Şizofren aydın(!)

A -
A +
Belli bir grup, Metin Akpınar'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kastederek "Kutuplaşma ve karmaşadan kurtulmamızın tek çaresi demokrasidir. O noktaya ulaşabilirsek kavga gürültü olmadan bu işin içinden çıkarız. Ulaşamazsak, belki lideri ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür, belki de başka liderlerin yaşadığı kötü sonları yaşayabilir" demesini Akpınar’ın eleştiri hakkı(!) olarak değerlendiriyor.
Bir “aydın”ın en önemli görevi mensubu bulunduğu topluma geleceğe yönelik bir stratejik ideal tanımlaması yapması ve onunla paylaşmasıdır. Fakat son iki asırdır aydın-halk ilişkisini meydan kavgasına dönüştüren ve parçalanmış bir toplum yapısı ortaya çıkaran, çözümü sehpada aramaya alışmış aydın tiplerinin ürettiği seviyesiz tutumlardır.
Bu seviyesizliğin, hazımsızlık ve hırçınlığın kaynağında ne var?
Türkiye’de misyoner kılıklı aydın tipinin ortaya çıkması tesadüfi değildir. Kriz üretmek, bir medeniyeti (Batı) diğer medeniyetler üzerine hükümran kılmak, kendi isteği ile Batı’ya benzemeyen ama zorla benzetilmeye çalışılan şizofren bir toplum inşa etmek için en pratik yoldur. Hiçbir medeniyet kültürel değişim olmadan dayatma ile kendini çöplüğe atmaz.
Eğer bir değişim yaşanacaksa bunu mümkün ve sürekli kılacak olan değişimin halk tarafından kabul edilmesidir. Bu nasıl mümkün olabilir? Sorusunun cevabını zamanında Batılılaşma kulübünün ateşli savunucusu Abdullah Cevdet şöyle vermişti: “Müslümanların ekseriyeti Müslüman olmayan medeniyete muarız ve muhalif görünüyor. Anı kabul etmiyor ve bundan sonra da etmeyecektir. Hâlbuki aynı medeni esasları Müslümanların içinden bir zümre-i münevvere (aydın kesim)nin elinden ahz ve telakkide hiçbir muhalefet göstermeyeceklerdir. Mesele; bu zümre-i münevvere-i islâmiyyeyi bulmakta, gerisi kolay...”   
Bu zihniyetin içerideki adamlarını Vedat Bilgin, Türkiye’nin tarihsel iktidar blokunun iki önemli kanadından “devlet vesayetindeki aydınlar” olarak tanımlıyor ve “İmparatorluk yapısı içinde sivil yapıların tasfiye edildiği ‘Batılılaşmanın’ devlet ideolojisi hâlini aldığı zamandan bu tarafa, kültürel iktidarın zümresel temeli bu beşerî unsurlara dayandığı gibi ideolojik yapısı da Batılılaşma ekseninde şekillenmiştir. ‘Modern’ ya da modernleşmeden söz edilmesine bakmayınız onlar düpedüz anlayabildikleri kadarıyla kendi kimliklerinden uzaklaşarak, kimlik değiştirerek Batılı olmak isteyen bir zihniyetin adamlarıdır” diyor.   
Bu parçalanmanın en önemli sebebi belli bir aydın kütlesinin medeniyet birikimine sahip toplumu başka bir medeniyete kuyruk yapmak için yaptığı dayatmalar, toplumun da; bunların tasallutundan kurtulmanın çaresini eğitim ve medya kanalları üzerinden kendi aydın türünü hayatın içine kazanmak yerine şizofren aydınlara karşı laftan ibaret direnmesidir.
Geçtiğimiz yıl ünlü bir yazarımız, dildeki bozulma ve çürüme üzerine konferans vermek için girdiği salonda ilk söz olarak “Beni mazur görün, ayakta konuşmalıyım… Otuz, kırk kişilik gruplara konuşmaya alışmış biri olarak burada beş yüzü aşkın bir dinleyici kitlesini görünce heyecanlandım…”  demişti. Yerli ve millî medeniyetimize ne kadar sahip çıktığımızın birinci ağızdan itirafı…
Her iki taraf; ıstırap çeken aydın da ona ihtiyacı olan toplum da aradaki mesafeyi bir türlü kapatamıyor. Kendi tarihini ve toplumunu aşağılayan, Batılıların dünyasında yaşayan, Batılı seküler-kapitalist zihinsel ve kültürel kodlarla dünyamızı değişime zorlayan devşirme aydının, takip ettiklerine dön bak!
Onlar dünyanın en zengin medeniyetlerinin köklerini kazıyarak, hiçbirine hayat hakkı bile tanımayan ve o ülkeleri kan gölüne çevirenler... Onlar mı bize demokrasi, adalet, barış, hak, hukuk ve kardeşlik armağan edecek!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.