ŞİMDİKİ AKLIMIZ OLSA...Eskiyi arıyorlar

A -
A +

Bu gün Osmanlının Batı yakasındayız, Sava kıyılarında... 

Eskiden ama çoook eskiden Kaptol ve Gradec adlı iki komşu kale varmış burada. Araları bi cigara içimi bile değilmiş ama kanlı bıçaklıymışlar.
Kaptol'da ruhaniler yaşıyormuş, bir elleri yağda bir elleri balda. Gradec'tekiler ise çifti çubuğu ile uğraşıyormuş iki yakaları gelmiyormuş araya. Birbirlerinden hiç hoşlanmıyorlarmış, yakaladıklarını darb ediyorlarmış bayıltasıya.
Macar kralı 2. Bela "bu böyle olmaz" demiş, "barışın kucaklaşın bakayım, yıkın duvarları, tamam birliktesiniz bundan sonra!"
İşte Zagrep o gün doğuyor. 1242'de nüfusu sadece bin, 1668'de 2 bine varıyor ki kasaba bile denmez ona. 
Moğol istilaları, veba salgınları ile güç kaybediyor ayrıca.
Osmanlı Sisak'ta eyleşiyor, Zagrep'le ilgilenmiyor. Yine de Türk korkusu Hırvatları bir araya getiriyor, milli kimliklerinin oluşmasına bir nevi katkımız oluyor. 
Korktukları gibi çıkmıyor, ecdadımızın adil yönetimi 40 bin Katolik'in İslamı seçmesine vesile oluyor. 17. yy.da Müslüman sayısı 150 bine çıkıyor, 193 cami yapılıyor ki aralarında muhteşem külliyeler de bulunuyor..
Viyana alınabilse Osmanlı Avrupa'ya demir atacak ama olmuyor. Aksine çekiliyoruz 1699 Karlofça Antlaşması ile havali Avusturyalıların eline geçiyor. Bu dönemde soylular Zagreb'e yerleşiyor, saraylar kasırlar inşa ediliyor.
Geçtiğimiz asırda sanayiye yöneliyor, Tito Yugoslavyasında Belgrad'dan sonra en büyük merkez oluyor.

 AYRILSAK DA BERABERİZ 
Eski Yugoslavya dağılmış ama dağılamamış. Eskiden birinin madeni varmış, öbürünün enerjisi. Tarım onda, sanayii bunda. Alıp veriyorlarmış kendi aralarında. Şimdi hepsi yarım, alayı kriz korkusunda. Yugoslavya dağılmadan önce Adriyatik sahilinden Vardar Ovasına at koşturan iş adamları el kadar ülkülere mahkumlar. Oturup kara kara düşünüyorlar: "Ayrılmasa mıydık acaba?"
Bu kadar cumhuriyetin içinde kendine yeten biraz Hırvatistan. O da sırtını Katoliklere dayamış, korunup kollanıyor açıkça.
Başşehir Zagreb orta boy bir şehir, nüfusu 1 milyon filan. Ama bu Balkanlarda büyük rakam.
İç savaşta Saraybosna gibi yara almamış, Sırplar Vatikan'ın hışmından korkmuşlar. 
Zagreb, Gornji grad (yukarı şehir) ve Donji grad (aşağı mahalle) diye ikiye ayrılıyor. Yukarı şehir tarihi binalarla dolu, 1600'leri yaşıyorsunuz adeta.
Şehrin nabzı Dolac Pazarında atıyor, yerli üreticiler meyvelerini sebzelerini getirip döküyorlar tezgâha, sepetçiler, çiçekçiler, patates, soğan, üzüm, elma, ne ararsanız var derde devadan başka.
Esnaf kırmızı şemsiyelerin (Sestine şemsiyesi) altına çekilmiş, güneş vurunca yanaklar al al yanıyor, gören de "aaa ne sıhhatli insanlar" diyor.
Bakın bunu yazmasam içimde kalacak, meğer kravat da bir Hırvat keşfiymiş. Bu işten iyi para kaldırmışlar. Şimdi be adam dedirtecekler bana, ne diye çul çaput bağlarsın boynuna. Ah şu benim mektep yıllarında kravattan çektiklerim, ettiğim beddualar bir tutarsa var ya...

TARİH BÖYLE KORUNUR
Efendim Zagreb'i şöyle tepeden seyretsek de birkaç resim alsak. Hay hay diyor Lotrscak Kula'ya (Kule) götürüyorlar. Önce bizim Karaköy'deki tünele benzer bir vagona (füniküler) biniyorsunuz, sonra ahşap merdivenleri tırmanıyorsunuz sabırla.  
Kulenin ikinci katında bir top var ve her gün saat 12'de ateşleniyor. "Uyanık olun Türkler gelebilir" ikazı yapılıyor halka.
Türkler gibi bonkörü var mı, esnaf gelsin diye takla atıyor.
Adamlar marşla zılgıtla uğraşmamış Zagrep'i hakikaten demir ağlarla örmüşler o yıllarda. Tramvayların kimi gıcır, kimi Tito devrinden kalma. Alet durakta duruyor, bütün kapılar açılıyor, inen binen curcuna. Avantacısı çokmuş, o hengâmede niye para versinler di mi ama?
Şehri planlayanlar derslerine çalışmışlar. Caddeleri eğri büğrü değil dimdik açmışlar. Diyelim bir ada bina, ikinci ada bina, üçüncü ada park olmuş mutlaka. Fıskiyeler, havuzlar, koyu gölgeli çınarlar. Avrupalıların heykel takıntıları malum, birer kelle kondurmuşlar boşluklara.
YEŞİL TEMİZ  SESSİZ
Ne yalan söyleyeyim bizden daha çevreciler, yaşlı bir kadına şahit oluyorum. Bisikleti ile geliyor, kağıtları kağıt kutusuna, plastikleri plastik kutusuna, camları cam, metalleri metal kutusuna atıyor. Bizde de geri dönüşüm varilleri var ama güzelim kartonları savuruyoruz gıda atıklarının arasına.
Ve ayağınızı caddeye atar atmaz zınk. Trafik duruyor anında, sürücüler yol veriyor yayaya.
Klakson sesi, zinhar ve asla! 
Havalı korna mı dediniz? Sakın ha, ödleri kopar maazallah.
Şehirde hayli eski bina var, taş duvarlar, kemerli kapılar, pirinç kulplar. Bunu paraya çevirmeyi de biliyorlar. Ah İstanbul'u katletmeseydik, camilerimiz tekkelerimiz çeşmelerimiz sebillerimiz duraydı, bak bakalım yaklaşabilirler miydi yanına. 
Adamların çatısı seramik kaplı bir kiliseleri var, hepi topu el kadar. Taaa Japonya'dan otobüsler dolusu meraklı getiriyor, mühim bir şey gibi anlatıyorlar.
O gün Zagreb'i gezdiniz diyelim, ertesi gün devam ederseniz, yine aynı binalar çıkacak karşınıza. Bu ne demek? Şehir bitti, sarıyorsun başa.
Hasılı kaybolmak gibi bir şansınız yok, mufassal bir gezi için bir gün az, iki gün fazla.
Adım başı kafe, akşamlara kadar oturuyor bira çekiyorlar. Kafelerde kafa dinlemek kabil değil, müzikleri aşırı gürültülü, volümün dibine vuruyorlar.
Parklarında büyük göletler var, yüzme, kürek, yelken her türlü su sporu yapılıyor. Sava (Tuna'nın kolu) şehrin içinde akıyor ya, su nema problema.
Adım başı futbol sahası, tenis kortu, basket potaları. Bunca spor yetmez gibi hayatları bisiklet üstünde geçiyor. 

 HER DÜZE BİR MÜZE
Zagrep müze zengini bir şehir ama bazıları pek zorlama. Giriyorsunuz içeri, hepi topu iki oda.
Museum Of Broken Relationships (Kırık Kalpler Müzesi) farklı bir mevzu bulmuş. Biten aşklar sergileniyor burada. Atılan yüzükler, yırtılan mektuplar, yanık fotoğraflar...
Diyelim hayata küstünüz, bir süre bohem takılacaksınız, altına giresiniz diye battaniye satılıyor.
Gelelim ne yenir faslına. Zagreb'te Türk, Boşnak ve Arnavutların işlettiği lokantalar var, camlarında "Halal" yazıyor. Bureg adı üzerine börek, kahveye kava deniyor. Milli yemekleri strukli bir nevi peynirli hamur, pekarna denen fırınlarda elmalı, vişneli çörekler ve baharatlı bisküviler (paprenjak) yapılıyor. (Domuz yağı yaygın kullanılıyor haberiniz ola.)
Meşihatın (İslâm Merkezi) lokantası beş yıldız, on numara. Hem çeşitleri çok, hem de bol kepçe koyuyorlar. 
İstanbul'dan Zagreb'e THY seferleri var, havaalanından şehre otobüs işliyor. Tramvayı gördünüz mü tamam Mesele bitiyor.  

OSMANLI UĞRAYINCA
Bana Jelacica Meydanının ortasında yalın kılıç bir atlı heykeli görüyorsunuz... Büyük halk kahramanı Josip Jelacic!  Haşmetmaap 20 bin askeri ile küçük bir Osmanlı birliğinin üzerine yürümüş güya. Demek ki Türk'ün karşısına çıkmak bile cesaret, heykelin dikiliyor bu diyarda.

STATTA PATLAYAN SAVAŞ 
Dinoma Zagrep, 1990 yılında Kızılyıldız'ı ağırlıyor. Sırp amigo Zeliko Raznatoviç (kasap namlı Arkan) üç bin ırkçı militanla Zagreb'e geliyor. Asitle telleri eritiyor, Hırvatlara saldırıyorlar. Dinoma Zagreb'in taraftarları da (BBB - Bad Blue Boys) aşağı kalmıyor, kesici ve delici aletlerle sahaya iniyor. Emniyet güçleri sükûneti sağlamakta aciz kalıyor. İşte tam o kargaşada Hırvat futbolcu Zvonimir Boban (Milan'da oynamıştı hatırlarsınız) devletin polisine uçan tekme atıyor ve işin çivisi çıkıyor. Sinirler geriliyor, bıçaklar çekiliyor. Ve o kanlı savaşın kıvılcımı atılıyor. 300 binden ziyade insan ölüyor, milyonlarcası evinden ocağından oluyor. Peki genç futbolcular ders aldılar mı? Ne gezer. Sonraki yıllarda Mateja Kezman ve Sinisa Mihalioviç inadına tribünlerin damarına basıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.