Gurbetteki şehirler

A -
A +
İnsanı öldüren aidiyetini kaybetmesi “Yersiz-yurtsuzluk" hâlidir. “Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler" diyor İbn-i Haldun. Kişi mekânla aidiyetini kaybettiğinde gurbet kendi içindedir. Bunun en kolay yolu şehirlerin ruhunu yok etmek. Böylece insanları yersiz yurtsuz göçebe yaparsınız.
Bazıları, “Şehirler tarihi boyunca biriktirdiklerimizi kapsar, çeyiz sandığı gibidir” diyorlar. Şehirlerin tarihini, ihtiyaç duydukça kapağı açılan bir sandık zannetmek tarihî aktüel hayatın dışına atmaktır. Bunu yaptığımızda göçebelik başlar. Ait olacağımız merkezî değerler buharlaşır, yok olur gider.
Geçmişte TRT Belgesel “Kentler ve Gölgeler” adıyla bir belgesel program yayınladı. Bazı ünlü Batı şehirlerinde eserleri ile tanınmış bir yazarı, yaşadığı şehir üzerinden anlatıyor. “Kentler ve Gölgeler” kentlerin ruhunu yansıtan sembol isimlerini hayatlarından örneklerle; Türkiye’nin başarılı isimlerinin eşliğinde yaşadıkları ülkelerin atmosferinden ekranlara getiriyor. Mesela, St. Petersburg’u Dostoyevski ile birlikte anlatıyor. Yazar ve şehir bütünleşmiş, birbirinin ayrılmaz parçası.
Hadi benzerini bizim şehirlerin birinde yapsınlar bakalım. Geçmişinden günümüze sarkan yürünebilir kaç sokak, kaç bina bulunabilecek kaç şehrimiz var? Kadim medeniyetimizi kuranlar çadırlarda yaşamış göçebe insanlar mıydı?
Modernizmin kurbanı olurken dışarıdan varoşlarla kuşatma altına giren şehirlerimizin içerideki kadim medeniyet merkezlerinden hangi eller her gün bir tuğla düşürdü?
En son fark ettiğimiz ve ortaya çıkan Büyük Yalan, geçmişten günümüze kalan yıkık dökük, harabe nitelikli han, hamam, cami, külliye, ne varsa hepsinin mezbelelik iç burkan hâlinin para yokluğundan dolayı ihmal edildiğidir.
Modern Türkiye’nin kuruluşunda Modernleşme ve Batılılaşmayı, merkeze alanlar şehirlerdeki geçmişi hatırlatan her şeyi mezarlıklar dâhil şehirlerin dışına atmakta buldular. Yaklaşık bir asır süren “geriye bakmak yasaktır” anlayışı artık yıkılırken son durak “sur içi” diye tanımladığımız şehirlerin rehin alınmış geçmiş medeniyete ait yapısal merkezlerinin şehir sakinlerine/hayatımıza geri verilmesidir.
Yeni, Türkiye’nin inşasının eskiyi yasaklamakta mümkün kılınacağına inandırılan geniş halk tabanları da şimdi fark ediyor ki şehirlerin/toplumların yönetiminde başarı, insanla mekân arasındaki bağı kurmak, aktüel olanla tarihsel varlıklar arasındaki ilişkiyi kurmaktan geçiyor. Eski yapıları turistik gezi alanı olmaktan çıkarıp işe yarar biçimde toplumsal hayat alanı olarak, şehrin parçası yapmak şehrin kaybettiği uzuvlarını iade gibi onları bütün yapacaktır.
Şehirlerin de insanlar gibi hafızaları vardır. Onu diri tutar, ona hayatiyet kazandırır, onun geçmişle bağını kurar, onu geleceğe hazırlar. Hafızası olmayan insanın yaşaması ne kadar mümkünse, hafızası olmayan şehirlerin de yaşaması ancak o kadar mümkündür. Dışarıya göç verdikçe feryat eden şehir yöneticileri meseleye bir de burdan bakmalıdır.
Şehirlerde bulunan müzeler ve kütüphaneler, şehirlerin hafızası mesabesindedir. Eğer bir şehrin müzesi ve kütüphanesi yoksa o şehrin hafızası silinmiş demektir. Bunun için şehirler istilaya uğrayınca önce kütüphaneler ve müzeler talan, tarihî  yapılır tarumar edilir.
Her şehrin tıpkı bizler gibi bir ruhu ve karakteri vardır, içinde barındırdığı insanlara şekil verir. Bir şehrin sadece imarı, binaları, altyapısı hayat için yeterli değildir. İnsanların ruh dünyalarının da imarının olması gereklidir.
Kentsel Dönüşüm ve Kentsel Yenilenmenin yeni adı her şehrin kendi tarihi ile yüzleşmesi ve barışmasıdır. “Gönül belediyeciliği” ancak maziyi beton yığınlarının tasallutundan kurtarmakla mümkün. 
Hafızasını kaybeden şehirler göçebe olur...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.