Bir talebesinin gözünden Seyyid Ahmet Arvasi: GERÇEK KURTULUŞ ECDADIN YOLUNDA

A -
A +

Hüseyin Yavaş
Emekli öğretmen

Ahmet Arvasi Bey’in inandığı gibi yaşama düsturu vardı. Kimseden çekinmezdi. Hep anlattıkları ecdat-ı ızamın ölçüleri idi. Bu yoldan çıkanlar için ise “Onlar yel değirmenleri ile savaşan Don Kişot'lardır” benzetmesini yapardı. Gerçek kurtuluşun onların ecdadın yolundan gitmek ve ayrılmamak olduğunu sevenlerine bıkmadan, usanmadan tekrar tekrar anlatırdı…

Hayatımın ilk yıllarında tanıdığım birkaç zat; ufkumu, idealimi ve hadiselere bakışımı çok değiştirdi. Eğer bu tanışmalar olmasaydı, basit bir hayat içinde, zevklerinin peşinde koşan bir kimse olurdum. Vefatının üzerinden dün tam 33 sene geçen Seyyid Ahmet Arvasi ile tanışmam da hayatımın dönüm noktalarındandır. Arvasi Bey’i ikiz kardeşim Hasan Yavaş’la beraber tanıdık. İlk görüşmemizde, benzerliğimizi görüp “Allahü teala, kudret sıfatıyla insanları ayrı ayrı yarattı. Sizin gibi bazılarını da benzer yarattı. Herkes benzer olsaydı, insanların işi çok zor olurdu” ifadelerini kullanmışlardı. Hayatımız boyunca bizim benzerliğimizle alakalı böyle şeyler söyleyen çıkmadı. Mütefekkir insanların bakışı ve görüşü bir başkaydı.

Bu tanışmamızdan sonra, Arvasi Hocamızla birçok kimsenin tanışmasına ve sohbetlerine gitmesine vesile olduk... İstanbul Eğitim Enstitüsü yıllarında da birçok talebenin hocamızın ev sohbetlerine katılmasına Mehmet Akıllıoğlu ile önderlik etmiştik. Hatta Arvasi Bey, bazen gelenler hakkında önceden ön bilgi isterlerdi. Onların hâline göre anlatım yapmak istediklerini anlamıştım. Vefatına kadar, ev sohbetlerine ve bayram ziyaretlerinde bulundum. Kardeşim Hasan Hoca’ya cenazesini yıkamak nasip oldu. Vefatının sene-i devriyelerinde yapılan seminer ve konferanslarda da konuşmacılar arasında bulundum. Hatta Arvasi Bey’in kardeşi bana; “Abimi en iyi siz anlattınız” demişti.

Ahmet Arvasi’nin inandığı gibi yaşama düsturu vardı. Kimseden çekinmez ve korkmazdı. Hep anlattıkları Ehl-i sünnetin ana caddesi ve bu yolun büyükleri olan ecdat-ı ızamın ölçüleri idi. Bu yoldan çıkanlar için ise “Onlar yel değirmenleri ile savaşan Don Kişot'lardır” benzetmesini yapardı. Gerçek kurtuluşun onların yolundan gitmek ve ayrılmamak olduğunu dinleyenlere ve sevenlerine bıkmadan, usanmadan tekrar tekrar anlatırdı. Bu anlattıkları bende iz bıraktı ve çok şeyler öğrendim. Hocam gibi olmaya, anlattıklarını her yerde anlatmaya çalıştım. Hâlâ da çalışıyorum ve anlatıyorum.

YAŞADIĞI ZORLUKLAR

Ahmet Arvasi Hoca’mızın yaşadığı ve vazife yaptığı yıllar, çok sıkıntı çekilen zor zamanlardı. Maddi ve manevi bütün değerlerimiz, inançlarımız yasaklanmış ve inananlar takibe alınmıştı. Ahmet Bey de daha vazifeye başlayıp çalıştığı 1940’lardan 80’li yıllara kadar bu çilelerin çoğunu çekti. Kendisini yakinen tanıyanlar bu günlerin şahididir. Ben de bunlardan birisiyim. Osmanlı yıkılmış, yeni rejimin ilkeleri, ülkenin her yerinde zorla tatbik edilmek isteniyordu. Karşı durmaya kalkışanlar, ağır suçlarla mahkemelik oluyordu. Yeni rejim potansiyel suçlular arıyordu. İlk görev yıllarında dahi Ahmet Bey, bu suçlananlardan birisi olmuştu. Sürgün, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askerî darbelerinin sonuçları hocamızı ve aile hayatını olumsuz etkilemişti. 12 Mart’tan önce ve sonra yine sıkı takibe alınmıştı. Bütün şüphelerden uzak durması için yaptığı ev sohbetlerini terk edip, daha şeffaf olsun diye Balıkesir Belediye Bahçesinde sohbetlerine devam etti. Evinin etrafında ve bulunduğu her yerde, istihbaratçılar tarafından sıkı takip edildiği ayyuka çıkmıştı. Zaten 12 Mart 1971 askerî darbesi ile bu takip neticesinde Balıkesir’den sürgüne gönderildi.

Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü matematik öğretmeni Nedim Köker o yıllarda yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatmıştı: “Arvasi Hocamıza bir mektup kaleme almıştım. Mektubun ifade ve hitap cümlelerini, İmam-ı Rabbani hazretlerinin 'Mektubat' isimli eserindeki ifadeleri gibi yazmıştım. Arvasi Bey, 12 Mart öncesi çeşitli şikâyet konuları için, Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri tarafından teftiş edilmiş, bu mektuptan da sorgulanmış. Sıra bu mektuba ve gelince, 'Sen nasıl, böyle bir mektup alıyorsun ve bunları okuyorsun; nasıl bir Türk aydınısın, ülkenin kurucuları kalkıp gelse seni hemen görevinden uzaklaştırır' diye tehditlerde bulunmuşlar…"

KENDİSİNİN ANLATTIĞI BAZI İPUÇLARI

12 Eylül döneminin kudretli paşalarından biri, Ahmet Arvasi Bey ile görüşüp, Doğu ve Güneydoğu olaylarının önlenmesi için bir enstitü kurma ve kendisini de başına sorumlu yapma teklifinde bulunmuş. Arvasi Hoca tarafından da teklif olumlu karşılanmış. Ancak Ahmet Bey araştırılmış, incelemiş, neticede menfi cevap verilmiş. Niçin? Çünkü o yıllarda hâlâ potansiyel suçlu olarak görülüyormuş! Fakat daha sonra Ankara’ya çağrılıp, Şark meselesi için, kendisinden çare olabilecek bir eser istenmiş. Bu konuda “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı küçük bir eseri ortaya çıkarmıştı. Fakat eski zihniyet sahipleri; yine de Arvasi Bey'i "ırkçılık-bölgecilik" yaftası ile değerlendirerek, enstitü tekliflerini geri çektiler.            

EVLÂD-I RESULE YAPILAN DÜŞMANLIKLAR

Yeni rejim ve devrimlerin oturtulması, “Meş’um Yıl 1970’e” göre planlanmıştı. Ayrıca bu devrin düşmanlıkları en çok; Evlad-ı resul olan kimselere, dinine, tarihine bağlı, ulema ve ümera kimselere olmuştu. Neden? Çünkü bunlar milletin öncüleri ve rehberleriydi. Doğru ve eğriyi biliyorlardı. Onlar yok olursa işleri kolaylaşacak ve maksatlarına çabuk ulaşacaklardı. Bilhassa doğu bölgesinde; Evlad-ı resul olan rehber kimseler sürgün edilmiş, köyleri topa tutulmuş, birçokları, sorgulamadan yargısız infaz ile idam edilmişlerdi. Ülkenin her yerinde de aynı usuller geçerliliğini koruyordu. Bu çilelere kim karşı koyabilirdi. Ancak, Arvas ailesinden iki mühim şahsiyeti gösterebiliriz. Herkesin bildiği, bu yolun çilesini çekmiş ve o da suçlanarak, sürgün edilmiş ve bugün Ankara-Bağlum’da kabri bulunan; Mürşid-i kâmil, ilim ve tasavvufta öncü Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri ile diğeri de Türk-İslam ülküsünün mimarı ve öncüsü Seyyid Ahmet Arvasi hocamız olmuştur. Bugün bunların etkilediği ve yetiştirdiği kişiler, Türkiye’nin her yerinde iz bırakan hizmetler yapmaktadır.

Bir talebesinin gözünden Seyyid Ahmet Arvasi: GERÇEK KURTULUŞ ECDADIN YOLUNDA
S. Ahmet Arvasi, Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsünde bir konferanstayken...

 

ARVASÎ HOCAMIZIN GÖRDÜKLERİ VE YAŞADIKLARI

Arvasi Hoca’mızın okul hayatı ile görev yerlerini sizlerle birlikte öğrenelim… 15 Şubat 1932 tarihinde Ağrı Doğubayazıt’ta dünyaya geldi. Ailece Van’ın bugünkü adı Bahçesaray olan Müküs ilçesine bağlı Arvas köyündendir. Babası gümrük memurluğundan emekli Abdülhakim Efendi’dir. İlkokula Van’da başlamış, Doğubayazıt’ta devam etmiştir. Bugünkü Ağrı ili, Karaköse’de başladığı ortaokulu Erzurum’da bitirmiş, ardından Erzurum İlköğretmen Okuluna girerek 1952 yılında mezun olmuş ve aynı yıl, Konya-Doğanbeyli nahiyesinde ilkokul öğretmeni olarak vazife yapmıştır. Ardından Ağrı’nın Molla Şemdin köyüne tayini yapılan Arvasi Bey, üç yıllık ilkokul öğretmenlik görevinden sonra askere gitmiş ve askerliğini de yedek subay olarak tamamlamıştır. Askerlik sonrası, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji bölümüne kaydolmuş ve 1958’de buradan mezun olmuştur. Okul sonrası hemen Van-Erciş Alparslan İlköğretmen Okulu’na pedagoji öğretmeni olarak tayin olmuştur. O yıllarda tayinler çok kolay yapılabiliyordu. Hele öğretmenlik, sayısı az bulunan bir meslek, ihtiyaçta çoktu.

18 Kasım 1959’da, benim kanaatimce bir nev’i sürgün olarak Balıkesir-Savaştepe İlköğretmen Okulu’na meslek dersleri öğretmeni olarak tayin edildi. Ülkenin en doğusundan, en batısına geliş herhâlde istenilecek bir durum değildir. Ahmet Bey, doğup büyüdüğü şehrinden, “Kürtçülük yapıyor”, “İrticai faaliyetlerde bulunuyor” gibi suçlamalarla uzaklaştırılmıştı sanki... Savaştepe’de birçok öğretmenden ve tanıyanlardan duyduğum şey, bu suçlamalardı. Fakat buna rağmen orada çok sevenleri oldu. Her zaman sitayişle anılır ve hatırlanırdı. Muarız olan gruba ise haset ederlerdi.

Evet, o yıllarda Demokrat Parti ve diğer sağ partiler iktidar olmuştu fakat bir türlü ülkenin geleceğinde söz sahibi olamadılar. O eski karanlık günlerin kokusu devam ediyordu. Ahmet Bey’in kıymetini sezen ve anlayan bir devlet adamı ise, 4 Kasım 1965’te Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’ne naklinin yapılmasına yardım etmişti. Yedi yıl bu okulda görev yapıp birçok talebeleri ve sevenleri olmuştu.

Seyyid Ahmet Arvasi Bey, 22 Ocak 1972’ye kadar Balıkesir’de vazife yapmıştır. 12 Mart 1971 Muhtırası sırasında yine suçlanarak -muhtıra hükûmet reisi ve hemşehrisi olan, Van milletvekili Ferit Melen araya girmesine rağmen- sürgün edildi. Bursa Eğitim Enstitüsü’ne isteksiz bir tayin ile gitti. Burada 3 yıllık bir görevi olmuştur. İstanbul-Fikirtepe Eğitim Enstitüsüne ise tayinini kendisi istemiştir. Bu tayin durumunu bir sohbetinde kendisi anlatmıştı… 1975-76 yıllarında kurulan Milliyetçi Cephe hükûmeti döneminde, Balıkesir’de Millî Eğitim Bakanlığında görevli birisinden İstanbul’a tayininin yapılmasını istiyor, onların cevabı önce “Hocam, İstanbul memur için geçimi zor olan bir şehir” oluyor. Arvasi Hoca, “Davamızın kazanılması için istiyorum. İstanbul’da kazanan Türkiye’de de kazanır, kaybeden Türkiye’de de kaybeder”  diye ısrar edince, 1974-75 öğretim yılında tayini yapılıyor. Bu yıldan, emekli olduğu 1979’a kadar, İstanbul-Fikirtepe Eğitim Enstitüsü’nde meslek dersleri pedagoji öğretmeni olarak vazife yapmıştır.

Enstitüde daha ziyade sosyoloji derslerine giriyordu. Burada da başına gelmedik olaylar kalmadı. Okul, 1980 öncesi solculuğun sanki kalesiydi. Derslerinde öğrenciler, hocayı protesto etmek maksadıyla sırt dönmek, sıralara ters oturmak, kulaklarını tıkayarak derste bulunmak, öğretmen kürsüsü üzerine çöpler dökmek gibi nice kötülükler yaptılar... Çünkü bu talebeler üst akıllardan talimat almışlardı. Hocamız bu direnişleri de kırıp, etkileyici konuşmalarına ve hizmetlerine devam etti. Böylece yüzlerce seveni oldu.

Bugünlerde ben de bu okulda; Sosyal Bilgiler bölümünde okuyordum. Kayıt öncesi imtihan jüri heyetinde, mülakat sorularını bana Ahmet Bey sormuştu. Kardeşim Hasan da bir gün ziyaretime geldi. Hocamız bizi görünce, okul idaresinde bulunan milliyetçi öğretmenlere bizi takdim etti; “Bunlar benim Balıkesir hatıralarımdır. Bunlar has Türk’tür. Gelecek iktidarımızda, (ilahiyat mezunu olan kardeşim için, iltifat olarak) Diyanet Reisi adayımız olur” demişlerdi.

1978 yılında, Milliyetçi Cephe Hükûmeti yıkılıp yerine solcu Bülent Ecevit Hükûmeti kurulunca, Ahmet Bey’in tayini yine sürgün şeklinde Anadolu’da oldu. Buradan tekrar zar zor, İstanbul’a tayin yaptırıldı. Ama bu sefer görev yeri, Ümraniye-1 Mayıs Mahallesinde anarşinin yoğun olduğu bir mektebe verildi. Yine bu günlerde kendisine bile haber verilmeden, görevli olduğu hâlde, MHP Genel İdare Kurulu üyeliğine seçildi. Suç olan bu işlemden kurtulmak için hemen emekliliğini isteyip, çok sevdiği öğretmenlik görevinden ayrıldı.

MAMAK ZİNDANLARINDA YATTI

Arvasi, 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra da, parti üyeliği sebebiyle tutuklanarak, Mamak Cezaevi zindanlarında yattı. Ama 4. Kolordu Komutanlığı Bir Numaralı Askerî Mahkemesi’nde yargılanıp beraat etti. Bundan sonra, siyasi faaliyet teklifinde bulunanlara ret cevabı ile hizmetin kültür yoluyla yapılabileceğini söyledi. Daha sonra Türkiye gazetesindeki “Hasbihâl” adlı köşesinde makalelerini yazmaya başladı. Bu hizmeti, vefatı olan 31 Aralık 1988’e kadar devam etti. Hatta son yazısını yazarken daktilosunun başında, kalp krizi ile son nefesini verdi. Bir anma programında, damadı Hüseyin Yamankaradeniz “Ahmet Arvasî hocamız en etkili ve olgun yazılarını bu köşesinde kaleme alıp yayınlamıştır” ifadesini kullanmıştı…

Ruhu şâd olsun. Cenab-ı Hak bizleri de şefaatine kavuştursun...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.