Bırakın Filistin, Filistin olsun!..

A -
A +
İleri yaşta olanlarımız hatırlayacaktır.
31 Ocak 1982'de dünya çapında 50 ülkenin TV’lerinde 185 milyon kişi tarafından izlenen Voice of America'nın 39 dilde hazırladığı, sunuculuğunu Charlton Heston’ın üstlendiği ve ABD Uluslararası İletişim Ajansı tarafından finanse edilen “Bırakın Polonya, Polonya Olsun” başlığıyla bir TV programı yayınlanmıştı.
Program o dönemde Sovyet baskısı altındaki Polonya’da kısa 12-13 Aralık 1981 gecesi, “savaş durumu” ilan edilerek sendikaların geçici olarak kapatılması, haberleşme bağlantılarının kesilmesi, grevlerin yasaklanması ve iktidarla görüşmeyi reddeden zamanın sendika lideri Lech Wałęsa ve binlerce kişinin hapsedilmesine hür dünyanın tepkisi olarak yapıldı.
Programda aktör Charlton Heston yayına aldığı, aralarında ABD Başkanı Ronald Reagan, Birleşik Krallık Başbakanı Margaret Thatcher, Portekiz Başbakanı Francisco Pinto Balsemão, Federal Almanya Cumhuriyeti Şansölyesi Helmut Schmidt, Türkiye Başbakanı Bülent Ulusu ve daha çok sayıda ülke lideri Polonya halkının yanında oldukları yönünde heyecanlı açıklamalar yaptılar.
Politikacılar, otoriter Polonyalı yetkililerine ve Sovyetler Birliği yetkililerine yönelik eleştirilerde, Polonya ulusuna destek ifadelerinde, Polonya ile dayanışmaya ve maddi yardım da dâhil olmak üzere her tür yardım yapma vaatlerinde bulundu.
Bu program Polonya’nın Sovyetlerin boyunduruğundan kurtulma mücadelesinde bir dönüm noktasıdır.
1989’da Sovyetler Birliği’nde başlayan “perestroika” ekonomik ve siyasi sistemi yeniden yapılandırma ve reform hareketleri ile elverişli hâle gelen ortam ve Batılı devletlerin verdiği destekle başlatılan görüşmeler sonucunda, 1983’te Nobel Barış ödülüyle cesaretlendirilen Walesa’nın çabalarıyla Sovyet Bloku’na bağlı olmayan ilk hükûmet kurularak Polonya demokratik yönetime geçti.
Artık “Polonya, Polonya olmuştu…” Polonya’nın hikâyesini neden özetledim?
Filistin’de son yaşanan “Mescid-i Aksa” baskını üzerine çok sayıda ülkede ilk defa dikkat çekici sayıda, siyaset, ilim ve sanat insanı İsrail’in bu zalimane saldırısını sesli olarak kınadı ve dünya kamuoyuna ifade etti.
Bu Filistin’e verilen bir birinden bağımsız ve habersiz bir vicdani destekti. Bu seslenmeler öylesine karşılık gördü ki özellikle bazı sanatçı ve medya çalışanı telaşlanan siyonist sermayenin baskısıyla işlerinden uzaklaştırıldı.
Burada önemli olan Filistin’in işgal edilmeye başlandıktan sonra sürekli yaptığı baskınlarla sınır öteleyen İsrail’e karşı mensubu bulunduğu Arap dünyasından ses çıkmazken farklı ülkelerden güçlü itirazlar yükselmesidir. Özellikle medya dünyasının itirazları Hamas’ın füzelerinden daha güçlü olarak İsrail’in duraklamasında etkin ve caydırıcı olmuştur.
Şimdi bu medyatik gelişmeler eğer kontrol altına alınabilseydi “Bırakın Filistin, Filistin olsun!.. “let Palestine to be Palestine” başlığıyla küresel başkaldırıya şahit olabilirdik. Ancak ne var ki İsrail karşısında hâlen en zayıf halka “medya”dır. Bu halka güçlendirileceği yerde Filistin’in bağımsızlığı için hâlâ zor yol “sapan” kullanımına devam ediliyor.
Yazar Malcolm Gladwel “Davut ve Golyat” hikâyesini yazdığı aynı isimli bir kitabı var. Onda diyor ki “… Bayırın tepesinde gördükleri Golyat göz korkutan bir devdi. Gerçekte ise o devin iriliği tamda onun en büyük zayıflığıdır. Burada her türden deve karşı yapılan çarpışmalar için önemli bir ders vardır. Muktedirler her zaman göründükleri gibi değildir…”
Zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür. Saldırganların en zayıf halkası da en güçlü olduğu medyadır. Artık bunu fark edelim…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.