Çalışma hayatının görünmeyen kahramanları: Ev hanımları

A -
A +
İnsanlık tarihi boyunca analık kavramı; sevgi, şefkat, merhamet ve samimiyet ile anılagelmiştir. Tarihin en geri kalmışından en modernine kadar bütün topluluklar analık kavramını her zaman ön planda tutmuştur. İnsanlık tarihi boyunca anasını yok sayan, varlığından rahatsız olan, bir arada yaşamaktan huzursuz olan topluluk yok gibidir. İnsanlar, anayı her zaman hayattaki muvaffakiyetinin anahtarı, sevginin ve merhametin kaynağı, ilerlediği yolun ışık hüzmesi ve de bolluğun şah damarı gibi görmüşlerdir. Fakat günümüzde bu kutsal misyon; ciddi yaralar almaya başlamış, analık mefhumunun sahip olduğu itibar ve ağırlık organize saldırıların hedefinde yer almaya başlamıştır. Bu mefhum, fiziki olmasa da algılarda büyük darbeler yemeye başlamıştır. Bunun çok çeşitli sebepleri olabilir fakat en önemli sebeplerden biri; maddiyat ve refah unsurlarının her şeyin başı olarak kabul edilmesi, zenginliğin sağlam aile yapısının varlığında değil de geçici zevk ve şevk arayışlarında görülmesindendir. Dolayısıyla ana ile vatan bile birlikte anılmış, “ana gibi yâr vatan gibi diyar olmaz” özdeyişi de dilimize pelesenk olmuştur…
Ananın duasından mahrum kalanın muvaffakiyetinin bile mümkün olmadığı muteber din kitaplarında vurgulanmış, evladın yetişme şartlarını ananın gözünden yorumlayan şairler ve edipler olmuştur. Bu sebeple evladın en iyi şekilde yetişmesi için önce emdiği sütün bile helalinden olmasının ehemmiyeti vurgulanmıştır. “Helal süt emmiş kişi” tabiri de ananın ne kadar önemli olduğunu sevginin de, iyi insan olmanın şifrelerinin de ananın şefkatli kucaklarından yayıldığının altı çizilmiştir…
Kültürünün altın anahtarı olan ananın ehemmiyetinin altı bu gibi hoş misallerle çizilirken ve yüzyılların muvaffakiyetinin altında yatan esas argümanın “ana” olduğu bilinirken insanlar, niçin böyle mukaddes bir varlığın devamı noktasında kamikaze yaparcasına kendi ayağına sıkmaktadır? Her kültürde değerli kabul edilmesine rağmen değişim arzusu niye ilk olarak evleri ve anneleri hedef alır? Çünkü fertleri ayakta tutan sevgidir ve karşılıksız seven tek canlı da annedir. Mutlu fertler mutlu cemiyetleri, mutlu cemiyetler de güçlü devletleri oluşturur. Bu sebeple her kültür ve cemiyet, annelik müessesesini öncelik sırasının ilk basamağına koyar.
Her kültürün hayat tarzı kendi özelidir. Dolayısıyla bir insan, diğer kültür ve cemiyet taraftarlarının sahip olduğu birikimi beğenmese de onu aşağılama veya kötüleme hakkına hiçbir zaman sahip değildir. Zira başka kültürleri aşağılayanın, kem söz edenin ve kötüleyenin kendi kültürü de aynı muameleye maruz kalır. Mesela Fransızlar, temizlik hususunda bize taban tabana zıt, çok ciddi farklılıklar taşır. Çin de yeme alışkanlıkları noktasında bize çok radikal gelen özelliklere sahiptir. Almanlar da aile mefhumu noktasında Türk toplumuyla hiç benzemeyen bir hüviyete sahiptir. Benzer biçimde Ruslar, Japonlar hatta Araplar birbirinden farklı hayat tarzlarına sahiptirler. Bunlardan beğenmediğimiz hatta uzak durduklarımız olabilir. Bu konuda beğenmeme noktasında bir refleks geliştirilmesi de gayet normaldir. Zira beğenme duygusu da sevgi gibi gönül işidir. Bir arada yaşamak zorunda olduklarınızı beğenmek ve sevmek mecburiyetinde olmayabiliriz fakat herkese tahammül etmek, herkesle iyi geçinmek mecburiyetindeyiz. Mesela aynı uçak, otobüs veya toplu taşıma araçlarında seyahat edenleri sevmek mecburiyetinde değiliz ama herkese tahammül etmek mecburiyetindeyiz. Bu tahammül aynı hedefe giden herkes için mutluluğun anahtarıdır. Zira beğenmediklerimiz sebebiyle herkesle kavga etsek her gün yüzlerce kişiyle hasım oluruz. Dolayısıyla beğenmemek de beğenmek kadar tabii bir duygudur. Fakat konu eleştirmeye, kötülemeye ve aşağılamaya gelince o hakkı hiç kimse kendinde göremez. Zira her millet, topluluk ve yapının kendine ait yılların birikimiyle meydana gelmiş hususiyetleri ve hayat tarzları vardır ki bunlar bünyesinde çok uzun süren bir birikimi ihtiva eder. Mesela; bir Müslüman olarak başka kültürü ve toplumu eleştirme, aşağılama ve kendimden olmadığı için kötüleme hakkını kendimde görmüyorsam, mevzubahis anlayışlardan da aynı hassasiyeti bekleme hakkına sahibim. Yani; bir Fransız, Alman, Rus veya İngiliz toplumu gibi yaşamadığım ve onlara benzemediğim, onların içtimaî hassasiyetlerini benimsemediğim için kötülenme, eleştirilme ve aşağılanma gibi muamelelere tabi tutulmamayı beklemek benim için bir haktır.
İşte burada da vurgulandığı gibi aile mefhumu konusunda Batılıların kendi özelinde sahip oldukları farklılıklar onlar açısından bir mana ifade ediyorsa binlerce yıllık birikimi olan Müslüman Türk toplumunun da içtimâî ve ferdî farklılıkları olması gayet normaldir. Bu sebeple dünya barışı nakaratlarını tekrarlayanların sebep olduğu ayrışmalar ve savaşlar, hep bunları anlamamaktan kaynaklanmaktadır.
Üzerinde sürekli projeler geliştirilen Müslüman Türk milletini savaş meydanlarında yenemeyenlerin “Eğer onları yenmek istiyorsanız önce imanlarını sonra da aile mefhumunu hedef alın” tarzı yaklaşımları herkesin malumu iken buna karşı bir duruş sergilemeyi ve tedbir almayı niçin akıl edemedik? Ettik de nefsimize ve işimize kolay geldiği için mi sesimiz çıkmadı?
Günümüzde anayı evinden çıkarıp kendi evladından önce başka evlatlara hizmet etmeye mecbur bırakan zihniyetler ve oluşumlar aslında en büyük zararı kendine vermektedir. Öyle ki, anne şefkatinden mahrum bırakılan, manevi doyum ihtiyaçları yeteri kadar karşılanamamış, ruhu aç vicdanı boş fertlerin vereceği zayiatlar hesap dışı bırakılır mıydı?
Kendi evladına ve yuvasına bütün varlığıyla sahip çıkan, tarihinin ve kültürünün kendine verdiği ilhamla toplumun temel yapı taşı olarak büyük mesuliyetler yüklenen Türk anasını “özgürlük” sosuyla ambalajlanmış hayat tarzlarına imrendirerek evinden çıkaranların maksatlarının aileyi ortadan kaldırmak olduğu bugün net olarak anlaşılmadı mı? “Ev hanımları da sabahtan akşama kadar mahallede, kapı önlerinde boş lakırtı ile vakit geçiriyorlar” tarzı serzenişlerde bulunanlar, bu lakırtılarla vaktini heba edenlerin çoğunun aslında iyi yetiştirilememiş kişiler olduğunu niçin göz ardı eder?
Batı’da bile artık kadınlar aslî misyonlarının “analık” olduğuna kanaat getirmiş durumdalar… Öyle ki ABD’li kadınlar tercihlerini ailelerinin korunmasından yana kullanmaktadırlar. Buna göre çocuklarının geleceği için iş hayatından feragat edip iyi bir anne olmayı para kazanmanın önünde görmeye başladıkları sayılara da yansımış durumda… Buna göre; Amerikan İşçi İstatistikleri Bürosu'nun (BLS) yayınladığı son rakamlara göre;  Amerika’da iş hayatıyla ilgili istatistikler çarpıcı bir gerçeği ortaya koymaktadır. Buna göre; eğitimli Amerikalı kadınların büyük çoğunluğu dışarıda çalışmak yerine ev hanımlığını tercih ediyor. Amerika'da iş hayatında yer alanların sayısı, genel nüfusun yüzde 63'ü ile Aralık 1981’den beri en düşük seviyeye inerken, bu oranla karşılaşmada "evlerine dönen" kadınların sayısındaki ciddi artış önemli yer tutmaktadır. Amerikan İşçi İstatistikleri Bürosu'nun (BLS) yayınladığı son istatistikler, faal olarak iş arayanların sayısındaki gözle görülür düşüşün, işsizlik oranının düşmesine de katkı sağlayacağını ortaya koymaktadır.
ABD Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü tarafından 2005 yılında yapılan bir araştırmaya göre; evli erkeklerin ancak eşlerinin evde kalmasını ve çocuklarına annelik yapmak için ev hanımlığı yapmasını sağladığında, bekâr erkeklerden çok daha fazla para kazandıkları görülmüştür. Ayrıca bu araştırma, eşi çalışan erkeklerin, fiziksel ve ruhî yönden eşi ev hanımı olanlardan daha kötü durumda olduklarını ortaya koymuştur. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yakın tarihli bir araştırmaya göre; erkeklerin %71’i eşlerini ev hanımı olarak görmek istediklerini beyan etmişlerdir.
1967’de, çalışmayan anneler, ABD nüfusunun %49’unu oluşturuyordu. 2000’li yılların başında bu oran %23’lere kadar gerileme göstermiştir. Bununla birlikte, ev hanımı olan annelerin oranı 2000’li yıllardan sonra özellikle son 15 yılda ciddi oranda artış göstermektedir…
İngiltere’de de dikkat çeken araştırmalarla karşılaşılmaktadır. Öyle ki 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre, 20 yaşından büyük olan ve tam zamanlı çalışan İngiliz kadınlarının yüzde 62’si bir kariyere sahip olmak yerine içten içe ev hanımı olmayı istediklerini belirtmişlerdir…
Bu ülkelerin sayılarını daha da artırabiliriz. Özellikle bugün, Kanada’da ev hanımı kadınlara emeklilik dâhil çeşitli özendirici teşvikler tartışılmaktadır. Almanya ve Fransa’da da ev hanımlığını özendiren TV yarışma programları ve çeşitli sosyal muhteviyatlı projeler uygulamaya konulmuştur. Özellikle uzaktan eğitim programlarıyla kadınlara yönelik geliştirici programlarla sertifikalar verilmeye başlandığı, bu hususta evinde çocuğunu yetiştirip ailesini kollayan kadınlara yönelik destekleyici projeleri hayata geçirdikleri gözlemlenmektedir. Bu hususta birçok Batılı ülkede tercihini ev hanımlığından yana kullananlara prim desteği sağlayarak emeklilik hakkı kazandırılmasına yönelik projeler tartışılmaktadır. Bu konuda sosyal güvenlik alanındaki Batılı araştırmacıların da önemli tavsiyeleri bulunmaktadır…
Buraya kadar verilen misallere baktığımızda Batılı ülkeler ev hanımlığını özendiren argümanları hızlı biçimde hayata geçirmektedirler. Bunu yaparken de erken çocukluk dönemlerinden itibaren anne-baba ve büyüklerin sevgisine yönelik olumlu yaklaşımlar ve çocuklarla daha fazla ilgilenmek adına aldıkları tedbirler, gelecekte en azından kendilerinin huzurevlerinde ölüme terk edilmelerine karşı bir sigorta görevi görmesini sağlayabilir. Bu düşünce, bugün çok sayıda Batılı ülke vatandaşının ortak algısıdır.
Türkiye’de de “ev hanımlığı” kavramı binlerce yıllık kültür potasında günümüze kadar merhametle birlikte yan yana anılagelmiş çalışkanlığı ve fedakârlığı temsil eden tabii bir oluşumdur. Ev Hanımları Dayanışma ve Kalkındırma Derneği “ev hanımlığı” kavramını şöyle tanımlamaktadır; “Onlar birer ekonomist, çünkü ev ekonomisini dengelemeye çalışmaktalar. Nasıl mı? En azından evlerinde dikiş, nakış, örgü yaparak, zaman zaman satarak, satmasalar bile aile fertlerinin ihtiyaçlarını gidermeyi görünmez el emekleri ile gerçekleştirmekteler. Ev kadınları birer sağlıkçı; hasta yakınlarına ve çocuklarına herhangi bir karşılık beklemeksizin hasta bakımı gerçekleştiriyorlar. Ev kadınları akraba ilişkilerini ve sosyal hayat ilişkilerini düzenleyerek aile fertlerinin rahat yaşamasını sağlıyorlar. Ev kadınları ailede okuyan çocuklarına her türlü maddi ve manevi desteği vermeye çalışıyorlar.”
Kültürümüzde ise bebeklik dönemlerinden itibaren sevgi duygularıyla yetiştirilen, anne-baba, dede ve nene ile yetişen çocukların gelecekte millî ve manevi hassasiyetleri daha kolay özümsedikleri de çoğu kişinin malumudur. Her an hataya meyilli insanoğlu yaptıkları yanlışlar sonucunda uçurumdan düşmeden önce yaşlı ve tecrübeli büyüklerinin açtıkları gönül ağında yere çakılmadan takılı durabilmektedirler ki bu aile büyükleri ruhen ölmenin vereceği zayiattan korunmanın en önemli ölçüleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Müslüman Türk milleti üzerine proje geliştirenler, milletimizin aile mefhumuna verdiği ehemmiyeti bildikleri için sabırla, metanetle ve en ince teferruatları da göz ardı etmeden derin plan ve projelere girişmişler bu uğurda her zaman, herkesle, her platformda iş birliği içine girmekten geri kalmamışlardır.
Fakat şu da bir gerçektir ki ev hanımları da kendini kültürel açıdan yetiştirerek değerlerini ve maddi manevi birikimlerini öğrenerek geleceğe taşıma mesuliyetleri vardır. Aksi durumda cehaletle imtihanları çok çetin geçerek bedeli ağır olan neticelerle karşılaşma ihtimalleri çok yüksektir. Zira nesilleri geleceğe taşımak geçmişten aldıkları zenginlikleri hayat tarzı hâline getirmekten geçer. Kökü derinde olanların her türlü fırtınaya karşı direnme kabiliyetleri çok yüksektir. Aksi takdirde savrulur gider…
Herkesin Mübarek Kurban Bayramı’nı tebrik eder, dareyn saadeti dilerim.a
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.