Afiyet olsun

A -
A +
Yiyoruz, lüp lüp götürüyoruz ama bilmiyoruz! Kim kalburabastı, çete mi bunlar? Analıkızlı, vezirparmağı karnıyarık patlıcanlara, göbeğini açan hanıma mı sallandı? Şakşuka kim? Ali gerçekten nazik mi? İmambayıldı da bunu mu hünkarbeğendi? Bilinçli beslenme yediğimiz yemeğin besin değerini bilmek, kalorisini hesaplayabilmek değil adının nereden geldiğini bilmektir! Alkışlar eşliğinde kürsüden inerken konuşmamı siz kıymetli okurlarımızı bilinçlendirerek sonlandırmak istiyorum;
Tarhana; Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı'na giderken ordunun kamp kurup istirahat ettiği bir bölgede tebdil-i kıyafet ederek bir köy evine gider. Hane halkı yemek yemektedir, misafiri de sofraya buyur eder. Sofrada sadece kara ekmek ve bir çorba kâsesi vardır. Kaşıklar çorbaya daldırılır… Ordugâhın yakınlarda olduğunu bilen ev halkı misafirin hâlinden, hareketinden ve azametinden sultanı tanır. Fakirliklerinden utanıp "Af buyurun padişahım, somun ve darhane çorbamızdan başka yiyeceğimiz yoktur" derler.
Çorbanın lezzetini pek beğenen padişah kendilerine iltifat ve ihsanda bulunur, İstanbul'a dönünce de lezzetini unutamadığı bu çorbadan devamlı yaptırır. Fakir evin DARHANE çorbası halk ağzında olur TARHANA çorbası.
Gaziantep Mutfağı’nın sembollerinden biri olan "alinazik" yemeği de ismini aynı padişahımızın iltifatından almış. Yavuz Sultan Selim 16. yüzyılda Antep’e geldiğinde ihtişamlı bir törenle karşılanmış ve sunulan yemekler arasında alinazik de varmış. Sultan yemeği çok beğenmiş ve “Hangi eli nazik yaptı bunu?” demiş. Oradan ismi "alinazik" kalmış. Rivayete göre; Dönemin padişahı Abdülaziz, III. Napolyon’u ve eşi Eugénie’yi saraya davet eder. Ancak davete tek başına icap edebilen Eugénie aşçısını da beraberinde getirmiştir. Fransız aşçının mutfakta çalışırken hazırladığı beşamel sos diğerlerinin dikkatini çeker. Osmanlı aşçılarından biri beşamel sosunu közlenmiş patlıcan ve kuzu etiyle birleştirerek padişaha sunar. Abdülaziz yeni yemeği pek beğenir. O günden sonra bu yemeğin adı “hünkârbeğendi” olarak kalır. Birkaç farklı rivayet olsa da "hoşmerim" tatlısı da yokluktan çıkmıştır. Yeni gelin dağa odun kesmeye giden eşine yemek hazırlarken yanına bir de tatlı yapmak ister. Bugün geçerliliğini kısmen korusa da Osmanlı döneminde hanımlar eşlerine 'er' veya 'erim' diye hitap ederdi. Evde bulunan malzemelerden; peynir, irmik ve şekerden bir tatlı yapan gelin, döndüğünde eşine ikram eder ve tepkisini bekler. Bu tatlıyı ilk kez hazırlayıp eşine sunan genç gelin çekingen ve korkmuş bir şekilde eşine "Hoş mu erim? Hoş mu erim?” diye sorar. Eri de tabii ki memnuniyetle “Hoş hoş” diyerek eşini takdir eder. Bizim taze gelinin 'Hoş mu Erim’ sorusu zamanla değişikliklere uğrar ve erinin o zaman çok beğendiği tatlı günümüze "höşmerim" olarak ulaşır...   Ninem diyor ki; Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.