Rusya-Ukrayna savaşı ve Türkiye’nin NATO’daki geleceği

A -
A +

Doç. Dr. Osman Ağır

İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

 

Türkiye’nin talebi dışında NATO’dan çıkarılması teknik olarak mümkün değildir. Fakat Türkiye’nin NATO üyesi kalarak farklı alternatifleri de dönemin şartları gereği değerlendirebilmenin yollarını araması, yani ritmik diplomasi uygulaması, uluslararası konjonktür gereği en makul yol olarak gözükmektedir.

 

Rusya-Ukrayna savaşı, ABD’ye, Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB ülkelerini yeniden eksenine çekebilme fırsatı vermiş ve ABD silah sanayisine devasa bir pazar açılmasını sağlamıştır.

 

Bugünkü siyasetin şimdilik kazananının ABD olduğunu söyleyebiliriz.

 

Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine karşı Batı blokunun güvenlik teşkilatı olarak 1949 yılında kurulan NATO’nun (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) geleceği SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sonlanmasıyla tartışma konusu olmuştur. Bazıları örgütün kuruluş amacı ortadan kalktığı için fonksiyonunu kaybettiğini ileri sürmüş, bazıları ise örgütün yeni misyonlar edinerek yoluna güçlü bir şekilde devam edebileceği görüşünü ortaya koymuştur. Rusya ve Ukrayna arasında başlayan savaş sürecinde ise örgüt, yeniden tartışma konusu olmuş ve yaşanan harbin Avrupa güvenliğine önemli bir tehdit oluşturması nedeniyle ittifakın öneminin artacağı yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Yaşanan gelişmelerle; NATO’nun gelecekteki misyonunun ne olacağı, Türkiye açısından ittifakın önemi ve Türkiye’nin NATO üyesi olmaya devam edip etmeyeceği yeniden gündeme taşınmıştır.

 

NATO’NUN KURULUŞ SÜRECİ

 

İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg tarafından 17 Mart 1948'de imzalanan ve Sovyet tehdidine karşı ortak bir savunma geliştirmeyi amaçlayan Brüksel Antlaşması, NATO'nun kuruluşunun temeli sayılmaktadır. SSCB tarafından gerçekleştirilen Berlin Ablukası ve 1948 yılında Çekoslovakya’da Komünistlerce gerçekleştirilen askerî darbe sonrası İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin, benzer olayları önlemek için Batılı ülkeler arasında ortak bir askerî strateji geliştirmenin elzem olduğunu belirtmiştir. 1948'de Avrupalı liderler bir askerî ittifak için ABD’li askerî ve diplomatik yetkililerle görüşmüş ve bu görüşmeler sonucunda 4 Nisan 1949'da Washington DC'de Kuzey Atlantik Antlaşması; ABD, Danimarka, İtalya, İzlanda, Kanada, Norveç, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve Portekiz; tarafından imzalanmıştır. Herhangi bir dış gücün üye ülkelere yönelik muhtemel bir saldırısı karşısında örgüt üyelerince ortak savunma mekanizmasını çalıştırmayı hedefleyen ittifak bugün itibarıyla 30 üyeye sahip olup, merkezi Belçika'nın başkenti Brüksel'dedir.

 

RUSLAR DIŞARIDA, AMERİKALILAR İÇERİDE...

 

NATO’nun ilk genel sekreteri olan Hastings Lionel Ismay örgütün kuruluş amacını “Rusları dışarıda, Amerikalıları içeride, Almanları ise aşağıda tutmak” şeklinde ifade etmiştir. İsmay, bu veciz sözüyle Rusların Avrupa’ya yaklaştırılmaması ve kıtanın dışında tutulmalarını; Amerikalıların Avrupa’nın güvenliğinin sağlanmasında faal ve başat olmasını; Almanların ise Birinci ve İkinci Dünya Savaşları örneklerinde olduğu gibi kıtanın güvenlik mimarisini bozmamaları için aşağıda, yani kontrol altında tutulmaları gerektiğini anlatmak istemiştir.

İttifak anlaşması incelendiğinde en önemli maddesinin “örgüte üye ülkelerin silahlı bir saldırıya uğrayan herhangi bir üye ülkeye yardım etmelerini” öngören 5. maddesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu madde, NATO tarihinde ilk ve tek olarak 2001'deki 11 Eylül saldırılarından sonra uygulanmış ve üye ülke askerleri NATO liderliğindeki ISAF'ın emrinde Afganistan'da görevlendirilmişlerdir.

 

TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ

 

Türkiye, tüm baskılara karşın İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını koruyabilmiştir. Fakat savaşın kazananları arasında yer alan Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den Kars ve Ardahan ile Boğazlarda üs verilmesini talep etmesi dönemin yöneticileri üzerinde şok etkisi yapmıştır. Bu dönemde ekonomik açıdan acil desteğe ihtiyaç duyan Türkiye, Sovyetler’den gelen toprak taleplerine karşı durabilmek; siyasi, diplomatik ve askerî yalnızlıktan kurtulabilmek amacıyla Batı ittifakı içerisinde yer almanın yararlı olacağı kanaatine varmıştır.

2. Dünya Savaşı’nda aynı blokta yer alan ABD ve SSCB, savaş sonrası rekabete girince Türkiye rahatlamış ve Truman Doktrini çerçevesinde ABD tarafından desteklenmeye başlanmıştır. ABD ve SSCB arasındaki gerilimi fırsata dönüştürmek isteyen İnönü, 10 Mayıs 1950’de üyelik başvurusu yapmış; ancak kabul görmemiştir. Türkiye Menderes hükûmeti döneminde 18 Şubat 1952 yılında ittifaka kabul edilmiştir.

 

NATO’NUN DEMOKRATİK KATKILARI

 

Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya düzeninin bir ürünü olan NATO’ya katılarak önemli kazanımlar elde etmiş olmasına rağmen Türkiye-NATO ilişkileri aradan geçen 70 yıllık süreçte pek çok zorlu testten de geçmiştir. Türkiye’nin, Soğuk Savaş döneminde SSCB’nin isteklerine karşı koyabilmesi; ittifak üyesi ülkelerden ekonomik destek sağlayabilmesi, demokratik yönden çevresindeki ülkelere göre daha gelişmiş bir konuma ulaşabilmesinde ittifak üyeliğinin olumlu etkisinin bulunduğu söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin NATO üyeliğinin dönemin şartları içerisinde önemli bir dış politika başarısı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

NATO’NUN KISITLAMALARI

 

Tüm bu olumlu etkilerinin yanında ittifak üyeliğinin Türkiye’ye negatif yansımaları da olmuştur. Her şeyden önce dış politikada hareket alanı kısıtlanmış ve alternatif fırsatları değerlendirememiştir. Ayrıca; tarihsel süreç içerisinde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehditlerin önemli bir kısmı ya doğrudan Batı kaynaklı ya da Batı tarafından el altından desteklenen nitelikte olagelmiştir. Türkiye, NATO üyeliği sebebiyle Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine maruz kalmasına karşın 1964 yılında Kıbrıs’ta yaşanan vahim hadiseler sonucu adaya müdahaleye niyetlenen Türkiye’ye NATO tarafından yaptırım uygulanmış, ABD başkanı Johnson diplomatik teamüllere uygun olmayan bir mektup yazarak muhtemel bir SSCB müdahalesinde ittifak silahlarının kullanılamayacağını belirtmiştir. Bu gelişme üzerine Kıbrıs’a müdahale 10 yıl gecikmeli olarak 1974 yılında gerçekleştirilmiş ve müdahale sonrası Türkiye’ye ağır bir silah ambargosu uygulanmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde de Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de Türkiye müttefikleri tarafından yalnız bırakılmış; hava savunma sistemleri taleplerinin dikkate alınmaması nedeniyle Rusya’dan S-400 satın alması üzerine ABD tarafından yaptırımlara maruz kalmıştır. 2015 yılında bir Rus savaş uçağının angajman kuralları gereği Türkiye tarafından düşürülmesine yönelik ise NATO sorunun diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini belirterek Türkiye’nin yanında güçlü bir duruş sergilememiştir. Yakın dönemde Türkiye’nin güvenliğine yönelik en önemli tehditler olan FETÖ ve PKK/PYD’nin dolaylı olarak ittifak üyeleri tarafından desteklendikleri bilinmektedir. 15 Temmuz darbe girişimine ittifakın samimi bir tepki vermemesi, ABD tarafından PYD’ye silah desteği sağlanması Türkiye’de NATO’ya olan güvenin sarsılmasına ve Türkiye’nin bir saldırıya maruz kalması durumunda ittifakın müdahil olup olmayacağının sorgulanmasına yol açmıştır. Gelinen noktada, Türkiye’nin Ukrayna’nın maruz kaldığı gibi bir saldırı ile muhatap olması durumunda NATO’nun 5. maddeyi işletip işletmeyeceğine dair kimse çok net cevap verememektedir.

 

ALTERNATİF VAR MI?

 

Tüm bu tartışmalar Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkmasının ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi Avrasya merkezli örgütlerle iş birliği geliştirmesinin yararına olabileceği görüşünü gündeme taşımıştır. Türkiye’nin önemli bir kazanım olan ittifak üyeliğinden çıkması bugün için tarihsel bir hata olur. Çünkü ittifak, kolektif güvenlik konsepti ve caydırıcılık bağlamında hâlen alternatifi olmayan bir yapılanmadır. Yükselen güçler Çin ve Rusya’nın ise Türkiye açısından daha az güvenilir ortaklar olacağı yakın dönemdeki gelişmelerden anlaşılmıştır. Türkiye’nin NATO üyesi kalarak farklı alternatifleri de dönemin şartları gereği değerlendirebilmenin yollarını araması, yani ritmik diplomasi uygulaması, uluslararası konjonktür gereği en makul seçenek olarak gözükmektedir.

 

TÜRKİYE NATO’DAN ÇIKARILABİLİR Mİ?

 

Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemini alması, NATO içinde güven bunalımı oluşturmuş, Türkiye'nin üyeliği ile ilgili de tartışmalara sebep olmuştur. Bazı Batılı uzmanlar Türkiye’nin S-400 sistemlerini alarak Putin’e büyük bir stratejik güç kazandırdığını iddia etmektedirler. Ancak; Türkiye’nin jeopolitik konumu, güçlü ordusu, Boğazları, Rusya’nın bugünkü saldırgan tutumu ve ittifakın yeni misyonu olan terörle mücadelede cephe ülkesi konumunda olması, Türkiye’yi bugün de NATO açısından önemli kılmaktadır. Türkiye’nin NATO’dan çıkarılabileceği tartışmaları dayanaktan yoksundur; çünkü ittifak kararlarını oy birliğiyle almaktadır. Yani Türkiye istemediği sürece örgütten çıkarılması teknik olarak mümkün değildir.

 

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI VE NATO

 

1991'de SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sonlanmasıyla NATO doğuya doğru genişlemiş ve 1999'da eski Varşova Paktı üyeleri Polonya, Çekya ve Macaristan, 2004 yılında ise Bulgaristan, Romanya, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya ve Slovenya ittifaka dâhil olmuşlardır. ABD desteğiyle gerçekleştirilmiş olan “renkli devrimler” sonucu Batı yanlısı iktidarların işbaşına geldiği Gürcistan ve Ukrayna’nın da NATO'ya katılmak istemeleri, Rusya’yı ciddi manada rahatsız etmiş ve süreç Rusya’nın 2008 Gürcistan müdahalesi ve 2014’te Kırım’ı ilhakıyla sonuçlanmıştır. Ukrayna’nın NATO’ya katılma talebini devam ettirmesine ise Rusya şiddetle karşı çıkmıştır. Yapılan görüşmelerde Rusya, ABD’den Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılmamasını ve kendisine güvenlik garantileri verilmesini talep etmiştir. Taleplerinin karşılanmadığını ileri süren ülke, Ukrayna’ya yönelik işgal girişimini başlatmıştır.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg yaptığı açıklamada, "Ukrayna'nın işgalini en kuvvetli şekilde kınadığını, Ukrayna'da çatışmanın tarafı olmayacaklarını, asker göndermeyeceklerini ve Ukrayna hava sahasında uçaklarını uçurmayacaklarını, NATO'nun ana görevinin tüm müttefikleri korumak ve savunmak olduğunu, bir müttefike saldırının tüm ittifaka yapılmış sayılacağını” ifade etmiştir. NATO açısından değerlendirildiğinde Ukrayna’nın ittifak üyesi olmaması nedeniyle NATO’nun savaşa doğrudan müdahil olmasını gerektiren bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Çünkü NATO'nun 5'inci maddesi üye devletlerden birisine yapılacak saldırıya karşı topyekûn karşılık verileceğini öngörmektedir.

 

ABD’NİN NATO FIRSATI

 

Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi NATO açısından da ciddi sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Her şeyden önce savaşın ittifak üyesi bir ülkeye sıçraması ihtimal dâhilindedir. Düşük de olsa böyle bir ihtimalin varlığı, bir süre önce "beyin ölümünün gerçekleştiği" tartışmaları yapılan NATO'nun ittifak dayanışmasını artırmaktadır. Bu durum Soğuk Savaş sonrası dönemde uğraşılarına rağmen NATO’yu bir türlü motive edemeyen ittifakın başat gücü ABD açısından önemli bir fırsat oluşturmuştur. Rusya-Ukrayna savaşı, ABD’ye, Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB ülkelerini yeniden eksenine çekebilme fırsatı vermiş, AB ülkelerini ittifakın askeri kanadına daha fazla destek sağlamak zorunda bırakmış ve ABD silah sanayisine devasa bir pazar açılmasını sağlamıştır.

Bu savaşta Ukrayna’nın Rusya’ya karşı yalnız mücadele etmek zorunda kalması AB ülkeleri başta olmak üzere bazı ülkelerinin silah alımlarını artırabilecektir. Bu durum dünya silah satışlarının %35’inden fazlasını sağlayan ABD açısından önemli bir fırsattır. Mao Zedung "Siyaset kan dökülmeyen savaş, savaş ise kan dökülen siyasettir" demiştir. Savaş kan dökülen siyaset ise bu siyasetin kazananları da elbette olacaktır. Bugünkü siyasetin şimdilik kazananının ise ABD olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Devletler açısından bazı dış gelişmeler önemli kırılma anlarını oluşturmaktadır. Rusya-Ukrayna savaşı da Türk dış politikası açısından önemli bir sınamadır. Türkiye her şeyden önce iki ülke ile de siyasi ve ekonomik ilişkileri bulunan komşu ülkedir. Montrö Antlaşması’nın uygulayıcısıdır. Bu süreçte kimsenin rüzgârına kapılmadan denge politikası yürütmesi son derece önemlidir. Yetkililerin açıklamalarından da zaten şimdiye kadar Boğazlar Sözleşmesi’nden taviz verilmediğini ve itidalli davranıldığını anlamaktayız. Bu savaşın Türkiye açısından ortaya çıkardığı en büyük risk ise Karadeniz’de Ukrayna ile komşuluğumuzun sonlanması olacaktır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.