“Meslek sahibi olmak” ne demek?

A -
A +

Meslek sahibi ol, Elin iş tutsun, Kolunda altın bileziğin olsun…

Bu sözleri önce büyüklerimizden, sonrasında ise çevremizden çok duymuşuzdur. En azından üniversiteyi okuyamasak bile bir meslek lisesine gidip orada “meslek sahibi” olmanın inceliklerini öğrenebilir ve hayatta kalmanın yollarını bulabiliriz diye düşündük. Yanlış bir düşünce değil elbette.

Ama iş sadece bununla bitmiyor.

Hakiki meslek sahibi ve erbabı olmak için binlerce fırın ekmeği önce kasalara koyup taşımak, sonrasında afiyetle yemek gerekiyor. Ancak ondan sonra bir meslek sahibi oldum diyebiliriz. Ayrıca bir kişinin, işinde “uzman” vasfını alması için, o iş üzerinde en az on bin saat iş yapıp mesai harcaması gerekiyor. On bin saat de en az sekiz-dokuz yıla denk geliyor. Yani öyle liseden veya üniversiteden çıkınca teknisyen, tekniker veya mühendis olunmuyor. Hazıra konma çabamızı, iş öğrenme çabasına harcasaydık şu an bunları bile yazmıyor olacaktık belki de…

Ama ‘ara’da kalan yine eleman oluyor. Dolayısıyla hep ara eleman sıkıntısından bahsediliyor. Ara eleman deyip geçmeyelim. Ara eleman dediğimiz şey çok önemli bir kavram. “Ara” derken, bir bağlayıcı unsurdan, bir köprüden, bir şeyi bir şeyle buluşturmadan bahsediyoruz. O ‘ara’ olmasa, ne mühendislik dehaları, ne de üretim gücü bir anlam ifade etmez. Ortada duran “ara eleman”, işte bu dengeyi sağlar. ‘Ara’da duran aslında bir iş yerinin kilit taşıdır. Ancak günümüzde genelde arada kalan olabiliyor. Bunu da mutlak suretle eğitimle çözmemiz gerekiyor.

Durum analizini bu şekilde ortaya koyduktan sonra gelelim işin mahiyetine…

Meslek liselerinin gerekliliğinden dem vurup ne denli önemli olduğunu zaten hep dile getirmeye çalışıyoruz… Özellikle son yıllarda ara elemanların yetiştirilmesi için büyük çaba sarf ediliyor. Bunları görmezden gelmiyoruz. Ama bu sıkıntı neden hâlâ devam ediyor? Çıkmaz; meslek sahibi olmak isteyenlerde mi, yoksa uygulayıcılarda mı? Her şeyden önce şunu unutmayalım; iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıracağız. Batıracağız ki, kendimizden yola çıkarak bir çözüm arayışına gireceğiz.

Fakat biraz kafamızı yorup beyin hücrelerimizin devrelerini yakalım istiyorum. Düşünmeden bu iş olmaz.

 

Türkiye, mesleksizler yığını mı?

 

Şu soruyu sorarak düşünmeye başlayalım istiyorum: Türkiye, mesleksizler yığını mı?

Bu soruyu sormama sebep Çetin Altan'dır… Altan’ın genel görüşleri her ne kadar sivri gözükse de, gerçek bazen acıtır. Acıtması da bizi kendimize getirir çoğu zaman…

Çetin Altan, dünyada tanımlanmış meslekler ile Türkiye'de tanımlananlar arasında ciddi farkların olmasının, köylü-kentli farkından kaynaklandığını savunur. Kısacası, “köylü ile kentlinin hikâyesi bunlar” der ve şöyle devam eder sözlerine: “Yani Müslüman ile Hristiyan olarak gösteriyorlar bunu ama hâlbuki öyle değil. Teknolojinin gelişimiyle kentli olunur. Köylüler fabrikalara işçi olarak gitmeye başladı. O zaman sınırsallık meydana gelmeye başladı. Aristokratlar döneminden birdenbire Fransız İhtilâli'yle demagoglar saltanatına dönüştü iş. Bir uzay çağı artık. Küreselleşme hızlandığı zaman sana göre, bana göre, onlar, biz ayrımları politik lâf olarak kalıyor, bilimselliğini yitiriyor. 

Türkiye, mesleksizler yığını. Mesela generallik meslek değildir. Mesleğin tarifini yapmak gerekiyor. Meslek dendiği zaman sana göre, bana göre değişmez. Türkçe'de soyut kavramlar tanımlanması yapılmıyor. Mesela hukukun, devletin tanımlanmasına daha rastlamadım. 'Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin' ise devlet nereden çıktı diye sorulmaz mı? Beğenmek nedir, sevmek nedir, mutluluk nedir, başarı nedir? Bunlar hep soyut kavramlar. Türkçe'de kaç kelime, İngilizce'de kaç kelime kullanılıyor mesela. Yani yapısalcılık açısından kullandığı kelimelerin sayısı belirlenince toplumun kalite değeri ortaya çıkar. Türkiye'de bir kişi pek çok işi yapıyor deniyor ama onlar iş, meslek değil ki. 'Ben her işi yaparım' bu durum. El, ayak işleri denir onlara. Uzmanlaşma olması için evrensel kalitede olacak. Evrensel boyuttaki bir kalitenin Türkiye'de bir piyasası yok…"

 

Evet, böyle diyor Çetin Altan… Biraz aykırı gelebilir. Ama kafa yorduğumuzda aynı kapıya açılacaktır tüm sözlerimiz. Bu görüşlere katılıp katılmamanız değil aslolan. Aslolan, bütün bunlara cihanşümul bir pencereden bakabilmek ve değerlendirip müspet bir çıkarım yapabilmektir.

Bu yazıdan sonra kendimize soralım; “Ben bir meslek sahibi miyim?” diye. Eğer mesleğinizin tanımını yapabiliyor ve yaptığınız işin katma değerini ölçümleyebiliyorsanız, ne mutlu size. Hem kendinize, hem çevrenize; hem de ülkenize katma değerli çıktılar verebiliyorsunuz demektir.

Hayırlı işler demek kalır bize de…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.