Mösyö bunu hep yapıyor

A -
A +

HAKKA HUKUKA Şerif Abdülkâdir hem asayişi adaleti sağlar, hem düzenli bir ordu kurar. Barut, fişek tüfek imalatına başlar. Hekime, hakime, muallime maaş verebilmek için ticaret yapar. FRANSIZ KALDILAR General Bugeaud cenk meydanında başarılı olamayınca çocuklara ve yaşlılara yönelir, hayvanları kurşunlatır, kuyuları zehirletir. Adamlarına yağma ve tecavüz izni verir, resmen haramilik yapar. Abdülkâdİr Cezayirî Şerif Abdülkâdir, Cezayir'in fethinde Barbaros Hayreddîn Paşa'yla omuz omuza çarpışan bir Allah dostunun (Muhammed bin Abdülkâdir Hazretlerinin) torunudur. 18 yy başlarında Maasker vilâyeti Kaytana köyünde doğar (H.1222) Adından anlaşılacağı gibi Ehli beyttendir, küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi hıfzeder. Cezayir ve Oran medreselerinden mezun olduktan sonra ilim yolculuklarına çıkar. Kahire ve Bağdat'ta ulema ile tanışır, Şam'da sohbetine kavuşup duasını aldığı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini hayatı boyunca unutamaz. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere doyulacak gibi değildir ama... Cezayir'in işgal edildiğini duyar, alelacele vatanına koşar. Batılılar bizim gibi değildir, sömürüyü kazanılmış hakları gibi görür ve sonuna kadar kullanırlar. Biz rahat yaşayalım da... Varsın kara derililer, kızıl derililer, çekik gözlüler, buğday benizliler kırılsınlar... Saldırgandırlar... Silahlanır pusatlanır gemilere doluşurlar. Gözlerine kestirdikleri bir köye obaya baskın yapar, zavallıları teslim alırlar. Güçlü kuvvetli delikanlıları, eli yüzü düzgün kızları zincire vurur, yükte hafif pahada ağır ne varsa kaldırırlar. Hırslıdırlar... Hırsızdırlar. Köleleri tarım alanlarına, inşaatlara sürer, kırbaç zoruyla çalıştırırlar. Hastayla sakatla uğraşmaz, öleni bir çukura savururlar. İş gücü azalınca yine gemilere biner ana baba kuzusu toplarlar. Sömürü zamanla devlet politikası hâline gelir, bilhassa İngilizler, İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar, İtalyanlar, Hollandalılar, Belçikalılar, (bilahare Almanlar ve Ruslar) yükü tutar. 18-19. yüzyılda denizaşırı ülkeleri istila eder, toprağın altında ve üstünde ne varsa (maden, gıda, baharat) hortumlarlar. Efendim Hristiyanlar niye zengin de, Müslümanlar... İşte bundan! BAHANE Yıl 1830... Sömürü yarışında İngiltere ve İspanyanın ardına düşen Fransa atağa kalkma ihtiyacı duyar. Cezayir Dayısı Hüseyin Paşa'nın Fransız Konsolosu ile yaptığı basit bir münakaşayı bahane eder, kapıya dayanırlar. Osmanlının gaileli yıllarıdır, yardım ulaştıramaz. Hüseyin Paşa'nın da gücü bellidir, fazla dayanamaz. Frenkler pişkindir, "korsanlıkla mücadele kapsamında" diye bir parantez açar, Cezayir'e "insanlık ve medeniyet getireceklerini" duyururlar. Maksatları ilhak değil, ıslahtır güya... Nitekim Avrupa'nın en büyük misyoner örgütü (Beyaz Papazlar Cemiyeti) faaliyete başlar. Hesaplarına göre Cezayir'i kırk elli yıl içinde Hristiyanlaştıracaktırlar. Halk buna şiddetli karşı çıkar, direniş yayılmaya başlar. Vehrân ve Müstefânem ahalisi Şeyh Şerif Muhyiddîn'in (evlâd-ı resuldür) etrafında toplanır, "emirimiz olun, bizi kafirden kurtarın" talebinde bulunurlar. İSTİŞARE Şeyh Şerif Muhyiddîn dedeleri gibi âlim ve bilgedir. Hem talebe okutmakta, hem de Kâdiri terbiyesi ile derviş yetiştirmektedir o sıralar. Evet o da direnişten yanadır ancak hayli yaşlanmıştır, genç mücahidlerin hızını kesmekten korkar. Halbuki oğlu Abdülkâdir... İyi bir askerdir, cesurdur, dirayetlidir. Aslında işaret etse yeter ama öyle yapmaz, "oturun konuşun" der "bir emir seçin aranızda." İstişare toplantısından oy birliği ile Şerif Abdülkâdir'e biat kararı çıkar. Genç lider kısa ve veciz bir konuşma yapar: "Tamam" der, "emirliği kabul ediyorum, ama şimdilik kaydıyla. Benden daha ehil bir komutan bulursanız söyleyeceksiniz, birlikte bağlanacağız ona..." MUHAREBE Abdülkâdir Cezayirî'nin, asil duruşu, nurani bir siması vardır, onu gören düğme ilikleme ihtiyacı duyar. Mükemmel bir hatiptir aynı zamanda . Genç olmasına rağmen ihtiyatlıdır, doğru zamanda, doğru yerde olmaya bakar. Ne yaptığını bilir, operasyon öncesi çok çalışır, kılı kırk yarar. İnsan kaybını göze almaz, tek mermiyi boşa sıkmaz. Eğitime çok ehemmiyet verir ve modern harp usullerini uygular. Cephede kazandığı zaferleri, masa başındakilerle perçinleyip taçlandırmaya bakar. Derken Fas Sultanı Abdurrahmân'ı da saflarına katar, "siz sağdan biz soldan" der, Fransız'a.birlikte vururlar. Taaa Merakeş sınırına kadar iner batı Cezâyir'e sâhip olurlar. İki yıl içinde bütün kabileler ona bağlanırlar. MÜTAREKE Paris hükümeti çaresizdir, anlaşma istemek zorunda kalır. Abdülkâdir Cezayirî'nin Batı Cezayir üzerindeki otoritesini tanır. (26 Şubat 1834) Sükunet sadece bir yıl sürer. General Camille Trezel tekrar saldırıya geçerse de Şerif Abdülkâdir karşısında bozguna uğrar (Makta -1835). Görevi devralan General Bugeaud apolet delisidir, kendini göstermeye kalkar. Müslümanları mahv-ı perişan edecek, günlerini gösterecektir onlara! Maasker'i ele geçirince, pek keyiflenir ama Konstantine önlerinde öyle bir yenilir ki nasıl olup da sağ çıktığına şaşar. Bu yalınayaklı Arap, Harp Akademisinde okutulan hasımlara uymaz. Nereden çıkacağı ve nasıl vuracağı belli olmaz. Sinirleri bozulmaya başlar. Paşa paşa gelir antlaşmayı imzalar (1837- Tafna). Birkaç liman, üç beş sahil kabasına "he" der, çekilir kışlaya... MÜESSESE Abdülkâdir Cezayirî sulh devresinin uzun sürmeyeceğini bilir. Hazır nefes almışken derlenmeli toparlanmalı, teşkilatlanmalıdırlar. Derhal "düzenli bir ordu" kurar. Sumala adını verdiği seyyar karargâhına çekilir, generallere saç baş yolduracak planlar hazırlar. Bu arada kadılar yetiştirip köylere kasabalara yollar, adaleti tesis eder, şeriatten kıl kadar ayrılmaz. Aynen Abdülhamid Han gibi denge politikasına oynar, Fransız İngiliz çekişmesini kullanarak, Britanya'dan ağır silah almaya başlar. Silah parasını denkleştirmek için mal üretir, ambarlar kurar, ticaret yapar. Barut ve fişek üretir, tüfek imal eder hatta.... Hekime, hakime, muallime maaş verir, kolay değil silbaştan sistem kurar. General Bugeaud ise sağda solda "beni genel vali yapacaklardı ki" şeklinde konuşmalar yapar. Paris çoktan havlu atmıştır ama ona da bir şans verir, "haydi" derler "elinden geleni ardına koyma!" General'in ilk işi anlaşmaları rafa kaldırmak olur. Konstantine şehrine girip kan dökmeye başlar. Ardından Cezâyir'i Konstantine'ye bağlayan Bîbân geçidine saldırır. Şerif Abdülkâdir de "cihâd-ı mukaddes" ilân eder, savaşı bütün ülkeye yayar. MÜSTEMLEKE Fransa, Cezayir'e 100 bini tam donanımlı asker olmak üzere 400 bin kişi yığar. Cezayirli savaşçıların sayısı (ki bunlar gönüllüdür, meccane çarpışırlar) 20 bini bile bulmaz. Emir en büyük operasyona ancak 2 bin kişi ile çıkar. Bugeaud bakar olmayacak, belden aşağı vurmaya başlar. Çocuklara ve yaşlılara yönelir, hayvanları kurşunlar, kuyuları zehirletir, ekinleri yakar. Adamlarını yağma ve tecavüze özendirir, resmen haramilik yapar. Bir zaman sonra açlık başlar, nesebi gayri sahih çocuklar, psikolojik travmalar... Cezayir, Fenikeliler, Kartacalılar, Roma ve Bizans tarafından da istila edilmiştir ama böyle zulüm yaşamamıştır daha. General ısrarla yalan haberler yayar, tefrika çıkartmaya bakar. Bazı emirler ahdinde sadık, yerinde sabit kalsa da bazıları geri adım atar. Çözülme başlar, Abdülkâdir-i Cezayirî yapayalnız kalır mı ortada. 1842 Kasımında harekât merkezi düşman eline geçer. Fransızlar Emir'in paha biçilmez kütüphânesini yakar yıkarlar. Emir, Büyük Sahra'ya çekilir, ne adamı, ne de cephanesi kalmıştır zira... Çöl kuytudur, sakindir, git git kum, bak bak vaha... Mücadeleyi yeniden alevlendirebilmek için şehirde olmalıdır... Müminler arasında. MAHPUSHANE Cezayir valisi Duc d'Aumele (ki bizzat Kral Louis-Philippe'in oğludur) haber yollar. "Misafirimiz olmaz mısınız. İster İskenderiye'de ikamet edin, dilerseniz Akka'da!" Yeniden güç toplayabilmek için mecburdur buna, ister istemez silah bırakır. Eğilmeden bükülmeden ama... Şerefiyle onuruyla! Batılılar kaypaktır, kralın oğlu da olsa sözlerini tutmazlar. Emiri ve sadık adamlarını adi suçlu gibi Fransa'ya yollar, önce Toulon'da, sonra Anboise kalesinde zindana tıkarlar. Neden sonra Kral Louis-Philippe'den çağrı gelir "başka bir ülkeye gitme arzusundan vazgeç, gel asiller gibi yaşa aramızda!" Cevap yenilir yutulur gibi değildir: "Bütün Fransa'yı da verseniz, cübbemin üzerine cevahir de dökseniz, tebaanız olmam. Siz misafirinizi hapsettiniz. Bunun utancı yapışacaktır yakanıza." Adam hırsız, adam katil... Sözünde durmuşmuş, durmamışmış. Çok da umurunda... MUHACİR Ama Napolyon omurgalı çıkar, İmparator olunca Abdülkâdir-i Cezâyirî gibi bir askeri mahpus damlarında tutmaz, İstanbul'a yollar (1852). Emir, Abdülmecîd Han'la kucaklaşır. Cezayir meselesini anlatır tafsilatıyla. Bir süre Bursa'da kendisine tahsis edilen konakta yaşar. Sonra Şam'a taşınır ve çoktandır yazmayı düşündüğü eserleri kaleme alır. Mevâkıf, Zikr-ül-Âkıl ve Tenbîh-ul-Gâfilin'in yanı sıra De la Fidelite des Musulmans a observer Leurs Traites d'alliance et autres (Müslümanların ittifak ve ahidlerine sadâkatleri) adlı kitabı hazırlar. Ancak emperyalistler boş durmaz, bu defa gelip Suriye'yi de karıştırırlar. İngilizler Dürzîleri silâhlandırır, Fransızlar ise yatırımı Mârunîlere yapar. Dürzîler Mârunileri sıkıştırıp da katle kalktıklarında Emir Abdülkâdir, (muhâcirlerin yardımı ile) bin beş yüz kadar Hıristiyanı kurtarır ki aralarında Fransa konsolosu da vardır. Bu hareketi İstanbul tarafından taltif edilir. Fransa hükümeti de Legion d'honneur nişanı sunar. Hicri 1300'de vefat eden (1883) Abdülkâdir Cezâyirî bir Yavuz Selim yadigârı olan Selimiye'ye defnedilir. Muhyiddîn Arabî hazretlerinin yanı başına... Ne saadet ama... KALİTE FARKI Fransızlar anlaşmaları şaşaalı merasimlerle imzalar ama hiçbirine uymaz. Emir Abdülkâdir'in sözü senettir, asla barışı bozan taraf olmaz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.