Söz uçar, yazı kalır

A -
A +
Bazen yazar, şöyle karşıdan bakarsınız, "bunu ben mi yaptım" dersiniz şaşkınlıkla. Her yazı tektir, benzersizdir, ya olur, ya olmaz bir daha. 
aligraf Rıdvan Özalp anlatıyor: "Kali" güzel demek, "grafi" de yazı. "Kaligrafi" özene bezene yazılan yazı oluyor kısaca.
Biliyor musunuz yazının gelişiminde Çinlilerin ve Uygurların çok payı var. Bundan 5 bin yıl önce estetik endişeler taşıyorlar zira.
Hıristiyanlık ile birlikte Latin alfabesi de değişiyor. İncilleri, dinî metinleri süslü formlarla yazıyorlar, Gotik, italik gibi tarzlar ortaya çıkıyor. Saray yazıcıları kralların mektuplarını bu harflerle kaleme alıyor.
Biliyorsunuz Kur'an-ı kerim Hicaz'da nazil oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı. Yeryüzünün en meşhur hattatları Dersaadet'te yetişiyor. Harf inkılabına rağmen hüsn-i hattın nabzı hâlâ İstanbul'da atıyor. Araplar bile İstanbul'a koşuyor, diz çöküp, dirsek çürütüyorlar. 
Ben yıllardır tezhip yapıyorum, resim öğretmeniyim,  Hüseyin Kutlu Hoca ile de hat çalıştım ayrıca. Tabii bunlar çok şey kattı bana. Yurt dışında konferanslara katılıyoruz, hepsi de Türk sanatkârlarının göze hitap eden çalışmalar yaptığını kabul ediyor. İslam harflerindeki o yumuşaklığı kaligrafiye de taşıyoruz ki, elbette farklı oluyor. Güzel yazmak insanı dinlendirmekle kalmaz, mesajınıza zarafet katar, değer verildiğini hissettirir muhatabınıza.
Mesela ben dilekçeleri itina ile yazarım memur eline aldı mı durur bakar, yardımcı olmaya çabalar ayrıca. Geçen kargo firmasından bir delikanlı "abi" dedi,  "senden gelen kolileri atmaya kıyamıyorum, mecburen biriktiriyorum kenarda."
HATTATLARDAN FARKIMIZ
Biliyorsunuz, İslâm harfleri ile çalışanlar kamışı 45 derecelik açıyla keser, is mürekkebi kullanırlar. Hokkadan ligadan taviz vermezler asla.
Kaligrafide ise kesik uçlu keçeli kalem yeter de artar, açı aranmaz. Malum birinde sağdan sola yazıyorsunuz, diğerinde soldan sağa. Kaligrafide kompozisyon önemlidir, hat sanatında ise kural. Elifin boyu 7 nokta ise 7 noktadır, ne altıya inebilirsiniz, ne sekize çıkar. Keskinse keskin, yumuşaksa yumuşak. Kırmızı çizgileri vardır kaideye ne kadar riayet ederseniz o kadar makbul tutarlar.
Hat sanatına öyle bir hendese (geometri) hakimdir ki, soğan zarı kadar kaysa göze batar. Hattan icazet almak da kolay değildir, bir harfi iki yılda geçersiniz, ömür gerekir âdeta.
Kendi içinde disiplini vardır, mesela hiçbir hattat eline abdestsiz kamış almaz. Parmağına mürekkep bulaşsa helaya girmez onunla. Kağıt ve kalem muhteremdir, savrulmaz, yırtılmaz, yere atılmaz. Açtıkları kamışların yongasını bile saklar, emr-i Hakk vaki olduğunda bununla defin sularının ısıtılmasını arzularlar.
Hat üstatları talebelerine büyük emek verir ama kesinlikle ücret almazlar. Her hattatın bir hayali vardır; oturup Kur'an-ı kerim yazmak... Hüseyin Kutlu hocamın yazdığı Mushaf-ı şerifi görmenizi isterdim, o sadelik, o akıcılık, hayran olacaksınız inan. Kaligrafide ise kural yoktur, göze hoş gelsin tamam. Hangi formu kullanırsan kullan, nereden başlarsan başla."
 
Balkanlara atılan imza Bereket Konvoyu
Yıllardır ramazan-ı şeriflerde Bereket Konvoyuna katıldığını söyleyen kaligraf Özalp anlatmaya devam ediyor: 
"İsim yazıyorum meraklılara. Çadırımız ana baba günü gibi oluyor, çoluk çocuk sıraya giriyor. Yazı bahane, bu sayede insanlarla irtibat kuruyoruz. 
Doğu Makedonya'ya gitmiştik, şehirler kasabalar ekseri Ortodoks Hıristiyan, Müslümanlar daha ziyade köylerde oturuyor. İftara çok var, gezelim dedik girdik sokaklara. Baktık çocuklar top oynuyor. "Haydi" dedim "var mısınız maça?" Hortlak görmüşe döndüler, "Turska! Turska!" deyip dağıldılar. Gülümsedik, el salladık ne mümkün, kaçan kaçana.
Akşam masaya kuruldum ismini yazdığım gidiyor, ismini yazdığım gidiyor. Baktım aynı çocuklar uzakta durmuş bakıyorlar. Çağırdım tedirginler, yaklaşamıyorlar. Israr edince geldiler isimlerini yazdım süsledim, şakalar yaptım. Belki şaşacaksınız ama hepsi boynuma sarıldı, resim çektirmek için girdiler sıraya.
İsim deyip geçmeyin belki yıllar sonra bu kağıdı çıkarıp bakacak kendisine gülümseyen Türk'ü hatırlayacak.
İkram edilen bir pamuk helva ve on gram macun husumeti kıracak.
GİTMEK GÖRMEK LAZIM
Biz unutuyoruz ama onlar unutmuyor, her yıl hasretle bekliyorlar. Hiç unutmam Tetova'da Ömer Bey adlı bir Arnavut'la oturmuştuk cami avlusunda. Onun çatlak Türkçesi bizim yarım İngilizcemizle öyle ince mevzulara girdik ki anlatamam. Ecdat, tarih, tasavvuf hepsi bir arada. Demek muhabbet olunca insan anlaşıyor, lisan olsa da oluyor, olmasa da.
Gecenin sonuna doğru "haydi sahuru bizde yapalım" dedi, aradığımız iki bardak çay ama öyle bir sofra çıkardı ki şaşarsınız inan. On gün hazırlansa bu kadar olur anca.
Osmanlı Balkanlardan 103 yıl evvel ayrılmak zorunda kalmış ama gönüllerde yaşıyor. Kasabanın tekinde ezan okuduk, yaşlılar bir hoş oldular. Meğer o yanık sedayı yıllardan sonra ilk defa duyuyorlarmış.  "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" dendiğinde hıçkırıklarını tutamadılar.
Kosova'dayız. Birden ıslıklar, çığlıklar, zılgıtlar koptu. Sokaklar Türk bayrakları ile doldu, binlerce genç dışarda. Defler, dümbelekler, davullar... -Hayrola ne var?
-Siz nasıl Türk'sünüz? Basket Milli takımınız Sırbistan'ı yendi uyuyorsunuz ayakta.
Ne diye her yıl Antalya'ya gidenler bir yılda Ohri'yi, Üsküp'ü düşünmez bilmem? Filibe'yi, Gümülcine'yi, Bosna'yı gezseler pişman olmayacaklar.  Velev ki gayesiz turist olsun. Bizden birilerinin sokaklarında yürümesi bile kuvvet veriyor onlara.
OMUZ SİLKİP GEÇEMEZSİN! 
Bereket Konvoyunun bütçesini söylediklerinde "ne gerek var yani" demiştim, "Türkiye'de fakir mi kalmadı, bu iftarları Anadolu'da verseler ya!" Lakin katılınca ön yargılarım silindi "mutlaka olmalıyız dedim buralarda".
Eğer sen gitmezsen ben gitmezsem başkaları geliyor, boşluğu dolduruveriyorlar. Meydanı bırakırsak dizimizi döveriz sonra.
Boşnaklar zarif ve kibar insanlar, başkalarını da kendileri gibi sanıyorlar. Savaş öncesi Sırplar ve Hırvatlar açıkça tehdit ediyor ama kan dökülebileceğine ihtimal vermiyorlar.
Hiç unutmam Srebrenitsa'da bir kadın, "Biz burada tecavüze uğrarken neredeydiniz" diye hesap sormuştu bana. Gücümüz yeterdi yetmezdi o ayrı vaka, sen ne dersen de, mesul tutuyor.
Prizren'de mescide girdik, kamet okunmuş tekbir alınacak. İmam cübbesini çıkarıp mihraptan çekildi "siz İstanbul'dan geldiniz" dedi, "önünüze geçemem asla!"
Doğrusu son yıllarda göğsümüzü gere gere geziyoruz. Kudüs'te, Filistin'de kardeşinin derdiyle dertlenmiş bir mümin olarak karşılanıyoruz, boynumuz eğilmiyor. Somali'de "bir girdapta boğulmak üzereydik" dediler, "Türkiye deniz feneri gibi çıktı karşımıza. Bize ışık oldu, ümit verdi, yeniden döndük hayata. Üç beş sene evvel ne sanat, ne ticaret yapılırdı, çarşı pazar ıpıssızdı, tek araba yürüyemezdi yollarımızda."
Şimdi tayyareler iniyor, gemiler yanaşıyor... Dolmuşlar salkım saçak insan, kamyonlar yük çekiyor sağa sola. Trafiğin tıkanmasından bile mutlular, kulak tırmalayan klakson sesleri melodi geliyor onlara...
Bütün bunları kim göremiyor biliyor musunuz?
Yurt içinde yaşayanlar.
Yoksa bütün dünya farkında!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.