Kara kıtanın yeşil ülkesi

A -
A +

Uganda’da çıplak toprak göremiyorsunuz. Bir yeşilin bittiği yerde diğeri başlıyor, yamaçlar çay, ovalar şeker kamışı, ufuklar orman...

Seher vakti... Entebbe havaalanına yeni inmişiz daha.                Dört bir yanımızda şimşekler çakıyor, sağdaki bitiyor, soldaki başlıyor. Önüm, arkam sobe, gök yarılıyor âdeta.
Burası hep böyledir diyorlar sabahtan yağar, akşam yine yağar. İlk damlalar iri iri, şap şap düşüyor toprağa. Ardından bir boşalıyor teneke çatılara trampet çaldırıyor. 
Güneş bir görünüyor, her yer kupkuru. Beş dakikaya kalmıyor kızıl tozlar yükseliyor arabaların ardında…
Diyebilirim ki Uganda Rize’den bile yeşil. Manavlara bakarsanız yetişmeyen meyve  yok. Elma, portakal, muz, mango, ananas… Patates, soğan, biber, patlıcan ne ararsan… Eh su, toprak ve güneş bir arada olunca…
Hava ne sıcak ne serin. Gece 20, gündüz 25 derece civarında. Günler kısalmıyor da uzamıyor da, tek takvim yaprağı bütün sene yetiyor.
YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR
Nedense Afrikalılar gün doğmadan kalkıyor, düşüyorlar yollara… Sabah asfalt kenarlarında serapa kalabalık, yürüyenler, koşanlar… Oluk oluk akıyorlar iki yanda… İş desen, o da yok ortada.
Tamam metro, tramvay yapamamışlar ama ulaşım işine pratik bir çare bulmuşlar “motosiklet taksi kullanıyorlar!”
İndi bindi bin şilin (1 lira), tabii mesafeye göre artıyor, katlana katlana.
Yaşlı kadınlar bile bir el hareketi ile motorcu çevirip, ilişiveriyorlar arkasına. Yan oturmayı nasıl beceriyorlar anlamıyorum, üstelik kucaklarında çocuk, omuzlarında çanta. Bazen küçücük seleye aile boyu çöküyor, arkayı dörtlüyorlar. Ve onca slolama rağmen dengede duruyor, kazasız belasız vasıl oluyorlar menzil-i maksutlarına. Yatalak hasta taşıyanları bile gördüm, fukarayı önden arkadan tost gibi presleyip alıyorlar araya.
Motorlar yük de taşıyor, kasalarına hevenk hevenk muzlar, fırınla ekmek atabiliyorlar. Kereste, çimento, mobilya, doğrama…
İstiap haddi mi dediniz? Onu da kim çıkarmış ya? 
Biz de deniyoruz, Nil çıkışından taa Jinja’nın öbür ucuna. Nereden baksan bir on kilometre var arada. Genç sürücülerimiz yolları çalkalayarak otelimize ulaştırıyorlar, şip şak dakikada.
Ücret?
Üç bin şilin verin yeter!
Geldiğimiz mesafeye göre hayli mâkul, eh mzungu (beyaz adam) farkı varsa sineye çekeceksiniz artık, turist her zaman düşecek değil ya.
SEN ŞOFÖRSÜN DEDİLER
 Minibüsler salkım saçak insan, şoförler ellerini kornadan kaldırmıyor, kahyalar yakaladıklarını içeri tıkıyorlar. Muavinler bir süre arabayı koşarak izliyor, sonra kapıya asılıyorlar.   
Aynen bizim yetmişli yıllardaki gibi… İnsanın “Aksaray Aksaray” diye çığırası geliyor.
Müslüman şoförler arabalarına mutlaka bir “ay yıldız” yakıştırıyor, Besmele-i şerif yapıştırıyorlar ön camlarına.
Tamponlar yazılarla dolu, “çalış senin de olur” mu diyorlar acaba?
Eğer bir Uganda vatandaşıysan gürültüye katkıda bulunacaksın. Ya kornaya basacak, ya teybi açacaksın.  Hiç olmadı bir çomak bulup tenekeye vuracaksın.
Esnaf sürekli müzik çalıyor, gençler bir dükkânın ritminden çıkıp, öbürününkine giriyor, yaylanarak yürüyorlar âdeta. Kollar, bacaklar, sallanmaya hazır, omuzlar oynuyor yuvasında. Biri “haydi eller havaya” dese alayı hazır kıta.
Kalabalıkları uyutmanın en kolay yolu bu. Koçum senin ne işin var sağlıkla, eğitimle, politikayla, işler ayna, çal çal oyna. 
Televizyonlardan seçim propagandalarını izliyorum liderler ne vaat yarışına giriyor, ne program açıklıyor. Habire şarkı söylüyor, biteviye oynuyorlar.
GEÇER AKÇE YUMURTA
İstisnasız bütün dükkânlarda yumurta satılıyor. Telefoncu bile para üstü yerine kaynamış yumurta veriyor, tuzluk hemen yanı başında. Yumurtaları daha küçük, sarısı daha beyaz ama lezzeti on numara.
İkindiye doğru sokaklar hareketleniyor. Gün battı mı cümle seyyar sökün ediyor, iğne atsan yere düşmüyor. Et çevirenler, balık kızartanlar, yufka açanlar, mısır haşlayanlar. Mangal dumanından göz gözü görmüyor.
Muzu hem tek tek yiyor, hem patates gibi kızartıyorlar. Ayrıca püresini yapıp salçalı yemeklerin yanına koyuyorlar.
Tatlı patates ve yer elmalarını da kesip doğruyor kızartıyorlar tavada. Yağına güvensem deneyeceğim de rengi iç açmıyor…
Seyyarlar yemiyor içmiyor gidip bir hoparlör alıyor. Bağlıyor aküye, kaseti takıyor. “Yaklaş vatandaş! Şu elimde gördüğünüz ilaç ülsere, kansere, mayasıla, basura… Bir çekçek, bir çakmak, bir tarak, yanında ayrıca…”
Gece yarılanıyor sesler devam. İmsak söküyor yine devam. Horozlar ötmeli oluyor ama hoparlörler susmuyor asla. Üç gün sonra alışıyorsunuz, artık ninni gibi geliyor.
Türkiye’den en az kırk yıl geriler. Nereden mi biliyorum? Kafa sallayan köpek maketlerini yeni yeni koyuyorlar arabalarına.  Biz seksenlerde terk etmiştik oysa.
BU SENENİN MODASI…
Kadınlar göz alıcı giyinmeyi seviyor, çiğ renklerden, iri desenlerden çekinmiyorlar. Omuzlarında dik dik vatkalar, kalınca bir kemer bağlıyor ve bellerine yastık büyüklüğünde bir fiyonk atıyorlar. Hava sıcak da olsa pullu şallardan, pırıltılı bonelerden vazgeçmiyorlar.
Saç kaynağı bu sene yayıldı zahir, kuaförler 7/24 bukle ekliyor. Sarı elbette star ama allar morlar da aşağı kalmıyor.
Müslüman hanımlar siyahın dışına pek çıkmıyor, sade giyiniyorlar. İnsanın kıyafetine bakarak inancını tahmin doğru bir şey değil ama mütedeyyin mümineler belli oluyor.
Kampala Merkez Camiinde Avrupalıları görüyoruz. Mescidi gezmek istiyorlar. “Tabii” diyorlar “şu cilbapları giyeceksiniz ama!” Başlarını örtüyorlar, sanki nur iniyor sıfatlarına. 
Bilmem bana mı öyle geliyor yoksa?
Her evde 9-10 çocuk var, çok sahipsizler, yalınayak, başı kabak salıveriyorlar sokağa. Tosuncuklar ablalara teslim, küçük hanımlar okkalı bir kardeş taşıyor sırtlarında. Üstlerinde yağlı bir çaput, onunla yatıyor onunla kalkıyorlar. Dişler çürük, topuklar çatlak, gözlerde çapak. Kafalarını okşuyorsunuz tıpır tıpır kumlar dökülüyor. Hâlbuki bir banyo yapsalar ciltleri çiçek açacak.
Müslümanlar temizlikte açık ara öndeler, tur bindiriyorlar hatta.
Elinizi yüzünüzü her yıkayışta kıpkırmızı bir su akıyor, demek ki gün boyu üzerimize toprak yağıyor. İyi de bu cami cemaati nasıl oluyor da sakız gibi beyaz giyinebiliyor?
Elektrik yaygın değil, çocuklar TV, bilgisayar bilmiyor. Naylon top bile lüks, ot, kök, çaput ne bulursa bağlıyor kendilerine top yapıyorlar. Hani kerataların ayaklarına da yakışıyor, “üçte devre altıda biter” deyip bir maç alıyorum, çok pis çalımlıyor, belimizi kırıyorlar âdeta. 
Tüpgaz var ama halka pahalı geliyor, kadınlar çalı çırpı toplayıp ateş yakıyor. Aşçılar odun kömürü kullanıyor.
Çamaşırlar elde yıkanıyor, dala dikene atılıveriyor. Gassal adı verilen yıkayıcılar gün boyu yaka çitiliyor. Yazılacak çok şey var ama sayfa bitti, Nil’i, gölü, balıkçılları, balıkçıları anlatacaktık güya.
Neyse bir başka yazıya. 

Kara kıtanın yeşil ülkesi

Kara kıtanın yeşil ülkesi

Kara kıtanın yeşil ülkesiKara kıtanın yeşil ülkesi

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.