Sıkıntıya takılıp kalanlar…

A -
A +
Sadece haklı olmak ve karşı tarafın haksızlığını ilan etmek sonuçları lehimize çevirmek için yetmez. Dik durmak, direnmek ve haklı bir davayı savunmak ne demek? Risk alma ve ter dökme yükünü taşımayan insanlar da, ülkeler de, davalar da mağduriyet ve yenilgilerin yükünü taşır.
Bir toplumu yarınki refah için bugünkü sıkıntıyı sırtlamaya ikna etmek ve bunu hayatın pratiğine yansıtmak kolay değildir. Bugünkü sıkıntılar dünkü ihmallerin faturasıdır. Son yıllarda yaşadıklarımız ve dışarıdan üzerimize gelen çullanmalar hayatımızı her pencereden sorgulamaya bizi mecbur kılıyor.
Her köşebaşı yazarı söz birliği etmiş gibi Rıza Zarrab dosyasına kitlenmiş görünüyor. Ama "dışarıdaki sorunları çözüm yeteneğimiz içerideki gücümüze bağlı" ilkesi her zaman kendini bize hatırlatıyor.
Bugünkü Japonya, geçmişinde Pasifik Savaşı, Hiroşima ve Nagazaki felaketleri ve sonra işgal travmaları yaşamasına rağmen İkinci Dünya Harbine bulaşmayan bizim yaşadığımız sıkıntıları yaşamıyor. Bize gelince içeride ve dışarıda bitmeyen bu asırlık savaşın temelinde ne var? Bu sorunun çok farklı cevapları olabilir ama ben cevaba “insan” seviyesinden bakmayı tercih ederim. Aşağıdaki hikâye “sıkıntıya takılıp kalanlar"ın ve hep kurtarıcı bekleyenlerin yüzlerini geleceğe çevirmeleri için:
“Hiç param yoktu. Hanlarda, otellerde kalamıyordum. Kışın veya yağmurlu günlerde tren istasyonlarındaki kanepelerde, yazın ise parklarda uyuyordum. Dışarıda uyuyunca sivrisinekler sıkıntı veriyordu ama ellerime eldiven geçirerek başıma elbisemi çekerek uyumayı öğrenmiştim. Nefes alamıyordum ama yorgun olduğumdan hiç değilse üç dört saat uyuyabiliyordum.
Gece trenlerine biniyordum. Bu trenler daima tıka basa doluydu. İnsanlar trene binmek için pencereden tırmanmak zorundaydı ve bütün gece ayakta dikilmek zorundaydım.
Gittiğim ilk toptancı genç bir tezgâhtar, dükkânın önünde paketleme yapıyor.
-Yardım edebilir miyim bir şey mi arıyorsunuz?
-Evet, lütfen. Size basketbol ayakkabılarımı göstermek istiyorum.
-Siz kimsiniz?
-Adım, Onitsuka,
-Onitsuka, ne korkunç bir isim, böyle bir ismi daha önce hiç duymadım. Kobe’den belki, gerçekten Japon musunuz?
-Lütfen sadece getirdiğim şeye bakabilir misiniz bir dakika bile sürmez?
-Özür dilerim fazla meşgulüz, başka bir zaman tekrar geliniz, lütfen bir dakika bile sürmez.
-Meşgul olduğumu söyledim, izin verin de işimize bakalım...
Çok öfkelendim. Ne terbiyesiz bir çocuk, ne cesaretle bana böyle davranır, vaktiyle 3000 kişinin öğretmeniydim, diye düşündüm. Daha sonra bu gururumla ne kadar gülünç olduğumu fark ettim. Böyle şeyler hiçbir zaman bir mana ifade etmez...”
Genç tezgâhtarın reddettiği, satıcının evinin bir köşesinde harp sonrası hayatta kalmak için spor ayakkabıları imal eden Onitsuka; o ayakkabı da 1976 Montreal Olimpiyatlarında altın madalya kazanan atlet Lasse Viren’in bitiş çizgisinde ayaklarından çıkararak ipi göğüslerken ellerinde tuttuğu TİGER spor ayakkabısıdır.
Zayıflık, sorunlu ülke olmak düşmanların iştahını kabartır, onlara cesaret verir. Her köşebaşı yazıları, tartışma ve konuşmalar çemberin dışını ıslah yerine içerideki; eğitim, sağlık, trafik, şehirleşme, şiddetin yaygınlaşması, uyuşturucu ile mücadele, fitnelerin bastırılması gibi bildik alanlarda yaşadığımız yetersizliklere bıraktığında ve bunları hallettiğimizde dışarıdaki düşmanca tavırların da düzeleceğinden sorunların çözüleceğinden şüphe etmemeli...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.