Schrödinger’in Kedisi ve Düşündürdükleri...

A -
A +
Bilimde meydana gelen bazı gelişmeler, düşünce dünyasını da kökünden sarsar, yepyeni bir anlayışın ortaya çıkmasına sebep olur. 
Geçen yüzyılın ilk yıllarına kadar, “tahtı sarsılmaz” zannedilen Newton fiziğini, tarihin raflarına kaldıran kuantum teorisi, aynı şekilde felsefede de köklü değişikliklere yol açtı. 
Pozitivizmin aklı ve bilimi "ilahlaştırdığı" yüz yıllık bir dönemin arkasından kuantum fiziği, özellikle determinist düşünceye indirdiği darbe ile pozitivist felsefeyi âdeta yerle bir etti. 
Bilim ve felsefede meydana gelen bu devrimi ıskalayan aydınlarımız, durumu hâlâ algılayabilmiş değildir. 
Bilmem, Schrödinger’in Kedisi’ni biliyor musunuz? Bilmeseniz bile bir şekilde duymuşsunuzdur.
Ünlü Alman fizikçi Erwin Schrödinger’in kedisi acaba canlı mı ölü mü? Merak konusu olmaya devam ediyor.
Schrödinger, tıpkı meslektaşı ve yakın arkadaşı olan Albert Einstein gibi, kuruluşuna büyük katkılarda bulunduğu kuantum fiziğine sonradan şiddetle karşı çıkmıştır. 1935 yılında tasarladığı ve tamamen “zihinsel” bir deneyle, kuantum teorisini güçlendiren en önemli ilkelerden biri olan Heisenberg’in belirsizlik prensibinin “saçma” olduğunu göstermek istedi... 
Daha sonraki yıllarda, “Schrödinger’in Kedisi” adıyla ünlenecek olan deney şöyle: 
Hava alabilen bir kutunun içinde, sağlıklı bir kedi ve yarı ömrü bir saat olan radyoaktif madde ile hazırlanan özel bir mikro düzeneğin harekete geçirdiği zehirli bir gaz bulunmaktadır. 
Kedi, zehirli gaz ve mikro düzeneğin kutunun içine konmasından bir saat sonra; radyoaktif madde “dalga” olarak ışıdığı takdirde gaz harekete geçmeyecek ve kedi de ölmeyecek... 
Ama, radyoaktif ışıma “foton” denen kuantumlar (enerji paketleri) şeklinde olursa, zehirli gaz harekete geçerek kediyi öldürecektir. 
Deneydeki kedinin ölme ve yaşama şanslarının birbirine eşit ve bu iki ihtimalden ancak birinin mümkün olabileceğini düşünen Schrödinger, “bu deneyde, kedinin aynı anda hem canlı ve hem de ölü olduğu” gibi bir sonuç çıktığını, dolayısı ile kuantum kuramının saçma bir düşünce olduğunu ileri sürer.
Bu deneyi çok daha farklı yorumlayan kuantumcular, kedinin durumunun kavranabilmesi için iki farklı dünyanın aynı anda var olduğunun kabul edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. 
Gerçekten de, böyle bir fikri kabul edebilmek için, çılgın olmak lazım gibi geliyor insana!.. 
Einstein ve Schrödinger’in de aralarında bulunduğu kuantum karşıtları, Heisenberg ve Bohr’un öncülük ettiği grubu şiddetle eleştiriyor, özellikle de Heisenberg’in 1913 yılında ortaya attığı “belirsizlik kuramı”nı da, tıpkı bu deneyde olduğu gibi, çeşitli modellerle çürütmeye çalışıyorlardı... 
1927 yılında yapılan Solvey toplantısında, kuantum fizikçileri arasındaki bölünme iyice su yüzüne çıktı. Einstein'ın haricindekiler, fizikte kesinliğin değil, istatistiki ihtimallerin geçerli olduğunu savunuyorlardı. 
O günlerden bu yana bilimde, teknolojide ve felsefede meydana gelen gelişmeler, Werner Heisenberg, Niels Bohr ve Paul Dirac gibi kuantum fizikçilerini haklı çıkarmış görünüyor. 
Tıpkı 18. yüzyılın ünlü Fransız düşünürü Denis Diderot’nun dediği gibi; bilim dünyası, yaklaşık bir asırdır “olabilir” diyor, ama kesinkes “olur” diyemiyor! İşin sırrı da burada yatıyor.
Bilim Tarihi'ne ışık tutan düşüncelerine her daim saygı duyduğum ve önemli okumalar yaptığım değerli Ömer Öztürkmen'in bilgileriyle harmanladığım bu yazım az da olsa biraz "düşünmeye" sevk eder bizleri. Düşünmekten ve eleştirmekten (katkı sunan eleştiri) korkmayın. Fikriniz her daim açık olsun…
           ***
Kelâm-ı kibar: Men arefe nefseh, fekad arefe Rabbeh... Yani, insan kendini tanır, kim olduğunu anlarsa, ancak o zaman Allah’ı tanıyabilir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.