Lahana yerken kıtır kıtır…

A -
A +
Bugün referandum sürecinde demokrasiyi koruma adına “Parlamento yok edilecek, parlamento olmayacak, yasama organı olmayacak” diye feryat edenlere dün demokrasi yok edilirken nerede durduklarını hatırlatmalı.Bunların hikâyesi; 27 Mayıs 1960 darbesinde Adnan Menderes ve arkadaşları idama giderken darbecilere uşaklık yapan bazı medya, üniversite ve yargı temsilcilerinin hikâyesine benzer.
Yassıada’daki düzmece duruşmalar sırasında “savunma hakkımız kısa kesiliyor” diyen Adnan Menderes’e “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyen Mahkeme Başkanı Salim Başol, parlamentoda siyasi iradeyi temsil eden ülkenin başbakanı idam edilirken darbecileri alkışlayanlardı.
Darbeciler de kendilerine sadakatle hizmet edenleri Yassıada sonrası ödüllendirdi. Ömer Altay Egesel Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı, İbrahim Senil Danıştay ve Anayasa Mahkemesi Başkanı, Kani Vrana ve Necdet Darıcıoğlu Anayasa Mahkemesi Başkanı, Suphi Örs Yüksek Hâkimler Kurulu Başkanı yapıldı. Cevdet Menteş Yargıtay Başkanı, Yassıada mahkemesi Başkanı Salim Başol da Anayasa Mahkemesi asil üyeliğine seçildiler.
Bugün hukuk adamlarının onurlu olmasından bahsedip, darbe dönemlerinde “ben anlamıyorum ki ne oluyor ne bitiyor” diyerek kendilerini aklayanlar aklımıza eğlenceli bir atasözünü (lahana gelince kıtır kıtır, sapı gelince meeee…) getiriyor.
Eğer bir kimse devletin demokratik yönetim sistemi içindeyse bu sembolik olmaz. Bugün sistem değişikliğine yapılan itirazların temelinde, kendilerini yürütme ve yasama organı üzerinde vesayet hakkı görenlerin görev alanlarına çekilmesi yatıyor.
Onun için “parlamento yok edilecek, yasama organı olmayacak” diye itiraz ediyorlar.
Çok partili sistem sayısız defa parlamento dışı müdahalelere maruz kaldı. Başbakan ve bakanlar asıldı, hapislerde yattı, siyaset yapma hakları engellendi, partiler kapatıldı ama görevleri demokrasiyi koruma ve kollama görevi olanlar darbecilere karşı dik durmadılar.
Meclis kürsüsünden “Adnan Menderes’in idamı demokrasinin ayıbıdır” diyen Demirel’e koltuğundan “gerekirse bugün de asarız” diyenlere karşı, Merhum Turgut Özal “Erdal Bey, babasının Menderes’e ‘seni ben de kurtaramam’ sözünü hatırlatarak bir nevi tehdit ediyor” diye sataştığında ses çıkarmayanlar referandumla başvurulan millet hakemliğine itiraz ediyor. 
Darbelere, vesayetçilere karşı durmak meclis gibi demokratik sorumluluk taşıyan yargının, medyanın, akademisyenlerin de sorumluluğudur. Ama Türkiye’nin yüz yıllık derdi gücü ve yetkiyi ellerinde bulundurup ancak millete karşı hiçbir sorumluluk taşımayan bu vesayet kurumları olmuştur.
Bu sataşmalara karşı en iyi cevap SETA’nın düzenlediği Cumhurbaşkanlığı Sistemi Sempozyumunda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi:
“Üzerinde konuştuğumuz Cumhurbaşkanlığı Sistemi konusu öyle bir anda bir günde bir yılda ortaya çıkmış değildir. Cumhuriyet dönemindeki tecrübelerimiz ve özellikle son yıllarda yaşadıklarımız bize bir gerçeği gösteriyor.
Şayet ülke ve millet olarak hedeflerimize ulaşmak istiyorsak öncelikle güçlü, etkin, yetki ve sorumluluk sahibinin tam olarak belli olduğu bir yönetim sistemine ihtiyacımız vardır. Türkiye, gücü ve yetkiyi elinde bulunduran ancak millete karşı hiçbir sorumluluğu olmayan vesayet kurumlarının elinden çok çekti...”
Referandum bir bakıma samimiyet testidir. Bakalım vesayetçiler referandum sonuçlarını da “hâkimiyet milletindir” deyip saygı gösterecekler mi?
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.