Şehirlerin öfkesi…

A -
A +
Merkezinden camileri, ilim yuvalarını çekip meydanlarına AVM’leri konduranlardan şehirler intikam alıyor. Ruhsuz meydanların emzirdiği magandalar minibüste yanındaki yaşlı kadına yer açmasını isteyen 76 yaşında adama kafa atıp burnunu kırıyor.
Bu arada 15 yaşındaki lise öğrencisi omuz atma kavgasında sindiremediği arkadaşını yol ortasında pompalı tüfekle katlederken, Türkiye günlerdir mesele diye Diyanet İşleri Başkanı’nın Kadir Mısıroğlu’nu ziyaretini tartışıyor.
Muhalefet laiklik surlarında gedik açtınız diye meclis kürsüsünü yumrukluyor. Berikilerde oyuna gelip “Ne olmuş yani, insani ziyaret” diye savunuyor.
Muhalefet, öğrenmeye teşvik olsun diye Başkan Erdoğan’ın talimatıyla açılan Millet Kıraathaneleri’ni “Kek Ustası” diye alay konusu yapmaya çalışıyor, yerdeki kan umurunda değil.
Medya ise “Müslüm” filminin ilk hafta gişe hasılatının kaça vurduğunu tartışıyor.
18 yaşından küçüklere sigara satmak yasak ama pompalı tüfek satmak serbest öyle mi? Taksi içinde boğazladığı arkadaşının cesedi ile yirmi kilometre yol yapan 22 suçtan sabıkalı manyak “Ne yapalım, tepemi attırdı” diyor!..
Daha fazlası ekranlarda ve gazete sayfalarında var. RTÜK denilen garabet yapı filimdeki adamın ağzındaki sigaraya sansür uygularken saniye saniye naklen yayın yapar gibi cinayet görüntülerinin aktarılmasına gıkı çıkmıyor.
Bu durum, bizim medeniyetimizin ruhunu yansıtan bir kültür, eğitim ve şehircilik politikasından mahrum olmanın sonucudur. Medeniyet bilincinin yeşerten güçlü, köklü bir fikir, sanat, kültür hayatının geliştirilemediği kafalar ve şehirler inşa ediyoruz.
Şehirler, içinde yaşayan herhangi bir insanın birçok beklentisine ve ihtiyacına cevap verebilen bütünleşik mekânlardır. Ama çarpık müdahalelerle şehirleri öldürüyorlar… Şehirler de insanları…
Önceki gün Ankara’daydım. Başkentin merkezinde bir “Çin mahallesi(!)” gördüm. Kızılay’ın bazı sokaklarında geniş kaldırımları tente ve naylonla kapatılmış deprem barakalarına benzer, kaldırımlara tecavüz eden eklerle bir ucube yapı türetmişler. Tam macera filmlerindeki kovalamaca sahnelerine benzer, beşinci kattan atlayan adam üzerine düşünce örtüyü delip altındaki sebze arabasına düşsün diye hazırlanmış.
Tepetaklak olmanın eşiğindeki toplum kendi savunması için güvenlikli siteler kurmanın derdinde. Kendi şehrini, kendi alışveriş merkezini, kendi iş yerini, kendi okulunu, kendi hastaneni kur, servislerini yola sür, etrafını yüksek duvarlarla çevir. Özel güvenlikle donat, her köşe başına bir kamera koy, işte hayatın yeni sloganı “gemisini kurtaran kaptan…”
Avrupalı seyyah 19. yüzyıl İstanbul’unu anlatırken “Üç yıl kaldım İstanbul’da, tek bir cinayet vakası oldu, o da Galata’da gayrimüslimler arasında vuku buldu. Katil yargılandı, idama mahkûm oldu, infaz için mahkeme cellat bulamadı sonunda maktulün yakınlarından biri görevlendirildi. Buna imrenmemek mümkün değil, koca İstanbul’un asayişi eli fenerli iki gece bekçisine emanet. Bu şehirde suç ta yok suçlu da..” diyor.
İnsanlar yaşadıkları mekâna uygun hareket eden gönüllü aktörlerdir. “Kaynak kurursa pınar akmaz…” Eğitim, kültür ve sanatta dökülüyoruz bunlar şehrin parçası sayılmıyor. Bir ilim adamı “Şehirlerin imarını şairlere emanet edelim” diyordu. Daha fazlası gerekli, ilahiyatçı, tarihçi, edebiyatçı, sanatçı şehirlerin yönetiminde pay almalı. İnsan ahlakını ve ruhunu hesaba katmayan üç boyutlu kafalardan mezar yerine inşa edilen gökdelenlerden başka bir şey çıkmaz.
Binalar yükselirken burnumuzun direğini kırarlar…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.