Gurbet Kuşları

A -
A +
Artık üç nesli bir şehirde yaşıyor görmek mümkün değil. Modern hayatın sert rüzgârı her kuşağı bir tarafa savuruyor. Geçmiş zamanlardaki gibi insanla şehir arasındaki güçlü aidiyet bağları yok. Büyük şehirlerde ise her sosyal guruptan insan emniyetli liman olarak gördüğü hemşehri gettolarına sığınıyor. Buna karşılık hayallerinde hep gelecekte gerçekleşecek bir şeylerin arkasına sığınarak köylerine ve köklerine dönecekleri günü bekliyor.
Oysa durum çok farklı ve köyler, kasabalar, küçük kentlerde yaşayanlarda artık yalnızlıktan şikâyetçi. Küçük şehrin büyük yalnızları da içlerindeki gurbetle savaşıyor.
Sorun mekânla ilgili değil doğrudan insanla ilgili.
Kendisiyle kavgalı insan kolay yolu seçip hasmını dışarıda arıyor. Herkes başkasını düzeltmekten vakit bulup kendisine bakmayı akıl edemiyor. Yaşadığı çevrenin bir parçası olmayı reddedip ona patron olma savaşına giriyor. Sonuç mağlubiyet, ödülü mutsuzluk, çözüm başka diyarlara göç. Tabii savaş yeni kentte tekrar başlıyor.
Çoğu insan hâlâ daha iyi bir hayat sürmenin yolunun, altyapısı, konut sorunu çözülmemiş, iş imkânları dar ilden göç etmekte arıyor. Yeşilçam’ın usta yönetmeni Halit Refiğ’in daha iyi bir hayat sürebilmek için küçük bir kasabadan “Altın Şehir” dedikleri İstanbul’a göç ettikten sonra birbirinden kopmaya, parçalanmaya başlayan bir ailenin hayat mücadelesini anlattığı “Gurbet Kuşları” filmi, bu hayali kovalayanların trajedisini anlatan ilk Türk filmiydi (1964).
Ama kendilerinde, içeride kaybedip büyük şehirde aradıkları her neyse onu büyük şehir vermedi. Şehirler canlıdır ve çok kıskanç olurlar. Zenginliklerini kendilerine ram olanlarla paylaşır efendilik taslayanlarla değil.
Nitekim “Gurbet Kuşları” ağır hasar alıp geriye, hafızalarına sığınırken, terk ettikleri şehre geri dönüş yolculuğu başlarken itiraf etmek zorunda kalırlar. “… Bu şehri fethetmek hayaline kapılmak hatalarımızın başlangıcı oldu. Sırt sırta verip çalışacağımıza herkes kendi havasına daldı. Kendimizden hiçbir şey katmadan bu şehrin nimetlerinden istifadeye kalktık. İşte bunun için başaramadık.”
Şehrimizi fethetmek gibi alışkanlığımız önce geçmişimize sonra şehrimize bizi yabancılaştırıyor, kendi şehrimizde “Gurbet Kuşu” yapıyor. Bir kere kendi şehrimizde yabancılaştık mı artık her yer gurbet.
Bana sorsanız “eğer yetkin olsaydın yaşadığın şehre değer katmak için ilk ne yapardın?” diye. Hiç tereddütsüz “Şehrin hafızasını, gölgelerini açık eder, fark edilmesini genç nesillerin tanımasını fark etmesini sağlayacak teşebbüslerde bulunurdum. Şehir ve toplum hayatını parçalayan Kozmopolit hayat ancak müşterek değerler paylaşıldığında yerini aidiyet duygusu güçlü kentlere bırakır. Hayatta geçmiş ile kavga başladı mı gurbet başlar…”
Yoksa hangi şehir hangi ülke olsa fark yok, şairin dediği gerçekle yüzleşiriz...
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın,
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
Aynı mahallede kocayacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına,
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.