Nostalji...

A -
A +
Biz çocukken  arabaların emniyet kemeri, kafalıkları, ve kesinlikle hava yastıkları yoktu. Arka koltuk tehlikeli değil de eğlenceliydi... Prizlerin, araba kapılarının, ilaç şişelerin ve kimyasal ev temizleyicilerinin üzerinde çocuk kilitleri yoktu... Kasksız bisiklete biniliyordu. Steril su şişelerinden değil de bahçe hortumundan, köy çeşmesinden su içiliyordu...
Oyun oynamaya çıkmanın tek şartı 'hava kararmadan önce eve dönmek'ti. Cep telefonu yoktu ve hiç kimse nerelerde gezdiğimizi bilmiyordu!.
Bir sürü yaramız, kırılmış kemiğimiz ve kırık dişimiz vardı. Fakat hiçbir zaman birileri bu yüzden mahkemeye verilmiyordu. Kız ol erkek ol...  Hepimizin dizlerinde yaralar vardı. Kabuk kabuk... Enikler gibi tepişirdik, ağaçtan düşerdik, oramız buramız kanardı, kaşımız patlardı, kafamız yarılırdı...
Video oyunlarımız, 99 kablolu kanalımız, akıllı cep telefonumuz, bilgisayarımız, sosyal ağ profillerimiz yoktu. Onun yerine kanlı canlı arkadaşlarımız vardı bolca!    
Janjanlı ambalajları olmayan  gıdalar, bakkaldaki bisküvi kutularına dalmalar, açıkta satılan macunlar yiyor; homojenize edilmemiş süt içiyorduk... Hanımelinin içindeki balla, tırmandığın daldan kopardığımız yıkanmamış erikle, yan arsadaki maçta yediğimiz gollerle, daldığımız bahçe sahibinin attığı dayakla beslendik... Gayet de sağlıklıydık...
Varlıkla yoklukla alakası yok. Kanaatkâr çocuklardık biz. Annenin mutfak masasına örtü almasına bile sevinirdik. Oyuncak bebeğin çıkan bacaklarını içten lastikle bağlamalar, naylon poşetten kızaklar... Olmadan dökülen incirlerle, ağaç dalından kılıçlarla, yukarı mahalledekilerle savaşlar. Çamurdan pastalar, solucanlar, inşaat kumundan çıkan deniz minareleri, oyunumuzda sokak kedileri sokak köpekleri...  
Bolca tatlı, salçalı ve tereyağlı ekme yiyorduk ve gerçek şekerli içecekler içiyorduk; hiç kilo sorunumuz olmazdı. Omega neydi, vitamin takviyesi de kimdi? Hiçbirimiz zihinsel gelişim için gıda desteği almadık. Hepimiz de zehir gibi çocuklardık...
Bazılarımız okulda başarılı değildi ve sınıfta kalabiliyordu. Fakat bu yüzden kimse psikolog ya da pedagoga gönderilmiyordu. Kimsede dislexia, konsantrasyon sorunu veya hiperaktivite yoktu, basitçe o okul yılını tekrarlıyordu...
Üç çocuk bir limonatayı paylaşabiliyorduk... Aynı bardaktan içebiliyorduk ve kimse bu yüzden ölmüyordu... Yürüyerek veya bisiklet ile uzakta oturan arkadaşlarımızı ziyaret edebiliyorduk, kapılarını çalıp hatta çalmayarak içeri girip onları oyun oynamaya çağırabiliyorduk!
Evet dışarıda, o acımasız korkunç dünyada! Korumamız olmadan! Nasıl mümkün oluyordu bu? Nasıl oldu da bütün bunlara rağmen hayatta kalmayı başardık? Ve daha da önemlisi kendi kişiliğimizi bu şartlar altında nasıl oldu da geliştirebildik? Bizler çok güzel ve mutlu yaşadık çünkü bizler 'süs bitkisi' değil 'Çocuk' gibiydik...

Ninem diyor ki; Keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.