faydalı olacaksa da biz burada 2001 yılında başlayan “ikinci restorasyon” hareketine temas ederek bir izahat yapmaya çalışacağız.  Zira, ülkemizde, kadın, aile ve şiddete dair hukuki ihtilaflar bilhassa 2001 yılından sonra artmış, İstanbul Sözleşmesi’yle alevlenen tartışmalar toplum genelinde önemli bir gündem oluşturmaya başlamıştır. Zaten, asıl mesele, yapılan bunca mevzuat değişikliğine rağmen bu problemlerin azalmak şöyle dursun bilakis artmasıdır.   REİS DEĞİL EŞ   Bu girizgâhtan sonra gelelim 2001 yılında başlayan kanun değişikliklerinin, önceki dönemle kıyaslanmasına… Muhteva olarak bir toplumun sosyo-kültürel dinamikleriyle doğrudan ilgili olmaları bakımından konuyu Medeni Kanun ve Ceza Kanunu çerçevesinde ele alacağız (İlgili yerlerin sonunda parantez içinde eski-yeni kanun madde numaraları belirtilmiştir). Eski MK’da aile, sosyal bir yapı olarak tanımlanmışken, yeni MK’da daha çok bir şirket gibi tanımlanmış, eşler de bu şirketin ortakları olarak düzenlenmiştir. Eski MK’da “karı” ve “koca” kavramı mevcutken, yeni MK’da “eş” kavramı getirilmiştir (e.151-y.185). Eski MK’da koca “evliliğin reisi” olarak tanımlanmışken, yeni MK’da bu müessese kaldırılmış, eşlerin eşitliği prensibi getirilmiştir (e.152-y.186). Eski MK’da ailenin iaşesi kocaya yüklenmişken, yeni MK’da bu sorumluluk bütün eşlere verilmiştir (e.152-y.186). Eski MK’da evlenme yaşı erkek için 17, kadın için 15 ve olağanüstü sebeplerin varlığı hâlinde her iki cins için 14 yaş iken, yeni MK’da her iki cins için 17, olağanüstü sebeplerin varlığı hâlinde 16 yaş olmuştur (e.88-y.124). Eski MK’da mal ayrılığı rejimi ile şahsi mülkiyet hakkı korunmuşken, yeni MK’da edinilmiş mallara katılma rejimine geçilmiştir (e.170-y.202). Eski MK’da ailenin yaşayacağı evin seçimi koca tarafından yapılırken, yeni MK’da bunu eşler birlikte yapacaklardır (e.152-y.186). Eski MK’da evlilik dışı soybağı, evlilik içi soybağından ayrı tutulmuşken, yeni MK’da bu ayrım ortadan kaldırılmıştır. (e.290-y.282). Eski MK’da sadece kocanın soyadı kullanılırken, yeni MK’da kadına da kendi soyadını kullanabilme hakkı tanınmıştır (e.153-y.187). Eski MK’da ev işlerinin sorumluluğu kadına verilmişken, yeni MK’da bu kaldırılmıştır (e.153-y.186). Eski MK’da çocuk her hâlükârda babanın soyadını taşırken, yeni MK döneminde, Anayasa Mahkemesi kararı ve Yargıtay içtihatları doğrultusunda, boşanma hâlinde çocuğun, annenin soyadını kullanabilmesi mümkün hâle gelmiştir. Eski TCK’da aile içinde meydana gelen basit darp olayları ancak mağdurun şikâyeti ile kovuşturulabilirken, yeni TCK’da kamu davası hâline dönüştürülmüş, böylece eşler barışıp şikâyetten vazgeçse dahi koca ceza almaktan kurtulamaz hâle getirilmiştir (e.456/4-y.86/3). Eski TCK’da bazı cinsel saldırı suçlarıyla ilgili olarak, taraflar arasında evlenme vuku bulursa dava ve ceza tecil edilirken, yeni TCK’da bu müessese kaldırılmıştır (e.423-e.434). Yeni MK’da evlilik yaşı büyütülerek gençlerin resmî olarak aile kurmaları geciktirildiği hâlde, hemen akabinde yürürlüğe giren yeni TCK’da 15-18 yaş aralığındaki kişiler arasındaki rızaya dayalı "cinsel birliktelikler" serbest bırakıldığından (TCK 104), evlilik gibi kurumsal bir müessesenin değil de "gayrimeşru ilişkiler"in önü açılmıştır. 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 Sayılı Kanun ile birlikte, “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz” (m.8/3) kuralı getirilerek, klasik manada, hukuktaki delil ve ispat külfeti ile “yeterli şüphe” kavramı ortadan kaldırılmıştır.   EŞ CİNSEL EVLİLİKLERİN ÖNÜ MÜ AÇILDI?   Son olarak, 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’yle “partner” kavramı hukuk literatürüne sokularak, evlilik dışı birlikteliklerle eş cinsel birliktelikler hukuki olarak tanınıp, güvence altına alınmıştır. Burada özellikle belirtmek gerekir ki, iç hukukumuza göre “eş cinsel evlilik” henüz mümkün değildir. Ancak, İstanbul Sözleşmesi'ndeki “partner” kavramı rastgele seçilmiş bir kavram olmayıp, bu husus ileride muhtemel yapılacak iç hukuk mevzuatı değişikliğinin bir ön hazırlayıcısı olabilir!..   ŞİDDET AZALMADI, ARTTI   En azından hâlihazırda yürürlükte olan Batı menşeli modern hukuk sistemimizin bütünü nazara alınarak şunu ifade etmek gerekir ki Cumhuriyet’in ilk yıllarında Batı’dan aynen iktibas edilen kanunların, 18. Yüzyıl’da şimdiye nispetle daha muhafazakâr ve kapalı olan Avrupa toplum yapısına göre şekillendiği düşünüldüğünde, Batı’dan aynen iktibas edilen eski kanunların, 2001 yılından sonra çıkarılan yeni kanunlara kıyasla, toplumumuzun şimdiki sosyo-kültürel yapısına daha uyumlu olduğu söylenebilir. Zira, ülkemizde müşahede ettiğimiz üzere, son dönemde yapılan iç hukuk değişiklikleri, şiddeti azaltmak şöyle dursun, şiddetin artması sonucunu doğurmuştur. En azından istatistikler bunu göstermektedir. Mesela, Türkiye’de 1995-2002 döneminde 200-300 bin aralığında seyreden suç sayılarının, yeni TCK’nun yürürlüğe girdiği 2004’ten sonra sürekli arttığı görülmektedir.(*) Yine, 2001 yılına kadar boşanma sayısı 30 bin’in altında iken, yeni MK’nın yürürlüğe girdiği 2002 yılında birden sıçrama yaparak 100 bin’li rakamlara ulaşmıştır. Öyleyse, bir kısım çevrelerce, konunun sadece “kadına yönelik şiddet” gibi bir noktaya odaklanması yanlış olduğu gibi, bazı karşı çevrelerce problemin sadece “İstanbul Sözleşmesi”nde aranması da yanlıştır. Bu kısır tartışma bizi çözümden uzaklaştırmaktadır.   Şiddetin her türlüsü kötüdür. Şiddetin, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın insana, hayvana ve hatta bitkilere karşı dahi uygulanması bizim toplumumuzun sosyolojik ve tarihî dinamiklerine zaten terstir.  Mesela, Mecelle’nin 19. maddesindeki “Zarar ve mukâbele bi’z-zarar yokdur” yani “Birisine zarar vermek uygun olmadığı gibi, kendisine zarar verene de zararla mukâbelede bulunmak uygun değildir” prensibi bizim toplumumuzda asırlar öncesinden beri mevcuttur. Dolayısıyla, “şiddet” konusunda Batı’dan alacağımız bir ders bulunmamaktadır. Bu sebeplerle meselenin sadece “kadına şiddet” odaklı tartışılmasından ziyade, genel olarak “kadın, aile ve şiddet” mefhumları üzerinde sosyolojik ve psikolojik analizler yapılmalı, bu konuların tarihimizde nasıl ele alındığı ve ihtilafların nasıl çözüme kavuşturulduğu incelenmeli, bu konularla ilgili muteber “tarihî hukuk kaynaklarımız” modern literatüre sokulmalı, son tahlilde de toplumumuzun sosyo-kültürel değerlerine uygun ve meseleyi çözüme elverişli hukuk kuralları konularak, çözüm hukuktan beklenmelidir. ….. (*) U.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt XXVIII, Sayı 2, s.71-91 http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423935875.pdf
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.