İman, bir nesep işi değil, nasip işidir

A -
A +
Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna en büyük ihsanı, (Şerh-i Sadr) nîmetidir. Bu da, kalbin açılması ve oraya iman nurunun girmesidir.
 
Allahü teâlâ, sevdiği ve dilediği kulunu iman ve hidayete kavuşturur. Ona, kendisine ibadet etmeyi ve diğer kullarına karşı da güzel ahlak sahibi olmayı  nasip eder. İman, ibadet ve ahlak bilgileri, İslâmın temelidir. Bunlar “İlmihal” kitaplarında kolayca öğrenilir. Müslümanın hayat bilgisi bunlardır. Aynı değerlere inanan kişilerin bir arada yaşamasını sağlayan ortak bir kültür, ancak “İlmihal Medeniyeti”ne ulaşmakla elde edilir. İmanları ve amelleri/işleri  aynı olan insanlar birbirini sever. Bunun için, “Camiye gidenler sevişir, meyhaneye gidenler dövüşür” denilmiştir. 
Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna en büyük ihsanı, (Şerh-i Sadr) nîmetidir. Bu da, kalbin açılması ve oraya iman nurunun girmesidir. Seyyid Abdülhakim-i Arvasî hazretlerinin, “Allah bir kuluna iman verdi, ona ne vermedi ki? İman nasip olmayana verdiği  ne ki?” sözü, bu hakikati haber vermektedir. İman ve hidâyete kavuşan, dünya ve âhiret saadetine kavuşmuş demektir. Bu da, bir nesep işi değil, bir nasip işidir.
Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki: “Kalbe imân nûru girince, genişler ve açılır.” Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân) “Yâ Resûlallah! O nûrun kalbe girmesinin alâmeti, işâreti nedir?” dediler. Buyurdu ki: (Alâmeti, kulun, yüzünü ebedî olan âhirete dönmesi, aldatan ve yoldan çıkaran dünyadan ve ona tutulmaktan uzaklaşıp kurtulmasıdır.)
Dünya görünüşte süslüdür, yaldızlıdır, ama aldatıcıdır, hilecidir. Kendini sevenlerin gönüllerini çalar. Peygamberlik basireti, gözüyle ve iman nuru ışığıyla bakılınca, yakînen görülür ve anlaşılır ki, dünya işlerinin temeli sakat ve dayanıksızdır. Âhiret ise daimi ve sonsuzdur. Bu anlayışa erişen kimse, yüzünü fâni olan dünyadan çevirir, kalp gözünü sonsuzluk âlemine döndürür ve yolculuk için lâzım olan sevap azıklarını bulundurur. Kişinin göğsünün inşirahından, açılmasından nasibi, bu iman nurundan olan nasibi kadardır. Bunun da miktarı kalbindeki ferahlıkla ölçülür. Çünkü nurun, sinenin açılmasında ve kalbin ferahında tesiri tamdır. Bu sebeptendir ki, dünyadaki ışığın bile, gönül rahatlığına, kalp ferahlığına, karanlığın da, sıkılmaya, daralmaya yol açması, sebep olması büyüktür. Bunun için demişlerdir ki: Nefs-i natıka/insanî rûh, nura, ışığa âşıktır… Nerede bir ışık hüzmesi, parıltısı bulsa, o tarafa döner ve o yöne koşar. Bu yüzden aydınlık yerde uyku az gelir. Zira ruh, aydınlığa nura olan teveccühü sebebiyle içeriden dışarıya gelir. Karanlık olunca, içe çekilir ve uykuya dalar... 
Şairin bir beytinde söylediği gibi: Sana visal meclisinde, göz uyku yüzü görmez/Yüzünün kandili önde, uykuya sıra gelmez...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.