Soli Deo Gloria(*)

A -
A +

Sanatçı kimdir? Sanatçı nasıl olmalı? Gerçekten sanatçılar zanaatçı, müzisyenler müzikçi, yazarlar ise birer anlatıcı değiller mi? En azından günümüz dünyasında nitelikli sanat yapanlar bir elin parmağını geçebiliyor mu?

Bütün bu soruların cevabı Johann Sebastian Bach’ın eserlerinin sonuna yazdığı üç harfte gizli aslında. Mütevazılıktan bîhaber, egonun; Kaf dağının eteklerinde süzüldüğü, mükemmeliyet peşinde koşan insanoğlunun kimi zaman -aslında çoğu zaman- kendini kaybedip ‘ilahlığa’ soyunarak -hâşâ- “ben yarattım!” diyebilme küstahlığını gösterebilmesi işte burada yatıyor.

İtalyan Rönesans sanatçılarından Michelangelo da, yaptığı Musa heykeli karşısında heyecana kapılarak “konuşsana be adam!!!” diye haykırmamış mıydı? Elindeki çekici fırlatmasına sebep, o’na bu sözü söyletecek heykelin heybeti, insana; sanki oturduğu yerden her an kalkacakmışçasına realist bir form sunmasıydı zîrâ…

Michelangeli di Lodovico Buonarroti Simoni (Michelangelo) bu yapıtında, kendini bir -hâşâ- “yaratıcı” sıfatında görmesi, J.S. Bach’ın da nezdimizde daha çok takdir edilesi bir şahsiyet olmasına yol açıyor.

Aslında, Bach’ın -kendince- haddini bilerek durması gerektiği noktayı çizmesi, kendine “sanatçı” diyebilme cüretini gösterip her şeyi mübah kılma gayretinde olanlara da “Kral Çıplak” dedirtiyor.

Bundan sonrasını, sizlere, eleştirmen sayın Asuman Kafaoğlu-Büke’nin bir yazısından alıntılayıp derlediğim yazısıyla sürdürmek istiyorum:

        ***

“…Johann Sebastian Bach eserlerinin sonuna imza atmak yerine kısaca S.D.G yazarmış, “Soli Deo Gloria” sözcüklerinin kısaltması olarak. “Tüm görkem Tanrıya ait” anlamına gelen bu sözü yazmasının nedeni, kusursuz bir eser yazmadığını -kaldı ki eser kusursuz bulunacaksa, bunun nedeninin ilahi olacağını- zaferin sadece Tanrıya ait olabileceğini anlatmak içindi. Bazı çağlarda, günümüzden farklı olarak, sanatçılar kendilerini öne çıkarmak istemezlerdi. Eserlerini imzalamadan, hatta saygı duydukları bir ustanın ya da sanatlarını destekleyen soylunun imzasıyla öne sürmeye çekinmezlerdi. Kendilerine müzisyen yerine müzikçi, sanatçı yerine zanaatkâr, yazar yerine anlatıcı demeyi tercih ederlerdi.

…Bach, insanlık tarihinin tanıdığı en büyük bestecilerden biri olmasına rağmen, kendini her zaman müzikçi olarak gördü.

Benzer şekilde Jan Van Eyck, bugün otoportre olduğu sanılan “Kırmızı Türbanlı Adam” adlı resminin çerçevesine, “Als İkh Kan” yazmıştı. “Elimden gelenin en iyisi…”

…Belki Platon’un idealar felsefesi açısından baktığımızda daha iyi anlamamızı sağlıyor bu davranışı. Platon’a göre “Bu dünya, Fikirler âleminin bir taklididir” taklit olan bir varlığı taklit eden sanatçının ise bundan kendine pay çıkarması doğru değildir. Mükemmel olan Platon için fikir, Bach ve Van Eyck içinse ilahi yaratıydı…” 

        ***

Netice olarak; kendimizi nimetten saymaya devam edersek, hiçliğimizi ıssız vahalara haykırmaktan başka bir şey yapmamış olacağız. Fakat… hiçliğimizi kabul edip nimetin geldiği menbaı görebilirsek, işte o zaman nimetin tadına varacağız.

Nimete kavuşanlara da afiyet olsun…

        ***

Kelâm-ı kibar: Men arefe nefsehü, fekad arefe rabbehü… Yani; kendini tanıyan rabbini tanır…

.....

(*) Tüm görkem Tanrı’ya ait

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.