En ‘baba’ ders

A -
A +
Gece yarısı ya da sabahın erken vaktinde telefonumun çalması beni her zaman korkutmuştur. Yıllar boyunca, bu korkumu depreştirecek ve o an aklımı kaybetmeme neden olabilecek şekilde acı acı çalan o kadar çok telefon aldım ki… Bu sefer karanlıkta değil de gün içinde altüst oldum… Öğleye doğru aldığım mesaj, şûurumu az kalsın kaybetmeme sebep oluyordu! Aldığım mesajda, babaannemin felç olduğu ve yoğun bakımda yattığı yazıyordu. Hemen telefon açıp durumu anlamaya çalıştım. Fakat o kısacık sürede ‘üzülmemem için yoğun bakımda olduğu yazılmış olabilir mi’ sorusu, zihnimi kemirmeye çoktan başlamıştı…  Neyse ki doktorların erken müdâhalesinin işe yaradığını ve babaannemin bilincinin açık olduğunu öğrendim. Ardından böylesi bir haberin neden kuru bir mesajla verilmek istendiğini öğrenmek için sorduğumda, aldığım cevap beni yerin dibine soktu… “Çok yoğun olduğunu biliyoruz. Bu yüzden telefon açarak seni telâşlandırmak istemedik”   Modern bahaneler   Doğru mu? Ne yazık ki doğru… Bahsi geçen bu konuşmayı yaparken, sağım solum kitaplarla ve araştırma notları ile doluydu. Bin kilometre ötedeki yakınlarımla konuşurken ne kadar sıklıkla “yoğunum” kelimesini kullandığımı anımsadım. Haksızlar mı? Elbette değiller... İstanbul’da kullanılan bahaneler arasında ilk iki sırayı ‘trafik’ ve ‘çok yoğunum’ alıyor. Hayâtı ıskalayacak kadar, beşerî iletişimi sınırlandıracak kadar yoğunuz. Yaşamdan anladığımız yalnızca iş ve siyaset… Oysa zarif şâir “Burası dünyâ, ne çok kıymetlendirdik! Oysa bir tarla idi, ekip biçip gidecektik” diyerek ne de güzel ifâde etmiş. Nedir bu hırs, nedir bu koşturmaca diye sormanın zamanı değil mi?   Telefonun hakkını vermek   En son şubat ayında babaannem ile konuştuğumuzu hatırlıyorum. Artık kulakları çok ağır işittiği için bağıra bağıra konuşmak zorunda kalmıştım. Yaşı 80’i geçti ama zihni berrak. Geçmişi de konuştu günümüzü de… Çocukluk yıllarıma gitti; bana, beni anlattı hiç üşenmeden… Dedikleri de doğru, uyarıları da kıymetli. Eee, ne de olsa eski toprak… Peki siz yakınlarınızı en son ne zaman aradığınızı, onları en son ne zaman sevindirdiğinizi hatırlıyor musunuz? Eğer düşünmeye başladıysanız, aradan epey zaman geçmiş demektir. Sakın benim gibi mazeret üretip durmayın. Telefonunuzu hemen elinize alın ve ‘sevindirin’ sevdiklerinizi…   Târih merakının kaynağı   Son zamanlarda bana yöneltilen sualler arasında ilk sırada yer alanı, târih merakımın nereden geldiğine dâir sorulan soru oluyor. Cevabı ise çok basit; sözlü kültür… Yetiştiğim çevrede Osmanlı târihine karşı büyük bir ilgi vardı. Akşamları çay eşliğinde yapılan sohbetleri bir köşede keyifle dinlerdim. Okuma yazmayı öğrenince, Türkiye Çocuk Dergisi ile tanıştım. Daha sonrasında Tercüman ve Türkiye Gazetesi’nin köşelerinde yer alan târih sohbetleri ile çizgi romanları okumaya başladım. Bir yandan da sık sık evlerinde misafir olduğum dedem ve babaannemin anlattığı hikâyeleri, ilk torun olmanın avantajıyla, tadını çıkartarak dinledim. İtiraf etmeliyim, merakımı zinde tutan unsurlardan birisi de babaannemin çantasında bulunan ve çocuklara ikram ettiği şekerler oluyordu. Demek ki onların tatlı sohbetleri, beni ince ince işlemiş ve merakımı mâzîye yöneltmiş… Târih bilincimizin yerle bir oluş sebeplerinden birisi de işte bu sözlü kültür geleneğini kaybetmemiz oldu. Uzun zamandır eksikliğini fazlasıyla hissediyoruz. Günümüzde bu geleneği ihyâ etmek için usta köşe yazarları ve ‘İstanbul beyefendileri’ dört bir yanda çalışıyor. Târihi; akademik soğukluğundan arındırıp sıcacık bir şekilde halka anlatmak, gündelik hayâtın renklerini nüktelerle süslemek, bir koca kitabın mesajını sunmak için yeter de artar bile… Neyse ki bu işi yapmaya çalışan dedeler ve nineler de hâlâ yaşıyor! hasanerenulu@gmail.com
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.