Zoraki müttefik

A -
A +
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Metin Topuz’un Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı işlenen bir suçla ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti makamları tarafından tutuklanması zaten soğuk olan Türkiye-ABD ilişkilerini yeni bir boyuta taşıdı. Kimi yazarlara göre, Amerika-Türkiye ilişkileri tarihinde hiç olmadığı kadar gergin. İttifakların büyük ortağı olarak müttefiklerinin sürekli olarak kendisine tabi olma beklentisi içindeki ABD bu alışık olmadığı karşı duruşa vize yasağı ile mukabelede bulundu.
Müttefikliğin yarım asırlık hikâyesi hep benzer operasyonlar ile geçti. Orta Doğu’nun bölünme projelerinin arkasında ABD olduğu, baştan beri PKK’ya destek verdiği ve Kürt devleti projesini İsrail ile birlikte desteklediğini bilmeyen yok. Zaten kendisi de inkâr etmiyor buna lüzum da duymuyor.
ABD’nin birçok ülkeyle mükemmel olduğu zannedilen ilişkiler hep ABD’nin kendi çıkarları adına olmuştur. ABD’nin bu tutumu hem örtülü krizlerin hem de gerçek niyetlerinin açığa çıkmasına vesile oldu. Bütün bunlardan sonra bu müttefikin kimden yana olduğunu aleni sorgulamak kaçınılmazdır. Bu müttefiklik hikâyesinin temeli yağmurdan kaçarken doluya tutulma hikâyesine benziyor.
İkinci Dünya Savaşı çıktığında Almanya ile olan geriden gelen dostluğa rağmen Türkiye tarafsız kalmaya çalıştı ama ilişkiler devam ediyordu. Trakya sınırına kadar gelen Alman birlikleri daha ileri geçmedi. Savaşın sonuna doğru ABD, İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş ilan etmeyen ülkelerin kurulacak olan Birleşmiş milletlere alınmayacağını ilan edince Türkiye savaş bitmesine rağmen Almanya’ya savaş ilan etti ama bu Sovyetlerin Türkiye’ye karşı soğuk olan tavrını değiştirmedi ve Türkiye’ye saldırmak üzere Romanya’ya asker yığdılar. Stalin, Boğazlarda üs istemekle kalmadı Kars ve Ardahan’ı da istedi. Bu tehdit karşısında Türkiye, Birleşmiş Milletlere üye talebinde bulunarak kendini önce Birleşmiş Milletlere müteakiben 1950’de Kore’ye asker göndererek NATO’ya girdi. Böylece muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı bir başka blokun üyesi olarak kendini emniyete aldı.
Ancak bu garantörlüğün bedeli gün geçtikçe Türkiye için ağırlaştı. Önce 1954’te ittifakın ileri karakolu olarak Türkiye’de ABD üslerinin kurulmasına ve asker bulundurulmasına müsaade edildi. Zaman içerisinde Türkiye’nin bütün dış politik çıkarları ittifakın çıkarlarının arkasında kaldı. Trajik olan Sovyetlerin tehdit olmaktan çıkmasından sonra bu ittifak devam ettirildi ve Komünist Blok tehdit olmaktan çıkmasına rağmen ABD vesayeti devam ederek kısa zaman sonra tehdit değişerek; müttefikler tehdit olmaya dönüştü!..   
Geldiğimiz noktada Türkiye krizi tırmandırarak ABD ile bağlarını kopartmak niyetinde değil ama haklı olarak Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi bir teslimiyetçilik içinde olmadığını da ortaya koymak durumundadır. Bu kriz karşısında Türkiye’nin duruşu önümüzdeki yakın tarihte Irak ve Suriye üzerindeki yeni operasyonlardaki yaptırım gücünü de belirleyecektir. Elbette ki Türkiye 1940’ların yorgun ülkesi değildir ve vesayet dönemlerinin bittiğini de müttefiklerine anlatmak gerekiyor. Bu hafta sonu Türkiye’den ayrılacağını belirten ABD Büyükelçisi John Bass’ın giderayak “İki taraf da olması gerektiği biçimde iletişim içinde değil” demesi duydukları hazımsızlıktan ama “hayır” diyebilen bir Türkiye’ye alışmaları gerekiyor.
Yoksa Türkiye; karşılıklı çıkar ilişkisi ile sürdürülmesi için gayret gösterdiği bu zoraki ortaklığın ABD’nin egemen devlet alışkanlığı ile bozmasını mı bekleyecek?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.