Neler oluyor orada öyle?..

A -
A +

Bütün bir haftayı “Kum Fırtınası” değil bir “Kur Fırtınası” içinden geçerek tamamlıyoruz.

Çin Modeli ile girdiğimiz kur savaşı Japon modeline evrildi. Çin Modeli aynen “Taklamakan Çölü”nde yürümek gibi bir süreç. Taklamakan Çölü, Rub'ul-Hali'den sonra Asya’nın, Çin'deki en büyük kum çölüdür. Geçmişte çok kervanı yuttuğu söylenir. Zaten kelime anlamı "içine gir ve asla çıkamazsın"dır.

Japon modeli ise ayakta ve hayatta kalmayı sabit fikir hâline getirmekten ibaret basit ama güçlü bir söyleme dayanır. “Ülkem varsa ben varım...”

Sony'nin kurucusu Japon iş adam Akio Morita “Hemen her gün ayaklarımızın altında toprak tir tir titrerken sırt sırta vermekten başka bir itici güce ihtiyacınız olmaz” diyordu. Çinliler “Kimsenin pirinç kâsesini kırma” Japonlar ise “Kimsenin gururunu kırma” derler. İnsanı öne alan bu ilke bize daha uyar.

Nitekim; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, "Ekonomik kurtuluş savaşı mücadelemizi başarılı bir şekilde sürdürüyoruz. Faiz zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. Milletimizi, vatandaşımızı faize ezdirmeyeceğiz” duruşu da aynı ilkeye dayanır.

Sayın Erdoğan’ın “Kur getirisi mevduat kazancının üstünde kalırsa aradaki getiri farkı doğrudan vatandaşımıza ödenecek” açıklamasının hemen ardından dolar zemberekten boşandı, 18,50’lerden 11,20 liralara düştü ve içinden çıkılmaz denilen “Taklamakan Çölü”nün içinden çıktık.

Pandemi bütün dünyanın sosyal ve ekonomik hayatını bu fırtınanın içine attı. Bundan hasar almayan yok. Bütün toplumlar pandemi sonuçlarıyla ağır imtihandan geçiyor. En iyi savunma musallat olan bu fırtınayı tanımak onunla yüzleşerek, haşır neşir ve parçası olmaktır.

Bundan sonraki gelişmeleri de; neler olacağı hakkında umudumuz var ama iyileşmeleri zamana yayılı olarak ve yaşayarak öğreneceğiz. Son “Kur travması”na karşı reflekslerimiz çok da olumlu olmadı. İtiraf edelim ki, fırsatçılık fedakârlığı çok hırpaladı.

Olayın politik sebep ve sonuçlarından ve kâbustan beslenenlerden bahsetmiyorum. Faize karşı verilen haklı mücadelede doların yükselirken artan cazibesine verdiğimiz tepkiden bahsediyorum. Yüksek kur karşısında bazı vatandaşın kredi çekip döviz alacak kadar iştahının kabarması ahlaki bir imtihan mıydı?

Kura bağlı sanayi mallarının fiyatlarındaki artış kabul edilebilirken kur ile hiç de doğrudan ilgisi olmayan marketlerdeki raf ürünlerinin etiketlerinin günde birkaç tur atması bir ahlaki erozyon değil midir?

Bizde âdet olduğu üzere basit politik beyanları tartışmak daha kolay geliyor. Ama bunlar ucuz etin tiritleri kimsenin hayatına bir anlam ve değer katmıyor.

Kalkınmış ülkelerdeki gibi sosyal ve ekonomik tıkanmışlıklara bilimsel çözüm üreten, çeşitli tavsiyelerde bulunan, raporlar yayınlayan “think-tank”ler yani düşünce kuruluşları ortada yok. STK’lar ise mücadeleye taraf olmak yerine tribünden seyretmekle yetindiler. Bu da mücadelenin geri cephesinde sosyal medya üzerinden yürütülen saldırıları besledi.

Hayatın kendisi zaten bir mücadeledir. Savunmada kalanlar, ne kadar paylaşımcı olursa bu mücadele o kadar kolay ve rahat geçer. Ekonomik savaşın yeni cephesi daha geniş bir tüketici üzerinden devam edecek. Bunun için ihtiyacımız olan şey toplumsal bütünlük, ortak hedef, ideal ve değerlere bağlılıktır.

“Neler oluyor orada öyle?..” diye yas tutan kimi siyasi ve bürokratik kadrolar için anlaşılır dilden verilecek cevap ancak şu olabilir: “Endişeye mahal yok!.. TL, doları vurmuş, başınız sağ olsun...”

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.