Celladına rüşvet veren şehirler!..

A -
A +
Derler ki, bir zamanlar idam infazlarının kılıçla yapıldığı ülkelerde idam mahkûmu zengin ise kafasını vuracak celladına rüşvet verirmiş. Ensesinde çentik açıp fazla acı çekmesin, işi tek darbede bitirsin diye.
Modern dönemin putu, dünya üzerinde hâkimiyet kurmayı hedefleyen makine, çelik ve beton eline geçirdiği dünyayı öylesine tahrip ediyor ki, insanoğlu bu gücün verdiği şımarıklıkla belki de tarihte ilk defa kendisinin yegâne hâkimi ve efendisi olarak görmeye başladığı şehirleri "kendi celladı" olarak yüksek bedeller ödeyerek besliyor!..
Beton ve çelik patronları kendi dışındaki diğer varlıklarla ve canlılarla şehirleri asla paylaşmıyor. Ölülere bile saygı yok, kabir yeri kadar boş bulduğu toprağa beton ve çelik mabetlerini (gökdelenleri) dikiyor. Adı bile meydan okuyor eskiden 'Gök’e ok atanlar varmış şimdi 'Gök delenler' var. Önceki nesillerin yaşanılmaz bulduğu bölgeler, şu an milyonlarca insanın hayatını sürdürdüğü milyon dolarlık yapılar ölülerin defin öncesi bekletildiği morglardaki beton ve çelik kafeslere döndü. Bunun adına da “metropol” diyorlar. 
"Ecdat bir yere yerleşeceği zaman önce mescidini yapar, onun yanına hamamını kondurur, yakınına da mezarlığını seçer. Solmadığı ve yekpare olduğu için tevhidin temsilcisi olarak gördüğü selvilerini diker, sonra bunların etrafına evlerini inşa ederdi ve böylece toprak 'iman'a gelirdi” diyor Yahya Kemal. Merkezleri şehirlerin kalbidir, şimdi bakın şehirlerin merkezinde ne var?
Zenginliğin verdiği şımarıklık şehirlerin merkezine işte böyle saldırdı. Şehirlerin mücadele ettiği uyuşturucu bağımlılığı, şiddet, dolandırıcılık ahlaki ya da ekonomik veya sosyal hangi sıkıntı varsa altını karıştırın adamlığımızdan, insanlığımızdan, topyekûn medeniyetimizden çalan bu beton ve çeliğe teslim olmuş şehir hayatı çıkar.
Doğrudur, sorunların kaynağını doğru tespit etmek çözümün ilk adımıdır.
Önceki gün Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezinde düzenlenen “Şehircilik Şûrası”nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şehirlerin bu saldırıya teslim olmaması gerektiğini vurgularken “Şehirleri inşa ederken onlara kendi ruhumuzdan da üfleriz. Şehirler bu açıdan kurucularının, sakinlerinin, üzerinde daha önce yaşayanların âdeta aynası gibidir. Hayata nasıl bakıyorsak, dünyayı nasıl idrak ediyorsak, yaşadığımız şehirlere de öyle şekil veririz.
İnsan fıtratı ile mütenasip olmayan her yer zamanla insanın zindanı hâline dönüşüyor. Bu sebeple günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton, beton, beton orada ruh ve huzur yok. Bu huzuru yeniden bulmak için biz yöneticiler başta olmak üzere tüm belediyelere ciddi işler düşüyor” demişti.
"Söz ve fikir beton ve çelikle savaşıyor. Sözle yazıyla kazanılmayacak savaş yok. Kalem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak, insanları, okumaya, düşünmeye sevmeye alıştırmak" diyor Cemil Meriç.  Nicelik odaklı değil, nitelik odaklı şehirler inşa etme mücadelesi belki gelecek nesillerde de sürecek ama şehirler, “Bırak, keyfini sürsün/Şehirlerin, köleler/Yeter bizi tuttuğu/Tükensin velveleler/Kalk arkadaş,  gidelim..."  demeden betona, çeliğe ve güce şehirler teslim olmayacak. Ve aklımız hep mabede, yeşile ortak alanlara huzura teslim olmuş şehirlerde kalacak, şairin dediği gibi;
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, 
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede,
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.