Yürüyen merdivenler, sürünen insanlık

A -
A +
Ünlü çizgi roman kahramanı Porsuk Pogo arkadaşı ile bir derede karşıya geçme mücadelesi veriyor. Fakat dere yatağındaki ağır pislikler, metal ve plastik karışımı çöpler yüzünden karşıya geçemez. Pogo pislik içindeki dereyi çaresiz seyrederken, bu şartlarda yürümek (yani yaşamak) mümkün değil diyen arkadaşına şöyle der:
-Evet, dostum, ciddi bir düşmanla karşılaştık ve o düşman biziz...
Rektörlük de yapmış ciddi bir profesör sosyal medyada Türkiye'deki hapishane nüfusunun yıllara sâri artış rakamlarını paylaşmış. Çocukları kime emanet ettiğimizi unutarak, hayat denilen dereyi nasıl çöplük hâline getirdiğimizden kendi adına hiç sorumlulukları yokmuş gibi.
Bir TV kanalında Karadeniz'in uç bir köyünde çekilmiş bir belgesel izlemiştim.
Orta yaşlı bir adam büyükbabasından kalma günlerdeki köy hayatını ahşap katlı evlerde geçen uzun kış gecelerinde birbirinden uzak mekânları geniş salonlarda toplanarak nasıl ısıttıklarını uzunca ve hasretle anlattı. Kendisinin daha çok kazanmak daha rahat etmek çocuklarını daha iyi güya yetiştirmek adına rüzgârın kendisini nasıl gurbete savurduğunu anlattı. Sonra konuşmasını, adamlığı, komşuluğu, iyilik yapmayı güler yüzlü olma yeteneğini büyük şehrin hengâmesinde nasıl kaybettiğini anlattı ve; "Burada her evin altı ahırdır, onlar alt katta biz üst katta mutlu yaşar giderdik. Ahırda sarı inek hastalansa herkes telaşa düşerdi. Şimdi onuncu katta ölen komşuyu asansör olmasa aşağı indirecek adam bulamıyoruz. Şimdi tezek kokularını bile (arkasında saklı adamlığı) özledim" diyerek sözlerini gözü yaşlı bitirdi...
Büyük kentlerin nüfusu hapishaneleri de beraberinde büyüttü.
Hassas kalpli, yüreği hâlâ köylü kalabilmiş bu adamın yüzü bütün bir mağdur toplumun yüzüdür.
Bir yerde okumuştum, "Zekâ çok şey bulursa da gaflet gitmez insanlardan" diyordu. Hayatı kolaylaştırmak için bulunan ne varsa sanki aleyhimize çalışıyor.
Dış dünyamızı mamur ettikçe iç dünyamız fakirleşip kuruyor.
Önce aynı şehirde yaşayan insanlar birbirine yabancılaşıyor sonra aynı aileler içinde derken sonunda insan kendine yabancılaşıyor.
Bir asırdır adını siz koyun, yaşanan sıkıntılar, ahlakın ebatlarını kendilerine uyduranlar ile buna başkaldıranların hikâyesidir. Vatanseverlik ile vatan hainliğinin, muhbirle sorumlu vatandaş olmanın dindarla yobazın karıştığı, Anadolu'da "at izi, it izine karışmış" dedikleri cinsten bir alacakaranlık kuşağından geçiyoruz...
Köprüler yaparız gelip geçmek için değil atlayıp hayatımıza son vermek için, lüks arabalarımız olur dost ziyaretleri için değil kaldırımdaki insanı ezmek için, ağrı kesiciler baş ağrısını dindirmeye değil kutuyla içmek için. Akıl almaz cinayetler işlenir yirmi gram sarı metal için. Evdeki çocuklar bile yabancı olur bir ara hatırladığımızda "bu çocuk ne zaman büyüdü?"  deriz.
Ruh beslenmeyince şiddet toplumu hâline geliyoruz.
Tebessümle bezenmeyen insan şiddete şiddetle karşılık vermeye çalışıyor. Eşlerinden şiddet gören kadınlar bile aynı hayatı paylaştıkları eşlerinden gelebilecek saldırılara karşı savunma sporları kurslarına gidiyor. Ama kendilerine yine kendilerinden gelen saldırıları fark edemiyor.
Hayata bakış değişmedikçe katlı mağazalardan yaptığımız alışverişler bile bizi mutlu etmeye yetmez.
Tahrip ettiğimiz dünyamızı yeniden yaşanabilir hâle getirmek yine bizim sorumluluğumuz.
Ciddi olarak bir ruhsal dönüşüme hepten ihtiyacımız var.
Dımbıltı festivalleri bu dönüşümü gerçekleştiremez. Mesele nesillere dinini, dilini, tarihini öğretip kendileri ve ülkeleri için bir hedef sahibi yapmakta.
Yürüyen merdivenler bedenleri yukarı taşıyor ama insanlığı yükseltmeye yetmiyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.